Esra GAYRETLİ

MEMLEKET HİKÂYELERİ

EĞER BİZİ SUAL EDEN OLURSA..

Boynu bükük, benzi soluk, el bileği ve dahi gönlü kırık desinler.

Hassas kalpliler için cehennemdir bu dünya; gönlümüzün tastamam esenlikler içinde olması bu şartlarda mümkün değil. Bolca kırılıp dökülerek, kimsenin ayağına batmasın diye ellerimiz kanaya kanaya o kırıkları toplayarak, içimize ağlayarak, şifa arayarak, derman ararken derman olarak geçip gidiyoruz bu hayattan.

Gülüp oynadığımız ele karşıdır.

“Babamın türküleri” diye bir liste yapacak olsam; ilk üçte “Allı Turnam” olurdu. Babam gözlerini kapatarak “eğer bizi sual eden olursa” derken, bir türkünün icrasından ziyade hançeresinden göğe bir sitem yükseltiyormuş, bilmiyordum. Şimdilerde biliyorum. Şarkıları türküleri yaşatmak, hayatta kalmalarına omuz vermek için önce onların buyurduğunu yaşamak lazımmış; yaşıyorum. Bana göre anlamadan anlatmak, yaşamadan yaşatmak, bilmeden bildirmek zor. Allı Turnam, sahibi başkası olsa da bana babamdan miras bir türkü. İlk gençlik yıllarımda bolca duyduğum ve o zamanlar gönlümle değil, yalnızca kulağımla dinlediğim için sırrına eremediğim bir hazine… Birkaç yıl önce radyoda denk geldiğimde; sözlerini ezbere bildiğim bir türkünün yüzümde tokat gibi patlaması unutulmaz bir tecrübeydi. O gün aslında başkalaşan ve dönüşen kalbimi de fark ettim. Bir kalbin allı turnanın ulaklığına muhtaç olup onun kanadından medet umması, o kanada boyundan büyük sorumluluklar yüklemesi ne mükemmel ve fakat ne can yakıcı. Sevdiklerinin kapısına gidecek derman bulamayıp milyonların hafızasına, hatırasına hapsolacak bir nameyle hâl beyanında bulunmak, bunun için gökte katar katar süzülen allı turnayı elçi seçmek ne incelikli bir tavır. Çaresiz kalınca doğurduğun zarif çareler, sanat oluyor. Demek ki sanat, önce kendin içindir. Sonra sevdiğin için. Zira “sevdiğine sözü olan bir kilim dokur” diyen sanatçı da tam olarak bu noktaya işaret ediyor. Dolayısıyla diyebiliriz ki kilim de, türkü de, sanat da ve hatta topyekûn dünya da sevgi içindir.

Bana babamdan yalnızca türküler değil; bazı duygu ve duruşlar da miras. Kalbe inanmak, vefaya inanmak, iyi olmak, iyiliği övmek çoğaltmak, merhamet duymak, özlemek, yıldızları seyretmek, kalabalık sofralarda oturmak, evinin ve gönlünün kapısı açık olmak, haddi aşanı gözlerini kısıp gülerek sırtını sıvazlayarak o kapının dışına almak…

Ben bana öğretilen ve emanet edilen her şeyi sol göğsümün üstünde taşıyorum. İyiliği, güzelliği, merhameti, vefayı Allah’ın emri sayıyorum. Ama bütün bu saydığım değerleri kal ile övüp hal ile terk eden bu çağın insanından, bizden çok korkuyorum.

Bizden evvelkilerin, kanadına sevdalarını sırlayıp göğe saldığı allı turnaların yüzlerce yıldır bize emanet olan hukukunu “har vurup harman savurmak” temalı uygulamalarımız yüzünden koruyamamış olmaktan utanıyorum.

Atasının türkü yazdığı, yoldaşlık ettiği canlıları susuzluktan öldüren insanlar olmak yüzümüzün karası olsun. Hasta ve yorgun leyleklere “Gurabahane-i Laklakan” (Leylek Hastanesi) kuran medeniyetin çocukları olarak bizim de payımıza kurdu kuşu, ağacı çiçeği toprağı koruyamamamın utancı düşsün. Herkes nasibi ölçüsünce yaşıyor, yaşayacak.

Bir arkadaşım; “adam komşusunun hakkını hukukunu korumuyor kurdu kuşu mu düşünecek” dedi. Bazı haklılıklar çok can sıkıcı.

Dünyamıza çark etmiş, ibret almış bir insanlık diliyorum. Denizini kusturmamış, toprağını küstürmemiş, kuşunu öldürmemiş bir memleket diliyorum. Uzak değil, zor değil; düne, içimize, göğe bakalım. Orada bir kalbimiz vardı onu hatırlayalım. Çiçekli bahçelerimizde çamurlu çizmeleriyle gezen, çiçeklerimizi ezen, koparan herkesten hesap soralım zira çöle dönen kalplerimizin sebebi sustuklarımızdır.

