Bilmem kaçıncı Nisan’ı dünyanın. Kaç bahar gördü yeryüzü, leyleklerin kaçıncı konup göçüşü… Bazı şeyler değişmiyor. Bazı şeyler ise can yakarak, kalp kırarak, yıkıp geçerek değişiyor.
Leyleklerin dönmesi beni hep rahatlatır, bilirim ki her şey yerli yerinde. Leylek unutmuyor; her yıl gelip aynı yöreye, aynı yuvaya sadakatle kuruluyor. Leylekler göçüp gittikleri yollardan geri dönmeyi, leylaklar her yıl aynı dalda yeniden tomurcuk vermeyi unutmuyor. Kokusu hafif, hatırası ağır leylaklar… İnsan öyle değil. İnsan giderek daha çok, “öyle değil.”
Dünyadan bildiriyorum; burası vefasızlar yurdu. Giderek daha çok vefasızlar yurdu. Artık salt etten kemikten müteşekkil olduğuna inananlar ezici çoğunlukta. Kalabalık yalnızlık, sosyal çürüme gibi yeni, amansız ve üstelik bulaşıcı hastalıklarımız var. Teknolojinin hayatımıza hediye ettiği hız konforunun bedelinin bu kadar ağır olduğunu bilseydik yine de bu çağa ulaşmak ister miydik bilmiyorum. Hızlı yolculuk, hızlı iletişim, hızlı alışveriş... Hepimiz için cazip kazanımlar. Fakat duyguların, dostlukların, ilişkilerin, değerlerin de aynı hız kazanında eriyip yok olmasını nereye koyacağız? Küstahlık ile cesaretin, öz saygı ile bencilliğin birbirine karıştığı, nezaket ve tevazu sahibi olanların hakir görüldüğü bir toplum inşa etmek kolay olmadı; tebrik edelim birbirimizi, hepimizin emeği var. Dostun derdine, komşunun külüne, annenin öğüdüne burun kıvırarak giriş yaptığımız bir cinnet halinin tam ortasındayız. Buradan çıkış olmalı, lütfen olsun!
Beni affedin; herhangi bir duyguyu taşımayı reddetmeyi benim aklım, fikrim, kalbim almıyor. Üzülmeyi, sevmeyi, sadakati, vefayı, merhameti, özveriyi, hoşgörüyü, utanmayı kireç kuyularına mı atmışız, görmüyorum. Ayrılık acısı çekmenin bile rafa kalktığı, biten bir hikâyenin ardından yas tutmanın kusur sayıldığı bomboş, kupkuru, gürültülü ama yalnız bir mevsim bu. Mevsim diyorum, geçsin diye ümitle. Hiç kimse iyi ya da kötü herhangi bir duygunun “hamallığını” yapmak istemiyor. Herkesin, hepimizin kendi ölçü birimlerimizce ağır sorumluluklarımız, zor hayatlarımız var; ancak buna sığınıp sevdiğimiz birinin derdine kör, sağır olmayı nasıl kendimize hak görebiliriz. Bizi hayvandan ayıran budur; dert sahibi olmak. Sıkıntısını anlatıp modumuzu düşürdüğü gerekçesiyle kendilerinden kaçtığımız tüm çileli kullara borçluyuz. Çünkü “Ölene kadar sorumluyuz gönül bağı kurduğumuz her şeyden.” Bu alıntıyı hatırlamış olmalısınız, çoğunuz.. Sosyal medya hesaplarınızda mutlaka görmüş, beğenmiş hatta paylaşmışsınızdır. Çünkü bir duygunun kendisini reddedip şovunu, edebiyatını yapmak da çağımızın hastalıklarına dâhildir; zira iliklerimize kadar teslim olduğumuz sosyal medyadaki üfürükten yaşam öğretileri böyle emreder.
Ümidimizi diri tutan bir sığınağımız var/dı; Anadolu. Geçmiş zaman ekini kullanırken elim titriyor. Ne yazık inandığımız tüm değerlerin o topraklarda da ufala ufala yok olup gittiğine kahırla şahitlik ediyoruz. Binlerce yıldan beri nesilden nesle aktarılarak devam eden ihtişamlı bir medeniyet birikimini el birliğiyle har vurup harman savurmak israftır, ziyandır. Geçmiş zaman ekini hızla revize edeceğime inanıyorum; merhametin kaynağı kurumaz, kaynak o topraklardadır. Çiçeklerle konuşan, çocuklara kıyamayan, bir ihtiyacın var mı sorusunu sormaktan çekinmeyen bir avuç dertli insanın hatrına dönüyor dünya. Onları bulalım. Onurlu mağlubiyetleri ayakta karşılayanların, kirli kazananların karşısında temiz kaybedenlerin, yalansız, riyasız sevenlerin, göçmen kuşlar gibi gittiği yolları unutmadan geri dönen vefalı kulların eteğinden tutalım; onlar bize bu hengâmeli tımarhanede aklımızı korumanın yolunu gösterir.
Ruhumuzu yoran insandan kaçalım, tamam, harika çözüm; peki, aynı insanın evvelce bize sunduğu yemyeşil bahçelerde gönlümüzü ferahlattığımız günleri ne yapalım? Hatır, kumdan kale değildir; kolayca yıkılmamalı.
Sade, derinlikli ve nezaketli olmanın ipine sıkıca tutunmaktan hiç vazgeçmeyelim. Bir gün her şey düzeldiğinde, kalbin hafızası yeniden hüküm sahibi olduğunda bunda payımız olduğu için kendimizle iftihar ederiz. Olur da düzelmezse; bu yolda samimiyetle gayret göstermiş olmanın huzurundan nasipleniriz. Bir yanlışı düzeltmeye, bir noksanı tamamlamaya gücümüzün yetmediği durumlarda geriye, çabalamaktan bitap düşmüş yorgun ve fakat mutmain gönüllerimiz kalır.
Geriye bizden bir iz kalır.
Söze başlamamıza vesile olan bu çağın ve diğer tüm çağların vefakâr leyleklerine ve leylaklarına minnetle…
25.04.2025
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