Yerel yönetimlerin öneminden söz ettiğimiz bu günlerde “iyi yaşam”la ilgili şu gibi sorular üzerinde düşünmenin de yararı var:
Bu kadar “ilerlediğimiz” halde niçin bu kadar mutsuzuz? İşte bir yanıt:
Tarım toplumunu tarihin çöp sepetine atan “modern toplum” iki temel soruya cevap bulamamıştır:
• Çocukları kim büyütecek?
• Yaşlılara kim bakacak?
Bu sorular, daha doğrusu bulunamayan yanıtlar, “tarım toplumu”nu ve onun uzantısı olan “büyük aile”yi tarihin çöp sepetine atan “ilerleme”nin zonklama noktalarıdır.
“Büyük aile”nin yerini alan “çekirdek aile” de parçalanmış, tek ebeveynli ailemsiler yaygınlaşmıştır.
Ve, insan türü devam edecekse, soru acilen oradadır: Çocukları kim büyütecek? Kim yetiştirecek? Kim becerilerle donatacak?
BÜYÜK AİLE
Eskiden bu sorunun yanıtı “aile” idi. “Büyük aile” kastediliyordu. Dedeler, nineler, teyzeler, amcalar, dayılar, ağabeyler, gelinler, görümceler, enişteler ve tabii anneler ve babalar… Onlar ya aynı evde ya da birbirine yakın evlerde oturuyorlardı. Bazen tüm köy ya da mahalle “büyük aile” işlevi görüyordu. Çocukları kime bırakacağız diye bir sorun yoktu.
Doğumdan emzirmeye, giyimden yıkanmaya tüm bakım sorumlulukları paylaşılıyordu.
Bir de bugünün kentli ailemsilerinin durumuna bakın. Hem çalışıp hem de çocuk bakmak için çırpınan anne ve babalar ne demek istediğimi çok iyi anlarlar…
Geçelim ikinci soruya: Yaşlılara kim bakacak? İnsan ömrü uzadıkça sayıları artan yatalak, Alzheimer’lı, Demans’lı, depresyonlu, sancılı, “bakıma muhtaç” yaşlılara kim bakacak?
Büyük aile varken bu sorunun yanıtı da basitti: Herkes! O dönemde çok çocuk sahibi olmak istemenin bir nedeni ucuz emek idiyse bir nedeni de buydu.
Şimdi herkes her yerde, ama evde değil. Dışardan bakıcı bulmak gerekiyor.
Gün geçmiyor ki, çevremdeki insanlardan bu konuda şikayetler, vicdani sızlanmalar, çaresizlik feryatları duymayayım.
Durum gerçekten içler acısı.
BÜYÜK ALDATMACA
Neoliberal kapitalist toplumun bencillik felsefesi gençlere “kendi hayatını yaşamayı” öneriyor, hatta emrediyor. Onlar da öyle yapıyor, kendi hayatlarına kaçıyorlar.
Fazla seçenek de yok aslında; kamusal destek sistemleri sınırlı, açgözlü “bakım pazarlamacılarının” eline düşmek kaçınılmaz.
Çok sevdiğiniz ve her şeyinizi borçlu olduğunuz birini bir bakımevine bırakmaya yüreğiniz razı olsa bile, öyle bir yer bulmak kolay değil: Talep yüksek ve ücretleri astronomik rakamlardan başlıyor!
Bu konudaki trajik öykülerden habersiz olmadığınızı tahmin ediyorum.
Yo, “hayırsız” evlatları suçlamıyorum. Hem çocuk sahibi olmak, hem uzun ömür yaşamak, hem de özgürlük vaat eden modern toplumun bir dolandırıcılığı ile karşı karşıya kaldıklarını düşünüyorum.
HAYAT BİR BÜTÜNDÜR
“İyi Yaşam ve Mutluluk Üzerine adlı denemeler kitabında da anlatmıştım. Aristoteles’e göre bir insanın mutlu bir hayat sürüp sürmediğine ancak hayatının sonunda karar verebiliriz. Çünkü hayat, yol boyunca erdemler geliştirerek “gürleşme” sürecidir.
Yaşlılık bunun doruğudur. Tefekkürle taçlandırılan uzun bir ömür amaçtır.
Hayat, doğumdan ölüme bir bütündür. Çocukluk ve yaşlılık onun ayrılmaz parçalarıdır. Herkesin herkesten öğreneceği ve öğreteceği şeyler vardır. Torunlar ninelerinden, dedeler torunlarından öğrendikleriyle kendilerini tamamlarlar.
Yaşlıların ayrı mekanlara mahkum edildiği gettolaşmış “modern” toplumlarda gürleşme ve mutluluk mümkün değildir. Çocuklar için de değildir, yaşlılar için de değildir.
Onları birbirinden koparırsanız, sonuç yoksunluk ve yoksulluk olur. Ve bundan, yaşlı ya da çocuk herkes payını alır. Güdük kalır.