Gelsem, bir temmuz akşamında.
Uyusam rüzgarların koynunda.
Akşamın kızıllığında; başakları seyretsem, uçsuz bucaksız yeşil deniz dalgalarında. Çekirge sesleri taşınsa, ılık esen rüzgarların kanadında. Yıldızlar, kıpır kıpır göz kırparken, siyah atlas altında. Kavak yapraklarının, kıpırtılı ışıkları yakamoz olsa; kıvrılarak akan derenin suyunda. Al yazmalı kadınların ellerinde; kınalar al al gelincik olup açsa. Çobanların kaval sesi eşlik etse, dağ pınarlarının şarkısına. Saman kokusu sarsa her yanı, akşam yanan ocakların dumanında. Mısır gözlerken çocuklar, kızıl közlü ocak başında. Bir tas bulama çorbası, bir kaç yeşil soğan bıraksam, yer sofrasına. Birazda, hediye olsun diye, taze nohut toplarken şehirdeki dostlara...Yeşil denizlerin tozlu tuzunu tüllendirip, lâleler bağlasam, desteler arasına.
Sonra, ulaşsam o şehre...
Her köşesinde özlemlerin, hasretlerin duman olup savrulduğu; kaybolan geçmişinde, kaybolanı aradığım o yere...
Dere boyu salkım söğütler, boyun büküp eğilse mahallenin girişinde. Ceviz ağaçları karşılasa, girer girmez o şehrin bahçeli evlerinde. Mor erguvanlar; salkım, salkım selam dursa, yeşil yapraklar içinde. Leylekler, kanat çırparken gökyüzünde.Tahta parmaklı balkonlarda, akşam sefaları açılsa, günün en erken vaktinde. Kumdöken çeşmesine ulaşmak için, çamlık caddesinde. Dursun dedeyi takip etsem, su tenekesinden damlayan suların izinde. Ara sokaklarda; türkü söyleyerek, inci boncuk satan Deli Mehmet'in sesi belirse mahallede.
"Çamlığın başında tüter bir tütün.
Acı çekmeyenin yüreği bütün."
Türkünün hüznünde;
Seyrederken,Yozgat'ı ulu çamlar arasında.
Dönüp yol alsa göç kervanı, Yozgat yolunda.
Denk gelse; arifeye, bayrama, dönüş günleri, dönüşler.
Bayram için, bayramlık eşyalar ile süslense yine evler.
Hani, bayramdan bayrama serilirdi rengarenk kilimler. Çiçek, çiçek açardı evlerin içinde zeminler. Sedir yastıklarda oynaşır, dantelli işlemeler... Beyaz badananın aydınlığında, toprak sıvalı duvarların yüzü gülümser... Bayram namazından sonra, kurulan sofralarda; bardaklar, kaşıklar dile gelip, beraberlik şarkısı söyler. Limon kolonyası, kahve kokusuna karışarak şenlenir haneler. Çocuklar için hazırlanmış; cam kaselerin içinde parlar; fındıklı, cevizli akide şekerler. Sehpaların üstünde; misafir için, ıslık çalarak ritm tutar semaverler.
Misafir olsam, bir bayram gününde kendi yuvama.
Annem, gülümseyen gözleriyle kapıyı açsa. Öpüp, koklasa, bassa bağrına... Gurbette buz tutmuş ruhumu ısıtsa. Uykusuz gecelerimi bıraksam koynuna... Babam,"ne çok beklettin" deyip, dolansa boynuma... Yılların tortulanmış yükünü eritinceye dek, sarsam kollarımda. Sakinleşir belki; özlem yüklü yürek ağrılarım, sol yanımda...
İstemezdim bayramlık...!
Kırgınım bayramlara.!
Bir sefer, bayramlık adına dönseler, tüm bayramlık giysiler inadına. Anlatıp üzmek istemem, ne acılarımı, nede sancılarımı... Yine, saklarım; kıran, kırılan, sırsız zaman aynalarına... Baklavalar, börekler açar, sarmalar sarar... Hem de kurban olur, canımı adardım yollarına... Yeter ki, götürdükleri bayramları, geri getirseler yanlarında.
Neden çok gördüler ki?.
Bir armağan, bir bayram olaydı. Çocukluğumuzdan kalan bayramlar, çocuklarımıza...Yıllar oldu, hiç gitmedim oralara... Halâ, yollara bakıp, bekliyorlar sanıyorum, pencerenin kenarında...