Bir süredir durup öylece bakıyorum uzaktan. Hepinize, hepimize, olan bitene, ölene yitene, kalana gidene… Baktıkça yüksek sesle tekrar ediyorum: “Kalpsizlerin cenneti olan bu dünya bize vatan olmayacak.” Kalbi olanların galip olduğu bir düzen kurarsak dünya bize belki yine yurt olmaz ama belki sakin ve temiz bir liman olur.

Dünya ile birbirimize iyi bakmak zorunda olduğumuz bir ilişkimiz var.  Herkes kendi kapısının önünü süpürse ne güzel olur diye meşhur bir deyiş vardı, bizde durum şu; herkes kendi kapısının önünü süpürüp birbirinin kapısının önüne bırakıyor ve hep beraber bu kirli döngüden çıkamıyoruz. Elbette kimse kimseyi sevmek zorunda değil; sevmeyen sevmediğinden uzak durup kendi kurumunu ona bulaştırmadığı sürece sorun yok. Seven sevdiğine dört elle sarıldığında, sevilen sevildiği yerde kök saldığında bakın nasıl çiçekleniyor her yer. İnsanoğlu, bastığı yeri yeşerten Hızır olmadıkça işlerin yoluna girmesi mümkün değil. Kalbe inanacağız, başka yolu yok. 

Güzel şeylerin arifesindeyiz. Mevsimlerden yaz, vakitlerden bayram, memleketlerden Yerköy.

Kuraklık, susuzluk, bol sinek, gündüz kavuran gece ürperten bir havanın koynunda akıp giden günler… Her defasında “acaba ben mi abartıyorum” diyerek dönüp bakıyorum ama yok; beni, karakterimi mayalayan bu toprakların bana çirkin görünme ihtimali yok. Yol kenarlarında birikmiş çöplerin arasında var olma mücadelesi veren canım çiçekleri görüyorum. Biraz tozu alınsa güzel şehir aslında diyorum. Bunca kuraklığa direnip yine de insanı doyuran toprağının önünde eğiliyorum. İnsan, toprak gibi olsa diyorum. Bereketine inanıyorum bu coğrafyanın. Her sokak başından yükselen davul zurna sesine her seferinde bir kez daha âşık oluyorum. Nereden ithal olduğu belli olmayan o tuhaf oyun biçimlerini reddediyorum. Halaya inanıyorum ben. Eylülde üzüme.. Harmana, ekine, buğdaya, başağa… Mavi göğe…

Kuruyan ırmaklarından hiç ümidi kesmedim, bir gün yine sular coşkun akacak biliyorum.

Birbirini sevip saymaktan, birbirinin hukukunu korumaktan, birbirine parmak sallamak yerine birbirine kuak açmaktan daha üstün bir duruş olmadığını yeniden hatırlayacağız, inanıyorum. Hırs seni kul etmesin, Hak seni hür yarattı diyordu güzel Ali (ra). Güzel insanların peşinden gitmeyi önemsiyorum.

Yaz bitecek, muhtemelen Ege ve Akdeniz’den geçecek yolumuz. Ama ben nereye gitsem hep bir orta anadoluluk üzerimde; en sevdiğim elbisem. Yine kulp takacağım güzel memleketlere. İnsanların şehirlerine gösterdiği şefkati, özeni kıskanacağım. İmar ile ihyanın, gönül ile binanın birlikte yürünmesi gereken bir yol olduğunu zikredip duracağım.

Ulu bir çınar gibi doğurduğu ve doyurduğu herkesi gölgesinde saklayan, koynunda herkese yer açan; vefanın, muhabbetin, sevginin, hoşgörünün ana yurdu olan bu toprakların hukukunu boynumda borç gibi taşıyacağım. 

Her gelişimde bana beni geri veren başka bir memleket yok.

Başka Yerköy yok.

Allı turnalara, memleketime ve iyi olan her şeye âmin dileklerimle..

İyi bayramlar…

 

OKUR YORUMLARI
Osman
11.11.2021 07:13:35

Esra hanım yazılarınızı zaman zaman takip ediyorum çok güzel memleket havası var roman hikaye yazsanız diyorum çok güzel olacak sizi okudugum zaman gonul dagi hikayelerine benzetiyorum yazılarınız cok sıcak icinde bizler variz siirten size yerkoye yozgata selamlar

saffet tekbaş
26.07.2021 13:39:22

merhaba Esra hanım yazılarınızı beğenerek okuyorum aynı kuşak biri olarak hislerimize gayet güzel tercüman oluyorsunuz kelimeleriniz cümleleri öyle güzel tamamlıyor ki adeta kelimeler cümleler raks ediyor başarılarınızın devamını dilerim hoşçakalın

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