Bazı insanlar siyah önlük, beyaz yaka gibi çocukluğunuzdan hatıradır. Eski bir radyodan şarkı dinlemek gibidir onları görmek. Nereye koyacağınızı, nasıl saklayacağınızı hiç bilemezsiniz.
İnsanın cenneti çocukluğudur diyordu bir yazıda. Sizi o cennete götüren bir gemi geçse kıyınızdan ona bir çay demlemez misiniz? Şarkılar söylemez misiniz eskilerden, ille akşamlayalım diye ısrar etmez misiniz?
Biliyor musun madde değil sandığın. Aslında hiçbir şey sandığın gibi değil.
Biz pullu ceketiyle kıyıda çocukluğuna el sallayan ümitli İsmail Abiden başkası değiliz. İnsanın her kaybı çocukluğunu öldürüyor. Kaybın yoksa bunu bilmen mümkün değil. Baban mesela. Ölüyor ve giderken senin çocukluğunu da götürüyor yanında. Bir bayram sabahı kapısını çalıp sofrasına oturabildiğin ve elini öpebildiğin bir baban varsa bunu anlaman mümkün değil. Gurbette geçirmiyorsan bayramını, çocuğunun elinden tutup kendi çocukluğunun geçtiği eve götürebiliyor ve anlatmak zorunda kalmıyorsan hayal etmesi için, sevdiklerinin yattığı toprağı dahi kokusundan mahrum olmamak için kavanoza koyup yanında taşımıyorsan beni anlaman imkânsız.
'Delisi dışına' dedikleri kimse, biz oyuz işte. Sevindirik olmak kalıbını duyduysan o da bizim halimiz. Çocukluğunu kaybeden insanlar eski bir çaydanlık görünce bile oturup ağlayabilirler. Bir kırık düğme için şiir yazan insan tanıyorum ben. Ölmüş annesinin gömleğinin kırık düğmesine.. Annesi ya da babasını yitirmiş olanlar için mazi kıymetlidir. Her giden bir parça götürmüştür çünkü ve elinde ne kalmışsa bütün gücünle sahip çıkmalısındır ona. Çünkü geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
Bundandır biz çocukluğumuzu anımsatan ne görsek -bir kırık düğme, bir çaydanlık ya da bir aşina yüz- annesini görmüş bebek gibi el çırparak koşarız ona. Hiç demeyiz ki düşer miyiz o yolda, canımız acır mı? Uzaktan el sallarız çocukluğumuzu taşıyan gemilere. Şiirler okur, ses verir, şarkılar söyleriz. Hiçbir gayemiz yoktur bizim anılarımıza sahip çıkmaktan başka. Eski yüzlere, eski günlere sahip çıkmayı boynumuzun borcu biliriz.
Yaş alır, yol alır, yara alırız. Yaşlandıkça artar özlemimiz. Yara aldıkça çocukluğumuza, anılarımıza sararız acılarımızı. Çünkü insanın yüzünü bazen anılarından başka hiçbir şey güldüremez. Çocuğumuz anne tatilde nereye gidiyoruz dediğinde, onu elinden tutup kendi çocukluğumuza götürürüz. Niye bu kadar sevindiğinizi hiç anlamaz o. Umarım anlayacak kayıplar yaşamaz.
Geçtiğimiz bayram Yerköye giderken yol boyunca, aklımda kalan Yozgat mânilerini ve türkü sözlerini öğrettim çocuklara:
Tefe vur sesi çıksın/Başından fesi çıksın
Yozgattan kız almayanın/Aklında baba çıksın gibi.
Bozkırda yolculuk çocuklarla bambaşka oluyor. Yahut onu başkalaştıran insanın kendisi, bilmiyorum. Ama ben seviyorum dünde kalan ne varsa kutsal bir emanet gibi sırtıma alıp bugüne taşımayı. Dikili bir ağacın var mı diye sorarsanız, buna hatıralarım var diye cevap verebilirim.
Bakın bu Delice Irmağı, bakın leylek yuvası, bak bu en sevdiğim ağaç; söğüt ağacı diye diye tamamladık yolculuğu. Söğüt deyince gide gide bir söğüde dayandım, dağ görünce dağlar seni delik delik delerim, tren geçince tren gelir hoş gelir türkülerini söyledim onlara. Anne sen de her şeyle ilgili türkü biliyorsun ya dediler. Bozkırın evlatları gördüğü, dokunduğu her şeye türkü yakmış. Allı gelinin suya gittiğini, Çamlığın başında duman tüttüğünü biz olsak whatsapptan haber verirdik birbirimize ama atalarımız türkü yakmış işte. Bize de nesiller boyu söylemek düşmüş.