Gelirdim;
Dönseydiniz bayramları alıp yanınıza.
Bir güne de razıyım... Misafir olurdum, pembe boyalı odamda.
Buz kesen özlemlerim erirdi, canlanan tüm anıların sıcaklığında. Dip bucak temizler, bırakmazdım el alemin hatıralarını yuvamda...
Hani, hiç uyku tutmazdı "arife" akşamları... Annem böyle söylerdi. "Yıkar, paklar, melekleştirir çocuk ruhunuzu arife suları..." Bayramın, bayramlıkların sevinci sarar, kınalı ellerimizde tutsak olurdu, bayram gecesi uykuları. Sabah'ın seherinde uyandırıp uyuyan kınaları. Duvar dibine, itina ile dökülürdü; yıkanan kınanın, yeşil suları...
Aslında;
Hüzünleneceğimi bildiğimden kapılıyorum korkulara...Tanıdık kimse de kalmamış. Ne yer, ne yuva, ne de bir tek akraba... Dayanamam diye, gitmek istemiyorum sılama.Terk edene küsmez, darılmam da komşu çocuklarına..
Lâkin; Baba ocağımız, sıla kucağımız "kurban edilmiş" çok katlı apartmanlara. Hem de, yenilik ve yapılaşma adına.
Yıkılmış tüm haneler, müteahhitlerin çıkarına. Haberini aldım. Yabancılar yerleşmiş ucube beton binalara. Şehirde kalan üç- beş yerli insan. Koparıp, talan etmiş; hatır-gönül bağlarını da.
Ceviz dikmişti annem, evin tam arkasına. Derdi ki,"yedi yılda verir. Ben bakamam belki tadına." Yirmi yılı aşkın dır ceviz veriyormuş. Bir o kalmış, virane olan yapıların arasında. Tek kalan, yan komşumuz da ölmüş geçen hafta. Ses, soluk kesilmiş avlularda. Komşulardan yaşıyor; tek Ümmühan Abla, Mustafa amca. Onlar da, şehrin taa öte başında.
Anlaşılan, anılar kalmamış.
Anlatamıyorum...!
Anlatılmıyor, anılarda ki bayramlar. Bayramlar, var olan anıların; anılar, var olan mekanların ve insanların içinde barınırlar.Var olanı barındırma gayreti içinde olmayan toplumlar; bir gün, bayramı bayram kılan birlik, beraberlik, paylaşım, yardımlaşma, güven unsurlarını taşıyan insanlık duygusunu kaybederek, geçmişin yerini dolduran yeniler, yenilikler, bağ kurulamayan, samimiyet oluşturulamayan yabancı insanlar ve mekanlarla baş başa kalırlar. Bu samimiyetsizlik ve kurulamayan bağlar, bayramların anlamını ve içini boşaltarak yozlaşmış bayramlara yerini bırakır. Yani toplumlar, yenileşme adına her şeyi çıkarına, insanı insanlığa, bayramları bayramlara kurban eder hale geldi. Oysa, bu günün toplumuna "Kurban bayramı"nın anlamını ciltler dolusu kitap yazacak kadar derine indirgeyerek anlatmak gerekir. Yüce Yaratıcı, "kimse, kimseyi kendi nefsine kurban etmesin. Sadece, kendi nefsini kurban etsin" diye Hz. İbrahim'e koç göndermedi mi? O koç, sadece nefsani isteklerin simgesidir. Her yıl, kurban kesiyoruz fakat. Doğayı kendimize, çocukları nefsimize, parayı, malı-mülkü şahsımıza, dostluğumuzu siyasete, insanlığımızı teknolojiye KURBAN ediyoruz? Bu nedenledir ki, sılada ki bayramların gurbetteki bayramlardan farklı olduğunu sanmıyorum.
Oysa ki;
Gurbette yaşamak belki de kader.
Ne var ki; bayramları, derin mi derin bir keder.!
Gurbette yaşayanın bayramı olmaz. Sadece dini vecibelerini yerine getirir. Belki ahbabı dostu vardır. Lakin; anası, atası, akrabası ve geçmişinden uzaktır. Bu değerlerin kıymetini bilmeyenler için, her gün düğün, her gün bayramdır.
