Esra GAYRETLİ

MEMLEKET HİKÂYELERİ

ARABESK BİR YAZI

11 yaşındayım.. Evde normalin dışında bir hareketlilik var. Babam bir süredir geç geliyor. Erken geldiği akşamlar, çevirmeli, bordo renkli telefonumuzdan konusuna bir türlü vakıf olamadığım uzun görüşmeler yapıyor. Ankara’ya gidip geliyor sıkça. Şel’e çıkıyor. Derken bir gün, çocuk avucuma bir kuş kondurur gibi müjdeyi bırakıyor: Radyo kuruyoruz!
Radyo kuruyoruz? Radyo kurmak, evet, anlayabiliyorum ama tam değil. Babaannemin radyosunu biliyorum.. Trt’den türküler dinlediğimiz kahverengi deri kulplu, hoparlörü limon sarısı olan eski radyo. Ama konu bununla ilgili değil, bunu da anlayabiliyorum. Radyo kurmak, çadır kurmak gibi bir şey mi acaba.. Sanırım pek anlamadım. Gözlerimin içi beklentiyi karşılayacak kadar gülmemiş olacak ki babam bir gün yanına alıyor beni, “Bak kızım” diyor.. “Her memleketin kendi televizyonu, radyosu var. Buna yerel radyo denir. Biz de kendi memleketimizin radyosunu kuracağız. Buradaki esnafın reklamını yapacağız. Bizim içimizden birileri program yapacak. Yerköy’ü anlatacak, tanıtacak. Sevdiğimiz, buradaki herkesin sevebileceği şarkılar türküler çalacağız. Adını da Yerköy FM koyacağız. Hatta istersen sen de çocuk programı yapabilirsin..”
Tamam. Bu kez her detaya vakıfım. Avuçlarım terliyor. Kalbim güm güm.. Bir an evvel evdekilere anlatmalıyım bunu. Sonra arzuhalci Emin Amca’ya. Sonra fotoğrafçı Memo’ya, Tahir Amca’nın çırağı Rıfat Abi’ye.. Çünkü çarşının göbeğinde oturmak insana yaşından büyük ve eli iş tutan arkadaşlar edinme fırsatı sağlıyor. Aslında aynı sokakta yaşıtım olan iki komşu kızı var ama onlar beni bir keresinde tertemiz dövdükleri için kendi güvenli alanımdan çıkmamayı, onlarla da dünya yıkılsa yine de konuşmamayı tercih ediyorum.
Birkaç ay geçiyor. Bir kardeşim daha oluyor. Evde bir bayram havası.. Bende ufak bir tedirginlik; Allah’ın henüz ortada olmayan radyo programcılığıma zeval vermesinden korkuyorum.
Neyse ki tedirginliğim kısa sürüyor ve sonunda radyo açılıyor:
“Yerköy FM 103… Bizi Sevmemek Çok Güç!”
Tabii ki çok güç… Elbette güç. Delirdiniz mi? Çok seveceğiz onu. Çok seviyoruz şimdiden. Ne işimize yarayacak ve hayatımızda neyi değiştirecek ya da bize kuş mu konduracak bilmiyorum ama güzel bir şeyler olacağı hissi küçük kalbimden aşıp dağlara taşlara göklere ulaşıyor. Daha önce hiç “sıradaki parçayı tüm sevdiklerimize armağan etmek” şansımız olmamış. Sevmeyelim de taşa mı dönelim?
Günler birbirini kovalıyor, kardeşim büyüyor, radyodan ona her gün Nur Ertürk’ten “Sevimli” şarkısını istiyorum. O hiç anlamıyor. Benim müzik dağarcığım genişliyor. Ali İbicekler, Erkan Ocaklılar giriyor hayatıma. Derken radyoda gün gibi bir çocuk programı ihtiyacı doğuyor.
“Tabii ki gelirim, ne demek. Hayır baba, utanmam. Yaparım ben.”