Geçmişe dönmek mümkün değilse biz de geçmişten ne getirdiysek onu koyarız ortaya. Varını veren utanmazmış.
Babaannemin mütevazı bahçesinde kara gözlü koyunları acıyarak beslediğimiz bayramları, Bakkal İsmet Amcada ezdiğimiz harçlıkların bereketini, karpuzlu tokaları, Tahir Amcayı -ki kendisi o yıllarda bütün kadınların ve genç kızların en gözde tuhafiyesinin sahibiydi-geri getirmek mümkün değil, biliyorum. Ama işte hatıralar
Hatıralar var.
Geçip giden zamanları bir yerlerde bulmak diyen şarkılar.
Var olana sarılmalı.
İyi bayramlar.
31.08.2017
İnsanın cenneti çocukluğudur diyordu bir yazıda. Sizi o cennete götüren bir gemi geçse kıyınızdan ona bir çay demlemez misiniz? Şarkılar söylemez misiniz eskilerden, ille akşamlayalım diye ısrar etmez misiniz?
Biliyor musun madde değil sandığın. Aslında hiçbir şey sandığın gibi değil.
Biz pullu ceketiyle kıyıda çocukluğuna el sallayan ümitli İsmail Abiden başkası değiliz. İnsanın her kaybı çocukluğunu öldürüyor. Kaybın yoksa bunu bilmen mümkün değil. Baban mesela. Ölüyor ve giderken senin çocukluğunu da götürüyor yanında. Bir bayram sabahı kapısını çalıp sofrasına oturabildiğin ve elini öpebildiğin bir baban varsa bunu anlaman mümkün değil. Gurbette geçirmiyorsan bayramını, çocuğunun elinden tutup kendi çocukluğunun geçtiği eve götürebiliyor ve anlatmak zorunda kalmıyorsan hayal etmesi için, sevdiklerinin yattığı toprağı dahi kokusundan mahrum olmamak için kavanoza koyup yanında taşımıyorsan beni anlaman imkânsız.
'Delisi dışına' dedikleri kimse, biz oyuz işte. Sevindirik olmak kalıbını duyduysan o da bizim halimiz. Çocukluğunu kaybeden insanlar eski bir çaydanlık görünce bile oturup ağlayabilirler. Bir kırık düğme için şiir yazan insan tanıyorum ben. Ölmüş annesinin gömleğinin kırık düğmesine.. Annesi ya da babasını yitirmiş olanlar için mazi kıymetlidir. Her giden bir parça götürmüştür çünkü ve elinde ne kalmışsa bütün gücünle sahip çıkmalısındır ona. Çünkü geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
Bundandır biz çocukluğumuzu anımsatan ne görsek -bir kırık düğme, bir çaydanlık ya da bir aşina yüz- annesini görmüş bebek gibi el çırparak koşarız ona. Hiç demeyiz ki düşer miyiz o yolda, canımız acır mı? Uzaktan el sallarız çocukluğumuzu taşıyan gemilere. Şiirler okur, ses verir, şarkılar söyleriz. Hiçbir gayemiz yoktur bizim anılarımıza sahip çıkmaktan başka. Eski yüzlere, eski günlere sahip çıkmayı boynumuzun borcu biliriz.
Yaş alır, yol alır, yara alırız. Yaşlandıkça artar özlemimiz. Yara aldıkça çocukluğumuza, anılarımıza sararız acılarımızı. Çünkü insanın yüzünü bazen anılarından başka hiçbir şey güldüremez. Çocuğumuz anne tatilde nereye gidiyoruz dediğinde, onu elinden tutup kendi çocukluğumuza götürürüz. Niye bu kadar sevindiğinizi hiç anlamaz o. Umarım anlayacak kayıplar yaşamaz.
Geçtiğimiz bayram Yerköye giderken yol boyunca, aklımda kalan Yozgat mânilerini ve türkü sözlerini öğrettim çocuklara:
Tefe vur sesi çıksın/Başından fesi çıksın
Yozgattan kız almayanın/Aklında baba çıksın gibi.
Bozkırda yolculuk çocuklarla bambaşka oluyor. Yahut onu başkalaştıran insanın kendisi, bilmiyorum. Ama ben seviyorum dünde kalan ne varsa kutsal bir emanet gibi sırtıma alıp bugüne taşımayı. Dikili bir ağacın var mı diye sorarsanız, buna hatıralarım var diye cevap verebilirim.
