- Anlat bakalım, Hanım Teyze!
-Hah şöyle dine (dinle) beni. Yozgat'a duşman (düşman) aya (ayağı) damedi. (değmedi)Yozgat insanı, vatanını gorumasını (korumasını) bilir. Esgerini de (askererini) gorur"(korur) Yiğitlerin harman olduğu yer" deyip, bu yüzden Atatürk; vatan evlatlarını buraya emanet etmiş. Şimdi biz onları goruyog (koruyoruz). Zamanı gelince esgerler de(askerler) vatanımızı goruyacak. Yozgat cezalıysa; Ceza verdiği yere, neden gelip gitsin Kemal Paşa? Bu paşa, Yaylı arabalara binip de; düşünüp, doğru gararlar (karar) vermek için süvarilerine, "sürün Bozok Yaylasına" Desin. Yozgat, ülkenin yüradir, yüra (yüreği)
Eliyle işaret ederek, kışlanın ortasında, sınır tellere yakın duran Atatürk'ün Koca Tepe de çekilmiş resminin; tüm ihtişamıyla ayakta duran, her gün;
Askerlerin nöbet değişimi yapılırken tekmil verilen, tekmil alınan noktada, lambalarla ışıklandırılarak canlılık kazandırılmış siluet heykeli gösterir.
-Aha bu heybetli Paşam, ülkesinin yurande (yüreğinde) huzur bulmuştur. En önemli gararları (kararları) Bozok yaylalarını gezerken almıştır. Bilir ki, Göz yanılır, akıl şaşar. Emmeee bu yurek var ya bu yurek, hep doğru yerde çarpar... İnsan, yurane (yüreğine) ceza verebilir mi?
Asker Evladım; Sizler bilmezsiniz. Yozgat'ın altınını, incisini aldılar. Topranı(Toprağını) talan edip, elani (eleğini)kepane (kepeği'ne) gaddılar (kattılar) Sona da(sonra) yalı (yağlı)urganlar da yiğitlerini sallandırdılar. Bu da yetmedi. "Cezalı" yaftasını yapıştırdılar. Sonada (sonrada) Atatürk'e, "Yozgat'a ceza verdi" diye iftira attılar. O hırsızlar var ya onlar; Yonan, Mosgof (Yunan,Bulgar) çetesine garıştılar... O zamanlar el kadar çocudum. Bi zaman sona Paşa, şu garşıda (karşı)gorünen gona'a (konağa) (Sakarya İlkokulu) gelip galdı ( kaldı). Ganılar (kağnı) goşup garşılamaya gettik. Pehlivanlar güleş (güreş)tuttu. Davullarla, zurnalarla haley (halay) çekilip toz duman savruldu. O karşı ki gonag da (Konak da) Madımak pişirip ikramda bulundug. Paşam, madımağı yemiş. Bek de baanmiş.(Pek de beğenmiş) "Bozok Yaylasının insanının yiğit olma sebebini anladım" demiş. Yozgatlıyı bole oyen (böyle öven)Ata, O cezayı Yozgat'a, Yozgat'lıya verirmi? Vermedi...! Eyi belledin mi?
Elini savurup karşı şehri gösterir.
-Aha bu Yozgat'ın toprana (toprağına) bir el atsalar, bir gabartsalar (kabartsalar). Neler çıgacak (çıkacak)neler... Emmeee,(Ama) her geçen çığnadı (çiğnedi). Her geçen, bestilini çıgarttı. Gaylen (artık)Otunu, çöpünü çıgmaz ettiler. Böle sölüye, sölüye (söyleye); Cezalı diye, diye ahalisi (insanları) devlet gapısından geçmez, halini arz etmez oldu.
Asker şaşırır... Dönüp; "Kocatepe'ye elinde sigarasıyla düşünerek tırmanan", Ata'nın siluet'ine uzun uzun bakar. Atatürk'ün duruşundan huzur ve güven duygusu yansır gözlerine. Elleriyle dokunur siluet'in dayandığı kireçle boyanmış taşlara. Yozgat'ın en uzak köşesinden görünen bu heykel, Yozgat'ı gölgesi altına almış gibi, tüm heybetiyle dimdik ayakta... Halâ, çözmesi gereken yığınlarca sorunlara çareler aramaya çalışır gibi düşünceli, yine tek başına...
Asker dönüp, geçmiş zamanın tanığı Nineyle biraz daha konuşmak ister. Ne var ki; Belliki Nine, kucağındaki madımakları askerin ayakları dibine bırakmış, çoktan telleri aşmıştır. Söylediği sözlerin yüreğinde esen serinliği, tepesini yakan öğle sıcağını bastırmıştır. Evine doğru yürürken.