Utanıyorum. Sesim içime kaçıyor başta. Programımın adı; Şeker Çocuklar. Biraz canım sıkılıyor. Ben evde Zafer Peker dinleyeyim, gelip burada şeker çocuk filan.. Olacak iş değil. Neyse.. Adının Yasemin olduğunu hatırladığım ve bir de yüzünün ve sesinin çok etkileyici olduğunu ömrümce unutmadığım bir abla var. Onun su gibi akan sesi beni de heveslendiriyor, konuşuyorum. Şarkı arasında stüdyoya giren biri, “Aa Tansu Çiller’e benziyorsun” diyor, gururlanıyorum. Allah’ım on bir yaş için ne kadar çok gururlandım bir günde. Hem program sun, hem Tansu Çiller’e benze. Hayat beni erken yoruyor. O gün biraz olgunlaşıyorum. Bu arada stüdyoya ilk girişim bu. Çok büyüleyici. Büyüleyici hiçbir şey yok ama yine de büyüleyici. Ben mikrofon insanıyım buna eminim. Şarkı bitiyor, yayına giriyoruz. Bir dinleyicimiz canlı yayınla bağlanmış, konuşmak istiyor. “Alo” diyorum.. Tatlı bir çocuk sesi umut ediyorum, sıradaki şarkım da hazır. “Alo” diyor bir adam. Ay ben bu sesi tanıyorum, gözbebeklerim büyüyor. “Kimdiniz” diyorum. Kiminle görüşüyorum diyecektim eyvah. “Ben, Erdal …” diyor. Aa diyorum, içimden. Dedem. Dedem mi? Dedemle hayatımda ilk kez telefonda konuşuyorum. Çünkü biraz çekiniyorum ben dedemden. Dedelerle telefonda konuşulabileceğini sanmıyorum. Aslında zaten on bir yaş, biriyle telefonda konuşmak için erken bir yaş. Ondan sanırım. Ama stüdyodaki Uğur Abi, ışık hızıyla bir kağıda “Dede deme” yazıp önüme koyuyor. Erdal Bey diyorum, iyi günler.. Ne iyi ettiniz de aradınız, ilk canlı yayın konuğum sizsiniz. Dedem, on bir yıllık dedem daha önceki bütün canlı yayına katılmayışlarının acısını çıkarırcasına tatlı tatlı konuşuyor, insanlar “dede deme” dedikçe “dedee” diye haykırasım geliyor. Tutuyorum kendimi. “Benim de senin gibi torunlarım var” diyor. Allah’ım biz yalancı bir aile mi olduk, ne olduk şimdi biz. Boyum kadar günaha batmış hissediyorum kendimi. Radyoculuk, nitelikli dolandırıcılık mıydı neydi nasıl işlere girdik biz.. Yaa diyorum, ne güzel. Onlara selam söyleyin. Şimdi size çok güzel bir şarkı armağan edeceğim diyorum. Dedem “Sürmeli” istiyor. Yozgat Sürmelisi… Kaş göz ediyorlar, hazırda yokmuş.. Mecbur sıradaki şarkı olacak. Bir Yozgatlı için on bir yaşında da olsa Sürmeli hep hazırdadır, dilinin ucundadır. Bırakın ben söyleyeyim diyorum içimden, adam kırk yılın başı canlı yayına katılmış, geri mi çevirelim onu.. Kaş gözler devam ediyor. Erdal Bey, şimdi biz size çok seveceğiniz bir şarkı armağan edeceğiz. En az Sürmeli kadar güzel, diyorum. Çok iddialıyım. Keşke bu kadar iddialı olmasaydım. Dedem sevinçle teşekkür ediyor. Senin gözlerinden öperim, başarılarının devamını dilerim diyor ve kapatıyor. Evet diyorum, şimdi sıradaki şarkımız Erdal Amca ve torunları için geliyor: Bir Aslan Miyav Dedi.
