Romanlarda, hikâyelerde; şehir sohbetlerinde; gurbet ellerinde anlatılan köylerden biriydi köyüm.
Öyle köyüm dediğime bakmayın, bir zamanlar dört bin beş bin nüfuslu, kocaman bir kasabaydı.
Deresinin coşkun aktığı; buz gibi suların çeşmelerden şarıldadığı; koyun, inek, deve sürülerinin yaylalarda otladığı; yollarının, sokaklarının insandan dolup taştığı; çoluğun çocuğun sokaklarda oyun peşinde koşturduğu; bolluk bereketin hiç eksilmediği; dağının, taşının, toprağının altın değerinde olduğu köyüm; şimdi bir virane; ne bir coşkun akan deresi, ne çeşmesinden şarıldayan suyu ne güzelim evleri; ne koşup oynayan çocukları ne de sokaklar dolusu neşeli insanları kaldı.
Sosyal medyanın yeni iletişim araçlarından biri olduğu; ülkenin değil dünyanın bir bilgisayara, cep telefonuna sığdığı şu zamanlarda her gün köyümden birilerinin öldüğünü sosyal medyada görmek beni kahrediyor.