Zehirli dumandan etkilenmeden, hizipçilik yapmadan, linç kampanyalarına katılmadan, küçümseyip burun kıvırmadan, haddimizi aşmadan doğru soruları soralım ve konuyu açıklığa kavuşturalım.
Demokrasilerde niçin bir kişinin, seçilmiş de olsa, önemli makamda kalma süresine sınır koymak ihtiyacı duyulmuştur?
Niçin “Madem ki iyi adamı bulduk, bırakalım ömür boyu kalsın?” denmemiştir.
Niçin bu süre hemen hiçbir zaman dört yıllık iki dönemi, bilemedin 10 yılı geçmemiştir?
Çünkü;
1. İktidar çürütür. Mutlak iktidar dibine kadar çürütür.
Çünkü iktidarda olan her istediğini yapa yapa bunun doğru ve doğal olduğunu düşünmeye başlar. Yetkisinin ve gücünün kendi kişisel ayrıcalığı olduğunu düşünmeye ikna olur. Bunu kabul etmeyenleri aptal ve hain olarak görür, yakınından uzaklaştırır, harcar. Etrafı vasat yalakalarla dolar.
Yalnızca tarih değil, son yıllarda şirket yönetimiyle ilgili davranışsal araştırmalar bu savı destekleyen olgularla doludur.
2. Hiyerarşik yapılarda her birey kendi yeteneksizlik düzeyine kadar yükselir ve yetersizlik gösterdiği noktada takılıp kalır. Artık terfi edeceği, yükseleceği basamak kalmamıştır. O basamağı kaybetmemek için ayak sürümeye başlar.
Buna, kitabını yazan Laurence J. Peter’dan dolayı Peter İlkesi denmiştir.
Hepimiz örneklerini yaşamış, yetersizlik noktasına kadar yükselenleri görmüşüzdür. Örneğin gazetecilikte iyi muhabirin orta kırat istihbarat şefi, kötü yazı işleri müdürü ve berbat genel yayın yönetmeni olmasına tanıklık etmişizdir. İşin kötüsü, arkadaşın artık terfi edeceği basamak kalmamıştır.
Yetersizlik sınırına ulaşmış olan liderler yüzünden nice şirket, dernek, siyasal parti, hatta devlet batmıştır.
Makam çürümesi ölümcül olabilir.
3. Tebdil-i i makamda ferahlık vardır.
Bu hem yönetilen kurum hem de yönetici için geçerlidir. İçeriye taze hava, oksijen girer, yüzlere kan gelir, yeni sesler, duyulur, yetenekler filizlenir.
Uzmanlar, kadrolarını yenileyemeyen örgütlerin sağlıksızlaştığını ve geride kaldığını söylüyorlar.
Hele değişimin baş döndürücü bir hız kazandığı günümüzde…