Hayatta hep gülmek isteriz. Gülümsemek, gülümsetmek uğruna, ne çabalar harcarız. Mutluluk duygusunun uzağımızda olduğunu düşünerek, o duyguyu yakalamak için sürekli peşinde gezeriz. Oysa, başkalarının mutlu olması için, kendimizin ağlaması gerektiğini düşünmeyiz.!

Ağlamak gülmekten değerli olmasaydı, insan hayata ağlayarak başlar mıydı? Daha gözlerini açmadan dünyaya, ağlamayan bebekler sarılarak kundağa, teslim edilmez ana kucağına. İlk çığlıkları atmadığı an, ilk tokat atılır minnacık suratına. Ağlamak, yaşamın, mutluluğu yaşatmanın ilk belirtisi, ruhun bedende uyanması. Allah'ın üflediği nefesin, o bedende, ses olup duyulması... Tüm sırlar saklıdır bebeklerin bilinçsiz attığı ilk çığlıkların arasında. İlk ağlama, hayata dair söylenmedik sözlerin şifrelenmiş sesidir aslında.

Zaman içinde duygular geliştikçe ağlama nedenleri de değişir. Sessiz ağlamalara duygular karıştıkça; duyguların süsü, sözü olur, damla damla akan tuzlu gözyaşları. Bazen elimizin dışıyla sileriz gözlerimizden süzülen damlaları. İstemsiz okşarız parmağımızın ucuyla, gözlerimizi buğulandıran göz pınarlarını. Açmak isteriz gönlümüzden dışarı yol bulan kanalları. Derdimizi, kederimizi sürükleyip dışarı atan, yüreğimizden kaynayan, gönülde buharlaşan, gözlerde su kıvamı alan, kirpiklerden damla olup, damlayan duyguları. Göz, ister ki parmaklar hafifçe dokunsun. Dil susup sükunete ulaşsın. Sadece yüreğin dili sel olup aksın. Kirpiklerde hüzünler parçalanıp damlalara ayrılsın. Bazende gözler söze erip, gönlün meramını kelimelerin tükenmişliğinde anlatsın.

Hz Adem, dünyaya gönderildiği ilk an, pişmanlık duygusuyla
ağlamaya başlamış. İlk adımlarını ağlayarak atıp, dünyayı dolaşmış. O, dünyayı tanımadan, dünya Adem'in gözyaşlarıyla sulanmış. Belki, Adem ağlamasa, kül kütlesi olan dünyada güller açıp, başka canlar hayat bulamazdı. Eşinden ayrı kalan Havva, ağlayarak Adem'i aramasa, gökten yağmurlar yağmazdı. Dünyayı cennete çeviren, belli ki pişmanlık gözyaşlarıydı. Adem ile Havva, cennetten bir damla suyu, yada cennetin özünü gözlerinde dünyaya taşımayı başardı. Görünen o ki, cennet ile dünya arasındaki yollara döşenenler pişmanlık cilasıyla cilalanmış damlaların taşlarıydı.

Bazen zayıflık sanıp sakladığımız o gözyaşları, aslında bir iksir, var oluş belirtisi. İnsanlığın, insan olmanın nişanesi. Hem de, hayat ekininin besini, köleliğin kırılan zinciri.. Allah'tan af dilenirken, hataların pişmanlığı içinde dökülen bir damla gözyaşının, cehennem ateşini söndüreceğini belirterek, Peygamberimiz (s.a.v); bir hadisinde, “Hiç bir mü'min yoktur ki, gözünden sineğin başı kadar gözyaşı, Allah Teâlâ korkusundan çıksa ve yüzünün sıcaklığına temas etse, Allah Teâlâ, onun cehenneme girmesini haram kılar. [89]" Diyerek" müjdeliyor.

Eller semaya açıldığı an, bir damla gözyaşının hatırına, dualar kabul görürken, tüm rahmet, merhamet kaplarını kapatan kirli kilitleri eritip en kirli gönüllerdeki kiri, pası, bir damlanın deryasında arındırarak temizleyip, halden hale geçmek için, içinde köprüler gizliyor. Bu köprüler, tövbeye ulaştırıp, şükrün şevki'inde, gönülleri inşiraha erdirirken, gönülleri genişleterek, yüreği hafifletip deryaları, denizleri içinde besliyor.

Tariflere sığmayan gözyaşlarını, bir yazarımız şöyle tarif ediyor;
""Bir gözyaşı, gül mevsiminde güle karşı akarsa aşk olur adı; Sevgiyi damıtır en derin yerinden.
Suçlardan sonra tenha gecelerde akarsa tövbedir tadı; gönülleri arıtır en kara kirinden.
Bir gözyaşı, bir cevherdir, ateşten kaynayan.
Özü sudur ama avuçta bir yalım, gönülde bir yangın olur.
Bir ateştir aslında o, dumanı ah ile çıkan.
Onun içindir ki yıkayarak yakar, yakarak yıkar.
Arıtır ve eritir; temizler ve gizler…
Fazilettir, diyettir…
Bu yüzden denilir ki, gözyaşı yiğitler kârıdır ve civanmertler vakarıdır.

