Kadriye ŞAHİN

YANKI

BELLİKİ NİNE ve YOZGAT KIŞLASININ MADIMAKLARI (1.BÖLÜM)

Komşuluğun muhabbeti, muhabbetin samimiyeti koruduğu zamanlardaki, mahalle sakinlerinin bir araya gelip yaptıkları sohbetleri masal gibi dinler, her çocuk gibi dinlediklerimi, anlatılan mekanlara bakarak, yaşanan olayları hayalimde canlandırırdım. Yine, sürekli evimize girip çıkan, eski komşularımızdan yaşlı ninemizin anlattığı, daha doğrusu yaşadığı bir olayı; Sohbetlerin masal, yaşananların hayal olduğu bu günümüze, yazarak da olsa taşımamız gerektiğini düşünüyorum.

Söz konusu "Belliki" Ninemiz, Yozgat’ın Yenicami mahallesi, kışla sokağında oturur. Asıl adını mahallede kimse bilmez. Çünkü, adı hiç telaffuz edilmemiştir. Kendini bildi bileli, her söze “Belli ki” diyerek başladığı için, lâkab olarak “Belli ki” adını almış. Sonrada gerçek ismi unutulup; isminin yerini, diline dolanan bu söz alırken, kendisine isim olarak, kafa kağıdında yazılı ismi de kağıt da kalmış. Adı geçen ninemiz; Az konuşan, çok düşünen, kendi halinde, temiz yürekli, bilge, yaşlı bir Anadolu kadınıdır.

Belliki Nine, günün birinde sabah erken kalkar. Pencereyi açar. Odaya, buram buram toprak kokusuyla beraber bahar havası, serin serin yüzünü yalayıp odaya dolar. Pencereden dışarı doğru eğilir; Dağları taşları, ötüşen kuşları, yeşeren çimenleri, yuvalarına dönme sevinciyle lak lak öten leylekleri dinlerken, tabiatın kendi senfonisi eşliğinde uyanmaya başlayan, bahar pırıltısıyla parlayan huzur, etrafa yayılır. Huzurun verdiği sevinçle; Evinin tam karşısındaki; başını beyaz bulutların ipek tülbent gibi sardığı, şehre uzanan eteklerine kadar yeşil kadife elbise giyinmiş gelin edasıyla süzünen Nohutlu tepesine uzun uzun bakar. Yerde katmerleşen kar, kalkalı çok olmamıştır. Karşı tepelerde, yakın bağlarda; badem, kaysı, kiraz ağaçlarının çiçekleri, gelin tacı gibi salınır. Rüzgarın savurduğu beyaz çiçek yaprakları ve polenler, adeta kar yağıyor manzarası yaratarak, duvak tülü gibi savrulur. Evinin az ilerisinde ki kışlada çiğdemler, topraktan boynunu göstermiş, kimisi açılmış alev alev, kimisi açmak üzere mum ışığı gibi sapsarı yanar, kavrulur.

Çocukların çiğdem toplama zamanlarının geldiğini düşünerek, pencereden çekilip; yağ külahına, bulgur torbasına göz atar. Bulgur da, yağ da şimdilik idare edecek, yaza yetecek kadar kalmıştır. Onun bulgur ve yağ hazırlığının nedeni, bahar aylarında mahalle çocuklarının çiğdem gezisidir. Mahallenin çocukları; Ellerinde, dikenlerin her birine çiğdem batırılmış çalılarla kapı kapı dolaşıp, hep bir ağızdan;

Çiğdem çiğdem çiçecik,
Ebem oğlu köçecik.
Yağ verenin oğlu olsun.
Bulgur verenin kızı olsun

Diye, bas bas bağırdıklarında;
Çocuklara vereceği hediyeyi hazırlamak niyetindedir. "Her sene yağ veriyordum. Çocukların dilekleri dua yerine geçermiş ya. Herhalde bu yüzden hep oğlum oldu. Keşkelerim bulgurda verseymişim. Yaş ilerledikçe, kız evladın daha hayırlı olduğunu insan anlıyormuş. Bundan sonra yağ da versem, bulgur da versem bir şeycikler olmaz artık" diyerek söylenir. Bulgur torbasını karıştırırken akşama ne pişireceğini düşünüp, bir miktar bulgur ayırır. Bulgur kokusu madımak kokusunu hatırlatır. "Hazır ayırmışken bulguru, madımak toplayıp pişireyim. Havada çok güzel. Her halde madımaklar çıkmıştır". Diye, kendi kendine konuşur. Akşama Madımak yemeği yerken eşinin mutluluğunu da düşünerek, hemen mutfaktan önlüğünü kuşanır. Küçük kemik saplı, açılıp- kapanan bıçağını alır. Önlüğünü katlayıp beline düğüm atar. Bir parça ekmek koparıp önlüğün arasına katar. "Yemlik, ekşimik, kuşkuş, kurt kulağı neye denk gelirsem ekmek arası, gezerken atıştırıp er vakitten, gün tepeye yükselmeden biraz ot toplamalı". Deyip, evinin arka taraflarına doğru, yol kenarlarına bakarak ilerler.

Bir hayli yürümüş olmasına rağmen, ancak bir tutam toplaya bilmiştir. Zemin taşlık, madımaklar yeni yeni boy atmış. Boyları kısa olduğundan toplanacak madımak göremez. Etrafa biraz daha göz atar. Asker kışlasının sınır telinin kenarına kadar gelmiştir. "Yozgat Askeri Alayı"nı her zaman bekleyen nöbetçi askerlere bakar. Gözüne kimseler görünmez. Yada kendisi göremez. Kışlanın içine doğru, başını tellerden uzatır. Kabarık topraktan madımaklar fışkırmış, pürçek pürçek alanı sarmıştır. Sabahın çiğ tanecikleri yeşilliğin üstünde boncuk boncuk parlar. Madımaklar dan, otların üzerindeki parıltıdan, kış boyu özlediği yeşillikten gözünü ayıramaz. Fakat, içeri girmeyi de göze alamaz. "Ya askerler görürse". Diye düşünür. Sonra;

-Üç gün toplasam bir pişirim olmaz bu gidişle. Bir girsem kışlaya, iki saate kalmaz bir kaç pişirim toplarım. Toplamak ne demek. Biçerim...

Etrafa tekrar bakar. Az ilerde, sınır tellerinin biraz sıyrılmış aralığını görür. Yürür... Ot toplama isteğinin önüne geçemeyip, telden süzülüp içeri dalar. Hemen toplamaya başlar. Onu alayım, bunu toplayayım, irileri yolayım derken; Kendini öyle bir kaptırır ki, madımak peşinde ne kadar ilerlediğinin farkına varmaz. Bıçağı otlara orak gibi sallar. Avuçları madımaklar la dolup taştıkça yüreği daha bir hevesle çarpar. Her şeye rağmen kimselere görünmemek için, tüm bedenini yere yapıştırarak ilerlemeye çalışırken; Birden bire bıçak, sert bir şeye takılır. Otların arasındaki sert cismi eliyle yoklar. Çiği'lenmiş, yemyeşil, ot ve toprak kokan uzun çimlerin arasında ki şeyin, mıh gibi yere çakılmış asker botu olduğunu fark eder... Başını kaldıramaz. Utanır... Sıkılır, korkar... Albay mı, inzibat mı, çavuş mu... "Şimdi ne yapacağım. Ne cevap vereceğim" diye düşünürken...

ARKASI YARIN





30.11.2017
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