Bayramlar soğuyan ilişkilerin ısındığı, kırgınlıkların dargınlıkların unutulduğu mutlu günlerdir. Ama her nedense bayram yazılarını istemeyerek, elim titreyerek yazarım. Olumsuzluğun aktığı yöne istemeyerek de olsa akışımız aklıma gelir. Kaygılanırım. Kaybettiğim babam, yitirdiğim anam, yakınlarım, dostlarım gelir, hüzünlenirim... Daha sonra eski bayramların içtenliği, özlemi, yürekten gelen paylaşımlar ve özveriler gelir, yine hüzünlenirim. . .
Hüzün ve kaygılar eskinin sıcaklığındaki sevgiye mi, yoksa kaybedilen zamanın bir daha geri gelmeyişine özlem midir? Bunun tarifini yapamamanın hüznü müdür? Her nedense işte böyle bir ruh yapısı içerisinde duygularımı aktarıyorum.
İnsan olmanın, yurttaş olmanın sorumluluklarını çok şeyde yerine getiremediğimiz gibi, bu bayramda da asli olan görevlerimizi yerine getiremeyeceğiz.
Niye mi?
Yine bekleyeceğiz. Egolarımızı tatmin etmek için “onlar gelsin, onlar arasın” bahanesi arkasına sığınarak büyüklerimizin ellerini öpmeyi bu bayramda da erteleyip bilinmeyen bir bahara atacağız.
Üzüm üzüme baka baka kararır özdeyişinde olduğu gibi insanlık ak ve kara davranışlarını birbirine bakarak elde ediyor. Daha önceleri küçük şehirlerde, kasabalarda ve köylerde yaşayan insanların birbirlerine sevgileri daha büyük; büyük kentlerde yaşayanların sevgileri daha küçük olurdu. Şimdi köylerde de kentlerde de yaşam tarzları birbirlerine benzedi artık. İnsanlar önce çocuğunu, sonra babasını, anasını seviyor. Daha sonra sevginin sınırları orada tükeniyor.
Mevlana çanak yapan ustaların önünden geçerken “ Ey ustalar biraz da çanağın içini süsleseniz ya?” demiş.
Mevla’nın kastettiği içler süslü olsa, gıdasını sevgiden alan gönüller dolu olsa, başkasının gönlüne salgı yapar; sevgiler özlemler çoğalır, bayramlarımız özlemini çektiğimiz güzellikte olurdu.
Dikkat edilirse evlat babaya, kız anaya, kardeş kardeşe küs. Bunların kaynaklarına inildiğinde bireysel çıkarlar, küçük hesaplar, tatmin edilmeyen beklentiler mevcuttur. Bir zamanlar körpe bedenini, kundaklamış anasının büyütüp beslediği, babasının yılda bir kez de olsa ellerinde öpmeyen, doğup büyüdüğü, acı-tatlı hatıralarını barındıran köylerine, kasabalarına gitmeyen, bayramlarda birlik olmayı aklından geçirmeyen binlerce evlat vardır. Çünkü onların kaçmak isteyen, yalnızlıklarını bekleyen yazlıkları vardır. Yavru iken kanatlarının altındaki güvenliğe ihtiyaç duyduğu ananın, babanın sıcaklığına ihtiyacı yoktur artık. Evlatlar da o güvenliği veren ana-babanın ihtiyaç duyduğu sıcaklığın farkında değildir. Çünkü kuş yuvadan uçmuş, bir zamanlar beslendiği yuvayı terk etmiştir artık.
Sonuç olarak terk ettiğimiz yuvalarımızın hallerine bir baksak, orada yaşayanların ellerini öpsek; kardeşler, ömür dediğin şeyin küsecek kadar çok olmadığını kavrayarak bir defa hata yaptı diye gözden çıkarıp defterden silerek gönlümüzün cezaevine kilitlediğimiz kardeşlerimizle barışıp, bayramlaşsa; iletişim kopukluğundan bitmiş dostlarınızı, yakınlarınızı arayarak kinden nefretten arınmış aklaşmış bir gönülle yaşanılsaydı bayramlar anlamlaşır, derinleşir, güzelleşirdi.
İyi bayramlar dileğiyle, iyilikler,sevgi dolu yarınlar diliyorum.