Gelirken kaybettiklerimize…
Bugüne nasıl geldik böyle, döke saça… Ellerimizden kayıp gidenleri
tutamadık, tutmak için çabalamadık. Çabayı zayıflık olarak görmeye ilk ne
zaman başladık, hatırlayın bunu, çünkü yavaş ve sessiz ölüşümüzün
başlangıcına tekabül eder o tarih. Kaybettik; hatırı, hatırayı, özü, derini,
manayı… Uğruna bir zaman çarpıştığımız değerleri; çarşıdan eve gidene
kadar sepetindeki bütün yumurtaları kıran sakar çocuklar gibi, dünden bugüne
gelirken döke saça… Sahip olduğumuz her şeyi…
Delice Irmağı’nın kenarında oturdum, ağladım.
Erken açan çiğdeme, süt vermeyen ineğe, yağmurunu esirgeyen göğe… Yıkık
köprülere… O köprüler ki kaç geçip gidenimizin gönül dergâhından söküp feda
ettiği taşlarla bina edildi. Şimdi yerinde yeller esiyor hepsinin. Ben şahidim;
aklım, kalbim ve çocukluğum şahit... İnsan, insana böyle kolay kıymazdı.
İnsan, köprüleri böyle kolay yıkmazdı.
Buraya eskiyi güzellemeye gelmedim, ben buraya bir hayal kırıklığı bırakmaya
geldim. Tozuna gözümü kırpmadan canımı feda edeceğim bir memleketin her
köşesinden çekiştirilerek lime lime edilişini seyrederken canımın nasıl
yandığını anlatmaya… Bu hislerimin pek çok kalpte makes bulacağını bilerek
ve belki bir derde derman olur diyerek… Kalem çoğu zaman bunun içindir.
İnsanın açtığı yaraya çare olsun diyedir ve ateşe su serpsin diye.
Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli deyip geçip gidebilirim yoluma,
gidemiyorum. Adının geçtiği yerde kocaman açılan gözlerime, gülen yüzüme
engel olamıyorum. Bizdendir, bizimdir diye içinde senin geçtiğin cümlelere
kollarımı ve kapımı hep açıyorum. En çok seni anlatmayı, en çok seni övmeyi,
en çok seni abartmayı seviyorum. Hakkıdır benim kömür gözlü memleketimin
diyorum. Coşkun akan ırmaklarından ümidi kesmedim, kesmiyorum; ama
bakıyorum ki o da artık incecik bir dere olmaya razı gelmiş. Senin kaderini, tam
kalbinden geçen bu ırmağa benzetiyorum. İkiniz de coşkun akıyordunuz
eskiden, şimdi ikiniz de incecik bir dere olmaya boyun bükmüşsünüz, bunu
size yakıştıramıyorum…
Razı oluşunuza sitemkârım.
Delice Irmağı’nın kıyısında oturdum, ağlıyorum.
Uğultudan kendi sesimi de, ırmağın cılız şırıltısını da duyamıyorum…
Mütemadiyen konuşuyorsunuz, siz, kafasına kese kâğıdı geçirmiş insanlar.
Herkes hakkında; bir ileri, iki ileri, ama asla geri değil. Üzülerek, gamlanarak,
dertlenerek bakıyorum olana bitene… Dünya malı, araç olmaktan çıkıp amaç
olduğu andan beri insanoğlu freni patlamış kamyona benzedi. Kaç gönül yıktı
geçti, kaç itibara kurşun sıktı, sıkmakta. Ben şahidim; aklım, kalbim ve çocukluğum şahit; eskiden, insan insana bunu yapmazdı. Kese kâğıtları,meyve taşımak içindi; saklanmak için değil. Gönül, yapmak içindi; yıkmak için değil… Ayıp, örtmek içindi; saçmak için değil. Ayna, bakmak içindi; kaçmak için değil…
Allah, eğer dileseydi, hepimizi Kiramen Kâtibin olarak yaratırdı. Hadi birbirinizin
günahını sevabını yazın buyururdu. Yapmadı. Bizi insan kıldı. Bize eşref-i
mahlukat mertebesini layık gördü. İlk iş Adem’i (as) yarattı ve sonra Havva’yı
(as); hatalarıyla… Dileseydi, dünyayı yaratırken yalnızca doğruya yer verirdi,
yanlışı hiç tanımazdık. Allah, kendisine Settar dedi; yani ayıp örtücü… Kul
haddini aştı ve Allah’ın “ayıpları ört” emrini alnından vurmaya kalktı.