Bir apartmanda yaşayan insanlar bir birini tanımıyorsa, güvenmiyorsa, selamlaşmıyor, manevi şeyler paylaşmıyor, gönlünde sevgiyi barındırmıyor, bayramlarda otellere kaçıyor, anaya, baya mesaj atarak bayramlaşıyor ise... Bu bayramlar, kime bayram olsun? Bayram bunun neresinde, nasıl yaşansın? Yaşanılan samimiyetsizliğin, uzaklaşmanın, kaçışın adı nasıl bayram olsun? Mesaj çekip, bayramlaşmak ile bayram mı olur? Bayramları bayram yapan insanlar ve insani duygulara dayalı paylaşımlardır. Hatırlanmak, sayılmak, sevilmek, değer vermek, el uzatmak, gönül almak, sevmek, sevindirmektir bayram. Bayram; ikram ederek mutlu etmek. Mutlu ederken mutluluğu yaşamaktır. Günümüzün bayramları teknolojiye, tatillere KURBAN oldu. İkramların bile bahanesi hazırlandı. Baklava, börek; şeker hastalığına adandı. Kavurmalar lokantalarda tatlandı. Anneler, babalar çocuklara her hafta kıyafet aldı. Kesilen kurbanlar, dondurucuda saklandı. Kurban diye bir hayvan kesiyoruz lâkin; asıl, insanlığı ve bayramları kendimize KURBAN ediyoruz. Nefsani isteklerimizden, asıl nefsimizdeki hayvandan asla vazgeçmiyoruz, geçemiyoruz. Velhasılı, dondurucuda dondurup, nefsani kirlerimizi bile kendimize saklıyoruz..
Yaşadığımız yeri gurbete çevirmeden... İnsanlığımızı nefsimize... Kültürümüzü, geçmişimizi bilinçsiz yeniliklere, bencilliğe... İçinde yaşadığımız doğayı doyumsuzluğa, dostluğumuzu siyasete KURBAN etmeden yaşamayı becere bilme bilincine ermek dileğiyle...
Tüm İslâm aleminin ve insanlığın bayramı mübarek, kurbanları kabul olsun.
20.08.2018
Uyusam rüzgarların koynunda.
Akşamın kızıllığında; başakları seyretsem, uçsuz bucaksız yeşil deniz dalgalarında. Çekirge sesleri taşınsa, ılık esen rüzgarların kanadında. Yıldızlar, kıpır kıpır göz kırparken, siyah atlas altında. Kavak yapraklarının, kıpırtılı ışıkları yakamoz olsa; kıvrılarak akan derenin suyunda. Al yazmalı kadınların ellerinde; kınalar al al gelincik olup açsa. Çobanların kaval sesi eşlik etse, dağ pınarlarının şarkısına. Saman kokusu sarsa her yanı, akşam yanan ocakların dumanında. Mısır gözlerken çocuklar, kızıl közlü ocak başında. Bir tas bulama çorbası, bir kaç yeşil soğan bıraksam, yer sofrasına. Birazda, hediye olsun diye, taze nohut toplarken şehirdeki dostlara...Yeşil denizlerin tozlu tuzunu tüllendirip, lâleler bağlasam, desteler arasına.
Sonra, ulaşsam o şehre...
Her köşesinde özlemlerin, hasretlerin duman olup savrulduğu; kaybolan geçmişinde, kaybolanı aradığım o yere...
Dere boyu salkım söğütler, boyun büküp eğilse mahallenin girişinde. Ceviz ağaçları karşılasa, girer girmez o şehrin bahçeli evlerinde. Mor erguvanlar; salkım, salkım selam dursa, yeşil yapraklar içinde. Leylekler, kanat çırparken gökyüzünde.Tahta parmaklı balkonlarda, akşam sefaları açılsa, günün en erken vaktinde. Kumdöken çeşmesine ulaşmak için, çamlık caddesinde. Dursun dedeyi takip etsem, su tenekesinden damlayan suların izinde. Ara sokaklarda; türkü söyleyerek, inci boncuk satan Deli Mehmet'in sesi belirse mahallede.
"Çamlığın başında tüter bir tütün.
Acı çekmeyenin yüreği bütün."
Türkünün hüznünde;
Seyrederken,Yozgat'ı ulu çamlar arasında.
