Kurthan Fişek, “Galatasaray aristokrat, Fenerbahçe burjuva, Beşiktaş proleter” deyince başı belaya girmişti. Ya şimdi?
Voleybolda kadın milli takımızın gösterdiği başarı bize sporun futboldan ibaret olmadığını hatırlattı. Hatta daha fazlasını: Sormaya başladık, futbol hala spor mudur?
Yoksa o, neoliberal kapitalizmin kitleleri biraz daha sömürmek için dönüştürdüğü bir gladyatör gösterisi midir? Tepeden tırnağa yolsuzluğa ve ahlaksızlığa batmış, sporun asil amaçlarıyla hiçbir ilgisi kalmamış bir rezil bir kandırmaca…
Sovyet halklarının kan, ter ve gözyaşlarıyla biriktirdiği paralara çöken oligarkların, yeraltından fışkıran petrolün gelirini bir kumarbaz hazzıyla çarçur eden Arap şeyhlerinin oyuncağı….
Mekruh, mekkar ama makbul! (Açıklama notu dipte!)
ÜÇ F İLE UYUTMA
1932’den 1968’e kadar Portekiz’i inim inim inleten faşist diktatör Salazar’in ülkesini “futbol, fado ve Fatima” ile uyuşturarak yönettiği söylenirdi. Katolikler için Meryem demek olan Fatima’nın yerini zamanla dinsel bayram “fiesta” aldı. Üç F.
Tarih, özellikle Latin ülkelerinde üç F.’nin bir uyutucu, uyuşturucu, avutucu olarak çok başarılı olduğunu gösteriyor…
Buna karşılık örneğin İngiltere’de futbol işçi sporu olarak kitlelerin gönlünü kazanmış, emekçi sınıfın övünç vesilesi haline gelmişti. En önemli takımların sanayi kentleri Manchester, Liverpool ve Londra’da bulunması da bunu gösteriyordu.
Ben 1965’te Manchester’da Boby Charlton’lu, George Best’li, Dennis Law’lu United’ı seyrederken Old Trafford’taki o proleter birlik havasından etkilenmiştim.
Derken, birileri paranın kokusunu aldı, kulüpler satışa çıktı, futbol bir eğlence endüstrisi dalı halinde değişmeye başladı.
Sonuç ortada: Futbol düşkünü İngiliz emekçileri artık sadece figüran. Rolleri de stadyumları doldurup tezahürat yapmak. Malum, seyircisiz futbolun tadı olmuyor. Gelmeseler para verip getirtecekler!
Türkiye’de de futbolun zaman zaman uyandırıcı roller oynadığı görülmüştür. Baskı rejimleri yapılabilecek tezahürata karşı önlem almak istemişlerdi. Ancak Türkiye dünyanın futbol merkezlerinden biri değildir. Ana gövde de ne olacaksa o olacaktır. Olmaktadır! Üç F burada da yürürlüktedir.
FENERBAHÇE BURJUVA MI?
Bu noktada aklıma dostum Kurthan Fişek geldi. Onu sevgiyle anmadan geçemeyeceğim.
Kurthan tam bir ayaklı kütüphaneydi. Her şeyi bilirdi.
1970’lerde Türkiye’nin, sol uyanışla Gladyocu tahrikler arasında gidip geldiği hassas günlerde, şöyle bir laf etmişti:
“Ülkemizde Galatasaray aristokrasiyi, Fenerbahçe burjuvaziyi, Beşiktaş proleteryayı simgeler!”
O yıllar, aydınlar arasında her şeyin sınıfsal kökene göre açıklandığı yıllardı. (Evet, şimdi inanması zor gelebilir ama, Türkiye’de böyle bir dönem de yaşanmıştı!) Başlamış bir tartışma. Sonunda aslında Fenerbahçeli olan Marksist Kurthan kendisini savcının karşısında bulmuş.
Ona “Galatasaray’ın ‘saray-aristokrasi’ kökenli olduğunu, Beşiktaş’ın ‘Osmanlı iskele hamalı’nı temsil ettiğini, Fenerbahçe’nin ‘Galata bankerlerine karşı Anadolu burjuvazi’sinin yükselişini’ simgelediğini” anlatıp, zabıtlara geçirtmiş. Bırakmışlar.
Yaşasaydı şimdi ne derdi? “Yok aralarında fazla bir fark!” derdi sanırım. Çünkü neoliberal pandemi tüm dünyaya ve kurumlaara yayılmış durumda.
Varsa para, yoksa daha çok para!
SAF FUTBOLUN PEŞİNDE
Daha önce de yazdım: Ben futbolu severim, biraz oynamışlığım da vardır. Futbol maçlarını tarih sahnesini seyreder gibi seyrederim. İnsani birçok kuralın orada gerçeğe dönüşmesinden siyasi dersler çıkarırım: “Hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz, atamazsan atarlar, gerekirse hakemi de yeneceksin” gibi…
Ama maçlarda ve liglerde öyle şeyler oluyor ki, içimdeki hakşinaslık duygusu kaldırmıyor.
O zaman ne yapmalıyım? Futbol maçlarını seyretmekten vaz mı geçmeliyim?
Yoksa, futbol üzerine en güzel kitaplardan birini yazmış olan Eduarda Galeano gibi “saf futbol” sahneleriyle mi yetinmeliyim? Müthiş bir şut, bel kıran bir çalım, akrobatik bir röveşata ya da doksandan kurtarış gibi?
——————
NOT: “Mekruh”, ikrahtan geliyor. “Tiksindirici” anlamında. Sofu Müslümanlara göre kabuklu deniz hayvanlarını yemek haram değil, mekruhtur. Kaçınılması gerekir. Neyse ki, günümüzün fiyatlarıyla halkımızın büyük çoğunluğunun böyle bir günah işlemesi pek mümkün görünmüyor! “Mekkar” Arapça “hilekar” ya da “düzenbaz” anlamına geliyormuş. Şimdilerde çok yaygın olan bir şey bu. Makbul olduğu bile söylenebilir.