"Bilinmedikleri bellet,(Öğret) Bellikiii, belliki... Belli ki, Dışarı adamı (Yabancı) bizi bir şey bilmiyog sanıyo. (zannediyor) Bilmiyo ki benim adım Belliki, yaşayıp bellemiş her şeyi. Belirsiz heç bişey gonuşur mu (konuşur mu) Belli ki? Ceza alanlar gacıp getti.(kaçıp gitti) Ceza lafı Yozgat'ıma bela galdı.
Diye; kendi kendine konuşarak, kapısını açıp, eteğinde kalan madımak kırıntılarını eliyle çırparak evine girer.
Ertesi gün talim saatinde komutan askerlere madımak türküsü söyletecek mi diye talimi takip eder. Fakat "o türküyü duyamadım emme" (ama)... Der, daha bir heyecanlanarak...
-Her bahar olduğu gibi. Esgerler (askerler); iki gün "Yozgat Alayı"nın atlarına ot biçtiler. Yozgat'ın asker gışlası temizlendi. O sabah, avlu süpürmek üçün(için) gapıyı (kapıyı) açtığımda; Torbalar dolusu madımag gapının önüne bırahılmış... Gomutan; onca otun arasından, asgerlere madımahları seçtirmiş. Belli ki, askerlere böyle ceza vermiş...
Gomşular (komşular) toplanıp, tandırları (Ocak) yagtıg. Üstüne sacları attıg. Saçgıları (kırıntı yakacak) saçıp, taze yufkalar yaptıg. Madımakları temizleyip, gümbür gümbür satırlarla gıydıg... goca goca gazanlarda pişirip; çolug çocug (çoluk-çocuk) mis goğulu (kokulu) dürümler sardıg. Sırgıta, sırgıta (Sırkıta) Ata'mın canı için, kışlanın yasag madımahlarını afiyetle yedig.(yedik) Gışlanın madımahlarından, gışlık (kışlık) madımahları mızı bile guruttuh.(kurttuk) O gomutan Yozgat dan gidesiye gader, mettup (mektup) yazıp, her bahar torbalar dolusu madımah gönderdi.
O günün heyecana bürünen Belliki Nine, yasağı aşmış, meramını anlatmış olmanın gururuyla; Yozgat Kışlasında dim dik duran Atatürk siluetini aynı eda ile gösterip.
-Aha bu Ata'nın sayesinde bu günlere geldik. Memleketime golgesi yetiyo (gölgesi yetiyor)...
Der, eklerdi.
-Demek ki, Devleti yönetene; Milletin derdini, Memleketin kıymetini, işin gerçaani (gerçeğini) anatmak, anatmasını (anlatmak, anlatmasını) bilmek gerekiyor...
Sözü bitince ayağa kalkar..
-Haydi bana müsaade. Bu günlük bu kadar.
Der...
Kendi sözü üstüne, ne söylenir, ne cevap verilir hiç dinlemez. Sadece sürekli söylediği o sözle "Belliki, belliki" diyerek, avlu kapısında kaybolmasına alışılmıştı. Fakat o gün, aynı mahallede oturan Şekerin Meelde (şekerin Mevlüde) lakabıyla anılan komşu, engelleyerek kapıdan çıkmasını engeller. Biraz şakayla karışık, biraz sırnaşık...
-Dur bakalım Belliki Hanım. Bugün kaçıp gitmek yok. Kışlanın madımaklarını anlatıyorsun ballandıra ballandıra. Yemişsiniz mahalle halkıyla madımakları dallandıra dallandıra. Söz geçirmişsin, Yozgat kışlasının koca alayına. Fakat, ne yazıyordu; Saklıyor, söylemiyorsun, o mektup da?
İri-yarı bedeniyle kapıyı kapatan komşusundan bu sefer kurtulamayacağını anlayan Nine;
-Çekil gapıdan Meelde. Belli ki söylenmez. Söylersem, hayrın hayrı galmaz.(kalmaz)
-Hayır, yıllarca beklemez. Yerini bulmuştur. Ne yazıyordu mektupta?
-Eh... Söleyim bali.(söyleyeyim artık)
"Atatürk'ün canı için...