Dönüp yol alsa göç kervanı, Yozgat yolunda.
Denk gelse; arifeye, bayrama, dönüş günleri, dönüşler.
Bayram için, bayramlık eşyalar ile süslense yine evler.
Hani, bayramdan bayrama serilirdi rengarenk kilimler. Çiçek, çiçek açardı evlerin içinde zeminler. Sedir yastıklarda oynaşır, dantelli işlemeler... Beyaz badananın aydınlığında, toprak sıvalı duvarların yüzü gülümser... Bayram namazından sonra, kurulan sofralarda; bardaklar, kaşıklar dile gelip, beraberlik şarkısı söyler. Limon kolonyası, kahve kokusuna karışarak şenlenir haneler. Çocuklar için hazırlanmış; cam kaselerin içinde parlar; fındıklı, cevizli akide şekerler. Sehpaların üstünde; misafir için, ıslık çalarak ritm tutar semaverler.
Misafir olsam, bir bayram gününde kendi yuvama.
Annem, gülümseyen gözleriyle kapıyı açsa. Öpüp, koklasa, bassa bağrına... Gurbette buz tutmuş ruhumu ısıtsa. Uykusuz gecelerimi bıraksam koynuna... Babam,"ne çok beklettin" deyip, dolansa boynuma... Yılların tortulanmış yükünü eritinceye dek, sarsam kollarımda. Sakinleşir belki; özlem yüklü yürek ağrılarım, sol yanımda...
İstemezdim bayramlık...!
Kırgınım bayramlara.!
Bir sefer, bayramlık adına dönseler, tüm bayramlık giysiler inadına. Anlatıp üzmek istemem, ne acılarımı, nede sancılarımı... Yine, saklarım; kıran, kırılan, sırsız zaman aynalarına... Baklavalar, börekler açar, sarmalar sarar... Hem de kurban olur, canımı adardım yollarına... Yeter ki, götürdükleri bayramları, geri getirseler yanlarında.
Neden çok gördüler ki?.
Bir armağan, bir bayram olaydı. Çocukluğumuzdan kalan bayramlar, çocuklarımıza...Yıllar oldu, hiç gitmedim oralara... Halâ, yollara bakıp, bekliyorlar sanıyorum, pencerenin kenarında...
Gelirdim;
Dönseydiniz bayramları alıp yanınıza.
Bir güne de razıyım... Misafir olurdum, pembe boyalı odamda.
Buz kesen özlemlerim erirdi, canlanan tüm anıların sıcaklığında. Dip bucak temizler, bırakmazdım el alemin hatıralarını yuvamda...
Hani, hiç uyku tutmazdı "arife" akşamları... Annem böyle söylerdi. "Yıkar, paklar, melekleştirir çocuk ruhunuzu arife suları..." Bayramın, bayramlıkların sevinci sarar, kınalı ellerimizde tutsak olurdu, bayram gecesi uykuları. Sabah'ın seherinde uyandırıp uyuyan kınaları. Duvar dibine, itina ile dökülürdü; yıkanan kınanın, yeşil suları...
Aslında;
Hüzünleneceğimi bildiğimden kapılıyorum korkulara...Tanıdık kimse de kalmamış. Ne yer, ne yuva, ne de bir tek akraba... Dayanamam diye, gitmek istemiyorum sılama.Terk edene küsmez, darılmam da komşu çocuklarına..
Lâkin; Baba ocağımız, sıla kucağımız "kurban edilmiş" çok katlı apartmanlara. Hem de, yenilik ve yapılaşma adına.
Yıkılmış tüm haneler, müteahhitlerin çıkarına. Haberini aldım. Yabancılar yerleşmiş ucube beton binalara. Şehirde kalan üç- beş yerli insan. Koparıp, talan etmiş; hatır-gönül bağlarını da.
Ceviz dikmişti annem, evin tam arkasına. Derdi ki,"yedi yılda verir. Ben bakamam belki tadına." Yirmi yılı aşkın dır ceviz veriyormuş. Bir o kalmış, virane olan yapıların arasında. Tek kalan, yan komşumuz da ölmüş geçen hafta. Ses, soluk kesilmiş avlularda. Komşulardan yaşıyor; tek Ümmühan Abla, Mustafa amca. Onlar da, şehrin taa öte başında.
Anlaşılan, anılar kalmamış.