Yayın bitiyor. Babamla arabaya biniyoruz. Boğazımda kocaman bir yumruk ama asla ağlamıyorum. Profesyonelim ve üstelik Tansu Çiller’e benziyorum. Ama asıl mesele babam ağlayan insanları sevmez. Kendimi, dişimi, yumruğumu sıka sıka eve geliyorum. Annemin ağlayan çocuklara nasıl hisler beslediğini pek bilmiyorum o yüzden ayağımı yere vura vura “Ben bir daha oraya gitmem” diye yıkıyorum ortalığı. Hayır, gitme canım, sanki sözleşme imzaladık. Annem de benzer şeyler söylüyor ama o an için ikna edici değil. Ve radyoculuk defterini, üniversite yıllarımda yeniden stüdyoya girinceye dek o gün orada kapatıyorum.
Babamın radyoya olan ortaklığı, gönül ortaklığı bâki olmak üzere, birkaç yıl sonra bitiyor. Ben büyüyorum. Herkes büyüyor. Her şey değişiyor. Biraz. Eskiden her şey bu kadar hızlı ve çabuk değişmezdi. Ne kadar değişebilirse o kadar değişiyor her şey. Babaannemin eski radyosu ortalarda yok, siyah bir kasetçalarımız oluyor. Radyosu ancak çatalla çalışıyor. Bulaşık yıkarken, çay servisi yaparken, gece yatarken, yaz akşamları balkonda otururken en yakın arkadaşım oluyor. Çatallı radyo. Güllü, Fatih Kısaparmak, Oğuz Yılmaz, Hüseyin Öksüz, Ferdi Tayfur, Aydoğan Tayfur, Hüseyin İpek, Osman Köseoğlu çalıyor en çok. Sevgililer birbirlerine istek şarkılar üzerinden mesajlar gönderiyor, bu vesileyle barışıyor, buzları eritiyor ya da birbirlerini terk ediyorlar.
“Güneşli günler göreceğiz” diye ümitli şarkılar söyleyen devrimci abilerimiz yok. Biz de arabeski seviyoruz.. Renklerden siyahı, sanatçılardan Ferdi Tayfur’u… Mavi, göğün rengi; onda kalıyor. Biz, bizim olmayanı sevmemeklerin ustasıyız. Bizim olanı da çoğunluk el alıyor.. Upuzun gecelerde yıldızlara bakarken Yerköy FM dinlemenin hayatımda nasıl izler bırakacağından habersizim o zamanlar. Çekingen adımlarla 20. yüzyıldan milenyum çağına yürüyorum herkes gibi. Kabuğumu kırmaktan korkuyorum bir zaman. Şehirler değiştiriyorum. Büyüyorum. Anne oluyorum. Başka başka kimlikler kazanıyorum. Yolun yarısını geçiyorum. Kimsenin bilmediği arabesk şarkılar bilmekten tuhaf biçimde gurur duyuyorum. Bu övüncü bir yaka iğnesi gibi sol göğsümün üstüne takıyorum. Anlıyorum ki, arabesk yalnız bir müzik türü değil, bir yazı aynı zamanda. Ve Yerköy FM de yalnızca bir radyo istasyonu değil; yoruldukça dinlendiğimiz, durup kendimize, hikâyemize uzaktan baktığımız bir durak yeri. Şimdilerde aynı frekansta başka radyolar başka isimler memlekete hizmet etmeyi sürdürüyor ve muhakkak ki onlar da birileri için hatıra olacak gelecekte. Ama ben bizim hikâyemizde hayatî bir dönüm noktası olan Yerköy FM’i, çocukluktan gençliğe birlikte büyüdüğüm bir yol arkadaşı gibi kalbimin en kuytu köşesinde, kadife kutularda saklıyorum. Whatsapp’tan birbirimize istediğimiz şarkıları istediğimiz vakit yollayabilmenin müthiş konforu şöyle kenarda dursun; tam şu an, sıradaki şarkıyı bütün sevdiklerime armağan ediyorum.

OKUR YORUMLARI
sancak YILMAZ
20.12.2020 09:04:31

ayni donemde hatırlarsanız bende Yerköy de Halk fm mi kurmustim. Bunyamin enistelerle tarli kırıcı olmayan bir siyasi rekabetimiz var idi. allah rahmet eylesin.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