İstediğini elde edemeyince şımarık çocuklar gibi sağa sola saldıran bir güruhu
var bu toprakların. Sanıyorsun ki normal biri, eve geldin bin tane… İçinde nar
tanesi gibi boncuk boncuk fitne biriktirmiş. Nardan özür dilerim.
Geminiz böyle yürümez. Bu hep böyle gitmez.
Varsa tezgahınızda değerli işler, projeler, fikirler, güzel hikâyeler ne âlâ…
Anlatın, dinleyelim. İyi şeyler üretmenin ipine sımsıkı tutunursanız hayat size
güzel kapılar açar. Kendinize, aklınıza, fikrinize, kalbinize, ışığınıza, işinize
güveniyorsanız parlarsınız, iyi anılır, kalplerde yer bulursunuz.
Kendi kişisel yolculuğunuzu bir kenara bırakıp başkasının nasıl yürüdüğüyle
ilgilenmek size bir şey kazandırmaz.
Üzerinden bereketin bile el çektiği, bulutun küsüp gönül koyduğu bu
toprakların mahzunluğu sizi yaralamıyor mu?
Bu şehrin böyle boynu bükük duruyor oluşu size dokunmuyor mu?
Bu boynu büküklüğü, başkentin orta yerinde kurulan bir fuarda yalnızca üç dört
kişinin çabasıyla kurulan bir standa taşımış olmamız size ağır gelmiyor mu?
Sanırım gelmiyor.
Hayatı, günleri, zamanı, gerçeği ve doğruyu artık yalnızca elinizdeki
telefonlardan ibaret sanıyorsunuz. Oysa hayat da, gerçek de, doğru da
dışarıda. Sokakta. Yol kenarlarında birikmiş çöplerde. Susuz köylerde.
Kurumuş toprakta. Soğuk vuran dallarda… Dertlen.
Hayat; farklı görüşten olsanız, başka yollarda yürüseniz bile aynı sabaha
uyandığınız ve Allah muhafaza bir deprem olsa aynı enkazın altında
kalacağınız insanlarla kucaklaşmakta. Hatırla.
Delice Irmağı’nın kenarında oturdum, yazıyorum…
Bu yıkık köprüden sağa sapınca o yolun sonunda sevdiklerimiz yatıyor. İşte
hakikat de, hayat da orada… Münker ve Nekir de öyle… Kiramen Katibin de
siz değilsiniz, sizin omuzlarınızda. Bırakınız herkes işini yapsın.
Ortalığa, “Ayakta kalmak için önce ve sadece kendini düşün” talimatını zehirli
bir gaz gibi yayan üfürükten yaşam koçları yalancı zaferlerini kutlayadursun.
Bir gün herkes birbirinin yüzüne bakıp kendi özünü hatırlayacak. Gün dönecek,
dereler yeniden ırmak olacak, köprüler yeniden kurulacak; işte geçmişlerimizin
ruhu ancak o zaman şad olacak. İşte o gün şenlikler toylar kurulacak...
Delice Irmağı’nın kenarında oturdum, ağlıyorum.
Bu bir rüyaydı farz et diyorum kendime. Bir gün herkes birbiriyle kavgasını
unutup senin boynuna sarılacak diye avutuyorum Yerköy’ü… Bak kaç
yerimden yaralıyım, görmüyorlar diyor. Görecekler diyorum. Kan
kaybediyorum, can çekişiyorum diyor. Yaşayacaksın diyorum. Beni unuttular
diyor. Hatırlayacaklar diyorum. İnanıyor, ben de inanıyorum. Çünkü bir dizesi
var şairin, en sevdiğim;
Senden ümidi kesmem, içinde merhamet adlı bir çınar vardır…
Ümit ediyorum.
Oraya bir gençlik sırladım; vekâleti alıyorum. Size bu satırları Yerköy adına
yazıyorum.
Memnune
24.01.2023 14:27:20Bir Yerköy lu olarak sitemini canı gönülden destekliyorum kalemine sağlık döktürmüşsün