Vatanı bekleyen askerlerden, askerini koruyan, Atasını seven mahalle sakinlerine hediyedir. Bu alayda kaldığım sürece, madımaklar aynı niyetle, her yıl gönderilecektir"
02.12.2017
-Hah şöyle dine (dinle) beni. Yozgat'a duşman (düşman) aya (ayağı) damedi. (değmedi)Yozgat insanı, vatanını gorumasını (korumasını) bilir. Esgerini de (askererini) gorur"(korur) Yiğitlerin harman olduğu yer" deyip, bu yüzden Atatürk; vatan evlatlarını buraya emanet etmiş. Şimdi biz onları goruyog (koruyoruz). Zamanı gelince esgerler de(askerler) vatanımızı goruyacak. Yozgat cezalıysa; Ceza verdiği yere, neden gelip gitsin Kemal Paşa? Bu paşa, Yaylı arabalara binip de; düşünüp, doğru gararlar (karar) vermek için süvarilerine, "sürün Bozok Yaylasına" Desin. Yozgat, ülkenin yüradir, yüra (yüreği)
Eliyle işaret ederek, kışlanın ortasında, sınır tellere yakın duran Atatürk'ün Koca Tepe de çekilmiş resminin; tüm ihtişamıyla ayakta duran, her gün;
Askerlerin nöbet değişimi yapılırken tekmil verilen, tekmil alınan noktada, lambalarla ışıklandırılarak canlılık kazandırılmış siluet heykeli gösterir.
-Aha bu heybetli Paşam, ülkesinin yurande (yüreğinde) huzur bulmuştur. En önemli gararları (kararları) Bozok yaylalarını gezerken almıştır. Bilir ki, Göz yanılır, akıl şaşar. Emmeee bu yurek var ya bu yurek, hep doğru yerde çarpar... İnsan, yurane (yüreğine) ceza verebilir mi?
Asker Evladım; Sizler bilmezsiniz. Yozgat'ın altınını, incisini aldılar. Topranı(Toprağını) talan edip, elani (eleğini)kepane (kepeği'ne) gaddılar (kattılar) Sona da(sonra) yalı (yağlı)urganlar da yiğitlerini sallandırdılar. Bu da yetmedi. "Cezalı" yaftasını yapıştırdılar. Sonada (sonrada) Atatürk'e, "Yozgat'a ceza verdi" diye iftira attılar. O hırsızlar var ya onlar; Yonan, Mosgof (Yunan,Bulgar) çetesine garıştılar... O zamanlar el kadar çocudum. Bi zaman sona Paşa, şu garşıda (karşı)gorünen gona'a (konağa) (Sakarya İlkokulu) gelip galdı ( kaldı). Ganılar (kağnı) goşup garşılamaya gettik. Pehlivanlar güleş (güreş)tuttu. Davullarla, zurnalarla haley (halay) çekilip toz duman savruldu. O karşı ki gonag da (Konak da) Madımak pişirip ikramda bulundug. Paşam, madımağı yemiş. Bek de baanmiş.(Pek de beğenmiş) "Bozok Yaylasının insanının yiğit olma sebebini anladım" demiş. Yozgatlıyı bole oyen (böyle öven)Ata, O cezayı Yozgat'a, Yozgat'lıya verirmi? Vermedi...! Eyi belledin mi?
Elini savurup karşı şehri gösterir.
-Aha bu Yozgat'ın toprana (toprağına) bir el atsalar, bir gabartsalar (kabartsalar). Neler çıgacak (çıkacak)neler... Emmeee,(Ama) her geçen çığnadı (çiğnedi). Her geçen, bestilini çıgarttı. Gaylen (artık)Otunu, çöpünü çıgmaz ettiler. Böle sölüye, sölüye (söyleye); Cezalı diye, diye ahalisi (insanları) devlet gapısından geçmez, halini arz etmez oldu.
Asker şaşırır... Dönüp; "Kocatepe'ye elinde sigarasıyla düşünerek tırmanan", Ata'nın siluet'ine uzun uzun bakar. Atatürk'ün duruşundan huzur ve güven duygusu yansır gözlerine. Elleriyle dokunur siluet'in dayandığı kireçle boyanmış taşlara. Yozgat'ın en uzak köşesinden görünen bu heykel, Yozgat'ı gölgesi altına almış gibi, tüm heybetiyle dimdik ayakta... Halâ, çözmesi gereken yığınlarca sorunlara çareler aramaya çalışır gibi düşünceli, yine tek başına...
Asker dönüp, geçmiş zamanın tanığı Nineyle biraz daha konuşmak ister. Ne var ki; Belliki Nine, kucağındaki madımakları askerin ayakları dibine bırakmış, çoktan telleri aşmıştır. Söylediği sözlerin yüreğinde esen serinliği, tepesini yakan öğle sıcağını bastırmıştır. Evine doğru yürürken.