Anlatamıyorum...!
Anlatılmıyor, anılarda ki bayramlar. Bayramlar, var olan anıların; anılar, var olan mekanların ve insanların içinde barınırlar.Var olanı barındırma gayreti içinde olmayan toplumlar; bir gün, bayramı bayram kılan birlik, beraberlik, paylaşım, yardımlaşma, güven unsurlarını taşıyan insanlık duygusunu kaybederek, geçmişin yerini dolduran yeniler, yenilikler, bağ kurulamayan, samimiyet oluşturulamayan yabancı insanlar ve mekanlarla baş başa kalırlar. Bu samimiyetsizlik ve kurulamayan bağlar, bayramların anlamını ve içini boşaltarak yozlaşmış bayramlara yerini bırakır. Yani toplumlar, yenileşme adına her şeyi çıkarına, insanı insanlığa, bayramları bayramlara kurban eder hale geldi. Oysa, bu günün toplumuna "Kurban bayramı"nın anlamını ciltler dolusu kitap yazacak kadar derine indirgeyerek anlatmak gerekir. Yüce Yaratıcı, "kimse, kimseyi kendi nefsine kurban etmesin. Sadece, kendi nefsini kurban etsin" diye Hz. İbrahim'e koç göndermedi mi? O koç, sadece nefsani isteklerin simgesidir. Her yıl, kurban kesiyoruz fakat. Doğayı kendimize, çocukları nefsimize, parayı, malı-mülkü şahsımıza, dostluğumuzu siyasete, insanlığımızı teknolojiye KURBAN ediyoruz? Bu nedenledir ki, sılada ki bayramların gurbetteki bayramlardan farklı olduğunu sanmıyorum.
Oysa ki;
Gurbette yaşamak belki de kader.
Ne var ki; bayramları, derin mi derin bir keder.!
Gurbette yaşayanın bayramı olmaz. Sadece dini vecibelerini yerine getirir. Belki ahbabı dostu vardır. Lakin; anası, atası, akrabası ve geçmişinden uzaktır. Bu değerlerin kıymetini bilmeyenler için, her gün düğün, her gün bayramdır.
Bir apartmanda yaşayan insanlar bir birini tanımıyorsa, güvenmiyorsa, selamlaşmıyor, manevi şeyler paylaşmıyor, gönlünde sevgiyi barındırmıyor, bayramlarda otellere kaçıyor, anaya, baya mesaj atarak bayramlaşıyor ise... Bu bayramlar, kime bayram olsun? Bayram bunun neresinde, nasıl yaşansın? Yaşanılan samimiyetsizliğin, uzaklaşmanın, kaçışın adı nasıl bayram olsun? Mesaj çekip, bayramlaşmak ile bayram mı olur? Bayramları bayram yapan insanlar ve insani duygulara dayalı paylaşımlardır. Hatırlanmak, sayılmak, sevilmek, değer vermek, el uzatmak, gönül almak, sevmek, sevindirmektir bayram. Bayram; ikram ederek mutlu etmek. Mutlu ederken mutluluğu yaşamaktır. Günümüzün bayramları teknolojiye, tatillere KURBAN oldu. İkramların bile bahanesi hazırlandı. Baklava, börek; şeker hastalığına adandı. Kavurmalar lokantalarda tatlandı. Anneler, babalar çocuklara her hafta kıyafet aldı. Kesilen kurbanlar, dondurucuda saklandı. Kurban diye bir hayvan kesiyoruz lâkin; asıl, insanlığı ve bayramları kendimize KURBAN ediyoruz. Nefsani isteklerimizden, asıl nefsimizdeki hayvandan asla vazgeçmiyoruz, geçemiyoruz. Velhasılı, dondurucuda dondurup, nefsani kirlerimizi bile kendimize saklıyoruz..
Yaşadığımız yeri gurbete çevirmeden... İnsanlığımızı nefsimize... Kültürümüzü, geçmişimizi bilinçsiz yeniliklere, bencilliğe... İçinde yaşadığımız doğayı doyumsuzluğa, dostluğumuzu siyasete KURBAN etmeden yaşamayı becere bilme bilincine ermek dileğiyle...
Tüm İslâm aleminin ve insanlığın bayramı mübarek, kurbanları kabul olsun.
20.08.2018
20.08.2018
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