Bakın bu Delice Irmağı, bakın leylek yuvası, bak bu en sevdiğim ağaç; söğüt ağacı diye diye tamamladık yolculuğu. Söğüt deyince gide gide bir söğüde dayandım, dağ görünce dağlar seni delik delik delerim, tren geçince tren gelir hoş gelir türkülerini söyledim onlara. Anne sen de her şeyle ilgili türkü biliyorsun ya dediler. Bozkırın evlatları gördüğü, dokunduğu her şeye türkü yakmış. Allı gelinin suya gittiğini, Çamlığın başında duman tüttüğünü biz olsak whatsapptan haber verirdik birbirimize ama atalarımız türkü yakmış işte. Bize de nesiller boyu söylemek düşmüş.
Geçmişe dönmek mümkün değilse biz de geçmişten ne getirdiysek onu koyarız ortaya. Varını veren utanmazmış.
Babaannemin mütevazı bahçesinde kara gözlü koyunları acıyarak beslediğimiz bayramları, Bakkal İsmet Amcada ezdiğimiz harçlıkların bereketini, karpuzlu tokaları, Tahir Amcayı -ki kendisi o yıllarda bütün kadınların ve genç kızların en gözde tuhafiyesinin sahibiydi-geri getirmek mümkün değil, biliyorum. Ama işte hatıralar
Hatıralar var.
Geçip giden zamanları bir yerlerde bulmak diyen şarkılar.
Var olana sarılmalı.
İyi bayramlar.
31.08.2017
31.08.2017
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
SUZAN
08.10.2017 21:53:00Merhaba Esra hanım, Ben de Memleket hasretiyle gurbette yaşıyor ve geride kalmış hatıralarla kendimi avutmaya çalışıyorum. Çoğu zamanda "Yozgat Gazetesi"ni okuyarak özlem gideriyorum. Memleketim insanına hizmet edememiş olmanın verdiği bir sorumluluk olmuş olacak ki, sizin gibi yazılar yazıp, edebiyat dünyasına katkıda bulunan kişilere destek amacıyla elimden geldiğince yorumlar yazarım. Okunmuş olduklarını anlasınlar, cesaret bulsunlar, önemsendiklerini önemseyip kendilerini geliştirsinler diye "Yozgat Gazetesi"nin aile fertlerinden biri sayılırım.
Yazıyı okurken bulunduğum alemden başka yerlere sürükleyip götürmüşse,az birazda düşündürmüşse; överek yazarın hakkını veririm. Çok taktir ettiğim bir kalem de olsa bazen tenkit etmeden geçemem. Bu bakımdan bu gazetede yazı yazan köşe yazarları çok değerli yazarlarımızdır. Asla saygıda kusur etmez, dönüp uygun bir üslupla tenkide hemen cevap verirler. Bu bakımdan burada yazan yazarlar çok değerli ve kıymetli kalemlerdir. sayın Çapanoğlu çok daha ayrıcalıklıdır. Okurlarının hatırını sorar, arada bir teşekkür ve saygılarını ileterek okuyucularla sürekli iletişim halindedir.
Bu çok özel kalemlerin arasında sizin gibi sürükleyici, okudukça aman bitmesin diyecek kadar kalemini ustaca kullanan, Yeşil Irmak gibi sakin fakat yoğun ve derin akan bir duygu seliyle karşılaşmak beni çok sevindirdi.
Benim memleketimde ne cevherler var ben bunu biliyorum fakat kimse bu cevherleri açığa çıkarma zahmetine katlanmıyor, bu imkanı tanımıyor. Bu bakımdan Hakan Kiracı Bey'e teşekkür ediyorum. Memleketimiz için en önemli görevi yerine getirmiş oluyor. Bir gün Yozgat da Erzurum gibi, izmir gibi, İstanbul gibi edebiyatçılarıyla tanınacak, memleketimin adını il sınırlarından dışarıya taşıyacaktır. Yeter ki bu imkan bu yeteneklere verilmiş olsun. Seslerini, duygu ve düşüncelerini kalemlerinin gücünü uzaklara taa uzaklara duyurmuş olsunlar.
Yazılarınızı zevkle okumak için bekliyor taktir ve sevgilerimi gönderiyorum.
Kenan
05.09.2017 08:52:00Sizin yazılarınızı okunca Yerköyün o eski ve güzel günlerini hatırlıyorum.Bizi maziye götürüyorsunuz.Teşekkürler..
Elaselcen
04.09.2017 01:44:00İki bayram var-mış dediğim günden beri,sonradan bulduğumu bi başkasında gördüğüm ilk bayramım oldu.eline emeğine yüreğine kalemine sağlık.
Habib Coşkunsoy
31.08.2017 12:17:00Yazının kalıbına bakınca okunmassı zor gibi. Başlayınca da bitmesını istemediğimiz bir yazı.Geç farketmiş olsamda aynı ruh haliyle okumuş oldum.