"Bilinmedikleri bellet,(Öğret) Bellikiii, belliki... Belli ki, Dışarı adamı (Yabancı) bizi bir şey bilmiyog sanıyo. (zannediyor) Bilmiyo ki benim adım Belliki, yaşayıp bellemiş her şeyi. Belirsiz heç bişey gonuşur mu (konuşur mu) Belli ki? Ceza alanlar gacıp getti.(kaçıp gitti) Ceza lafı Yozgat'ıma bela galdı.
Diye; kendi kendine konuşarak, kapısını açıp, eteğinde kalan madımak kırıntılarını eliyle çırparak evine girer.
Ertesi gün talim saatinde komutan askerlere madımak türküsü söyletecek mi diye talimi takip eder. Fakat "o türküyü duyamadım emme" (ama)... Der, daha bir heyecanlanarak...
-Her bahar olduğu gibi. Esgerler (askerler); iki gün "Yozgat Alayı"nın atlarına ot biçtiler. Yozgat'ın asker gışlası temizlendi. O sabah, avlu süpürmek üçün(için) gapıyı (kapıyı) açtığımda; Torbalar dolusu madımag gapının önüne bırahılmış... Gomutan; onca otun arasından, asgerlere madımahları seçtirmiş. Belli ki, askerlere böyle ceza vermiş...
Gomşular (komşular) toplanıp, tandırları (Ocak) yagtıg. Üstüne sacları attıg. Saçgıları (kırıntı yakacak) saçıp, taze yufkalar yaptıg. Madımakları temizleyip, gümbür gümbür satırlarla gıydıg... goca goca gazanlarda pişirip; çolug çocug (çoluk-çocuk) mis goğulu (kokulu) dürümler sardıg. Sırgıta, sırgıta (Sırkıta) Ata'mın canı için, kışlanın yasag madımahlarını afiyetle yedig.(yedik) Gışlanın madımahlarından, gışlık (kışlık) madımahları mızı bile guruttuh.(kurttuk) O gomutan Yozgat dan gidesiye gader, mettup (mektup) yazıp, her bahar torbalar dolusu madımah gönderdi.
O günün heyecana bürünen Belliki Nine, yasağı aşmış, meramını anlatmış olmanın gururuyla; Yozgat Kışlasında dim dik duran Atatürk siluetini aynı eda ile gösterip.
-Aha bu Ata'nın sayesinde bu günlere geldik. Memleketime golgesi yetiyo (gölgesi yetiyor)...
Der, eklerdi.
-Demek ki, Devleti yönetene; Milletin derdini, Memleketin kıymetini, işin gerçaani (gerçeğini) anatmak, anatmasını (anlatmak, anlatmasını) bilmek gerekiyor...
Sözü bitince ayağa kalkar..
-Haydi bana müsaade. Bu günlük bu kadar.
Der...
Kendi sözü üstüne, ne söylenir, ne cevap verilir hiç dinlemez. Sadece sürekli söylediği o sözle "Belliki, belliki" diyerek, avlu kapısında kaybolmasına alışılmıştı. Fakat o gün, aynı mahallede oturan Şekerin Meelde (şekerin Mevlüde) lakabıyla anılan komşu, engelleyerek kapıdan çıkmasını engeller. Biraz şakayla karışık, biraz sırnaşık...
-Dur bakalım Belliki Hanım. Bugün kaçıp gitmek yok. Kışlanın madımaklarını anlatıyorsun ballandıra ballandıra. Yemişsiniz mahalle halkıyla madımakları dallandıra dallandıra. Söz geçirmişsin, Yozgat kışlasının koca alayına. Fakat, ne yazıyordu; Saklıyor, söylemiyorsun, o mektup da?
İri-yarı bedeniyle kapıyı kapatan komşusundan bu sefer kurtulamayacağını anlayan Nine;
-Çekil gapıdan Meelde. Belli ki söylenmez. Söylersem, hayrın hayrı galmaz.(kalmaz)
-Hayır, yıllarca beklemez. Yerini bulmuştur. Ne yazıyordu mektupta?
-Eh... Söleyim bali.(söyleyeyim artık)
"Atatürk'ün canı için...
Vatanı bekleyen askerlerden, askerini koruyan, Atasını seven mahalle sakinlerine hediyedir. Bu alayda kaldığım sürece, madımaklar aynı niyetle, her yıl gönderilecektir"
02.12.2017
02.12.2017
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Adem Bozok
17.12.2017 00:26:00Kaleme alınan bu hikayeyi okudum. Asıl beni etkileyen yazı hakkında ki yorumlar oldu.Neden se, Çapanoğlunun yorumu beni çoook gerilere götürdü. Aslında o soruya verilecek ne çok cevap var. Yani Atatürk elbete başımızın tacı. Fakat, asalet düşkünleri Ve...