Şehrazat, acılarını gözyaşıyla anlatır. Sancılı damarlarda ölümcül çılgınlıkları gözyaşıdır. Toplasanız gözyaşlarını âşıkların, dalgalı bir deniz olur. Gözyaşı ki, kişinin kendisiyle kavgasının sonunda akarsa tomur tomur mercandır; ve eğer pişmanlıklarla tartılırsa mübarek bir heyecandır.""

Diğer taraftan bir şarkı, değer verdiği sevgiyi en değerli yerde sakladığını belirterek;

"Gözyaşımda saklısın ağlayamam ben
Düşeceksin sanırım kirpiklerimden..."

Sazlardan söz, sözlerden öz yansırken bu şarkı, gözyaşının gizemini ortaya döküyor. O gizemde ki sevgisini, sevdasını, sevgilisine olan tüm hislerini yüreğinde saklayan şair, gözyaşlarıyla döküleceğinden korkarak ağlamamayı tercih ediyor. Sevgi gönül evinde açan bir gül. Gözyaşları, gönülden dışarı akan ırmak. Neden kaptırsın gönlünün gülünü dışarı açılan ırmağa? Sevgi, baki ruhta yaşadıkça, sevgiliyi fani göz görse de, görmese de ne önemi var? Önemli olan sevgilinin sevgisini yaşatmak.

Bazen o gözyaşlarını, kimseyi kırmamak, kaybetmemek adına; dökülmesinden, dağılmasından, uçup gitmesinden korktuğumuz için, alevleri hıçkırıklara düğümleyip, yüreğimizin en ücra köşesinde marifettir saklamak. Maksat, sevgiyi korumak, barındırmak... O sevgi, sarmaşık olup sarsın diye sulamak için değil midir ağlamak?

Ruhumuzu arındıran, yüreğimizi paklayıp yumuşatan, cenneti barındıran, gönlümüzü cilalayan, sevginin barınması için tertemiz zemin hazırlayan, cehennem ateşini söndüren, , Yusuf'u Züleyha'ya döndüren, İbrahim'in ateşini güle çeviren, Hacer'in ayağı altına zemzem olup serilen, Meryem'in gözünden kundaktaki bebeğin yüzüne düşüp, İsa'yı dile getiren. Eyyup peygamberi dertlerinden dermana erdiren, Muhammed Mustafa (s.a.v)mi, en yüksek makama yükselten, kutsal kitapların ayetlerini süsleyen; inci, mercan taneleri ve hepimizde mevcut olan en değerli hazine... Ne güzel bir süstür, inci inci yaşlardan, kar tanesi kadar aklanmış paklanmış bir ruha, Allah için ağlayıp damla damla şebnemler ile süslenip huzurunda durmak.

O bir hazinedir ki; kulun yaratıcıya olan tüm sevgisi, arzu hali o yaşlarda gizlidir. İnsanın insana, insanın Allah'a elçisidir. O yaşlar, gönülden kaynar, gözden yol bulur, yüzde kaybolur. Gönül ise Allah'ın mekanıdır. Bu yüzden gözyaşının kıymetini bilmeli, kutsallığına kutsalca değer vermeli... Her an, her yerde, her şeye; kimin ne haddinedir harcamak, harcatmak...!

Cehennem ateşini bir damla gözyaşı söndürüyorsa, bir damla gözyaşı, kim bilir ne cehennem ateşlerini de alevlendiriyor. Birde bu "hadis"i ters tarafından düşünmeli. Bu nedenle, ağlatan dan değil; ağlayan insanın, insanlığın, tüm canlıların gözyaşlarından ürpermeli, korkmalı. Bir insanın, bir hayvanın, bir çocuğun gözleri nemleniyor, hatta bir yaprak domur domur terliyorsa, o yaş düşmeden çaresine bakmalı ki; yanımıza alacağımız azık, ah ile akan o damlalar olmamalı. Gözyaşının her damlasında kim bilir ne ateşler saklı.

Ne var ki, günümüzde çoğu insanlar, rahat, ferah yaşam peşine düşüp, gülüp oynuyor. Lâkin, insanlık hep ağlıyor. Sebebi, aç gözlü, merhametsiz, bencil, egosunu şişiren yöneticiler ve yine insanlar. Keşke, ülkeleri yönetenler gözyaşı dökecek kadar civanmertlik vakarına ermiş olsa. Ağlatmamak için ağlasa. insanlığın ruhuna gök kuşakları doğsa. Tüm alemi saran bu kuşaklar, bütün kötülerin kötülüklerin firavunlarını boğsa.

Ağlayanların gözyaşlarını dindirmek, ne büyük erdemliktir.
Çünkü, o gözyaşları sadece, Allah ile kul arasındaki elçidir.
İnsan, insanı yada bir canlıyı inciterek ağlatırsa, her damlası Allah'a şikayettir.
Döktürülen, dökülen her damla gözyaşı'na elbet bir gün, bir bedel ödenecektir.

Kadriye ŞAHİN -07.01.2020
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