Abdulkadir Çapanoğlu
08.12.2017 09:48:00Sayın Kadriye Şahin Hanımefendi,
Cevabi yorumunuz için teşekkür ederim. Her zamanki müthiş değerlendirmeleriniz gibi bu yazınız da bir yorumdan öte ayrı bir makale olmuş. Haddim olmayarak derim ki, bu cümleler bir yorum yazısında kalmamalı.Mesela ilk iki paragrafı, bir 10 Kasım yazısı olsa ne güzel olurdu. Dilerim okuyucu, yazınızın sonuna geldiğinde bu yorumunuzu da sonuna kadar okur. Okuyucular adına ben teşekkür eder saygılarımı iletirim. Sağlıkla kalınız.
Abdulkadir Çapanoğlu
Adınız ve Soyadınız
07.12.2017 11:12:00Sayın Kadriye Şahin Hanımefendi,
Cevabi yorumunuz için teşekkür ederim. Her zamanki müthiş değerlendirmeleriniz gibi bu yazınız da bir yorumdan öte ayrı bir makale olmuş. Haddim olmayarak derim ki, bu cümleler bir yorum yazısında kalmamalı.Mesela ilk iki paragrafı, bir 10 Kasım yazısı olsa ne güzel olurdu. Dilerim okuyucu, yazınızın sonuna geldiğinde bu yorumunuzu da sonuna kadar okur. Okuyucular adına ben teşekkür eder saygılarımı iletirim. Sağlıkla kalınız.
Kadriye ŞAHİN
06.12.2017 02:37:00Sayın Çapanoğlu Beyefendi; İlginiz için teşekkür ederim.
O zamanın insanları; dar zamanı, zor zamanı, açlığı, yokluğu bire bir yaşadıkları için, Milli ve ulvi değerlerimizin kıymetini daha çok biliyor, daha çok anlıyorlardı. Onlar için hayat okuldan öte okul, televizyondan öte görsel olmuştu. Paylaştıkları için bilgiliydiler. Her Anadolu kadını eşini, kardeşini, çocuğunu Atatürk'ün yanında, emrinde kaybetmiştir. Onlar için, gidenlerin tek bedende geri dönüş simgesi Kamal Paşa idi.
Hiç bir değeri, siyasete sermaye yapmayacak kadar da onurlu idiler. Şimdi ki siyasiler anlayamadıklarından, onların baktığı pencereden bakamadıklarından, sadece yırtık yerlerine yama yapmak için, asılacak dal maksadıyla dillerine doluyor. Değerlerin değerini, düşünce; farklılığın kıymetini başları sıkışınca ancak anlıyorlar.
"ne zaman yobazlaştık" sorunuza gelince, her yerde, her yerin yobazı vardır. Yine de bizim insanımızın kendi halkına, Milletine kurşun sıkacak kadar yobaz olduğunu sanmıyorum. Sadece aklımız omzumuz da gezeriz. İş başa düşünce aklımızı başımıza almasını biliriz. Az okur, az düşünürüz. Bu kusurumuz dan dolayı biraz saf kalırız.
O gün Mustafa kemal,in askerleri, bu gün, Yozgat sarıtopraklık Şehitliğinde yatan, vatanı için hayatının baharında toprağa düşen, genç fidanlarımız olmasaydı, onları doğuran analar, o acılara katlan-masaydı evlerimizde sıcacık oturamazdık. Allah onları yetiştirenlerden de şehitlerimizden de razı olsun. Her düşüncenin, her halin bir sebebi vardır.Farklı fikirler elbet olacak. Önemli olan, her şeye rağmen Milli değerlerimizin kıymetini bilip, aynı noktada birleşelim. Şehitlerimizin hatırına bir birimize saygılı, anlayışlı olalım..
Tekrar teşekkür eder, selam ve saygılar sunarım.
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
02.12.2017 13:28:00Sayın Kadriye Şahin Hanımefendi
Bu günkü kadar yazılı ve görsel basının olmadığı Cumhuriyetin ilk yıllarının köylüsü,yani "Atatürk'ün milletin efendisi" diye tanıttığı köylü "BELLİKİ" bu günkünden daha "arif" imiş. Ne zaman ve nasıl bu kadar cahil ve yobaz olduk? Saygılarımla.