Seda, yeğenim Zaferin küçük kızı. Zafergil İstanbulda oturur. Geçtiğimiz Pazar düğünü vardı Sedanın. Düğün için biz de birkaç günlüğüne İstanbullu olduk.
Kına gecesi Zafergilde cümbür cemaat geceledik. Haremlik-selamlık. Salonda biz (Ben, Mehmet, Muhsin, Ali İhsan, Resul ve Ahmet) yattık. Resulla Ahmet üçlü koltuklara uzandı. Biz de yere serilen şiltelerin üzerine konuşlandık. Yattığımızda gecenin saat üçüydü. Saat altıda Ali İhsanla Mehmetin konuşmaları bizi uyandırdı. İkisi de ezan okundu iddiasındalar. Ben dedim ki:
-Ezan altı buçukta okunacak. Siz yanlış duymuşsunuz.
Bunlar ısrar ediyorlar. Neyse abdest alıp namaza durdular. Bizim Mehmet namazdayken ezan okunmaya başladı. Meğer Mehmetle Ali İhsanın duyduğu ezanı Resulun telefonu okumuş. O da Kayseriye ayarlıymış. İş anlaşıldı. Ben Mehmete takıldım:
-Aman kardeşim, sen namazı tekrarla. Ezandan önce kıldın, dedim. Mehmet güldü. Allah kabul eylesin salondaki yarenler namazı eda ettikten sonra yeniden uyku taharrisine başladık.
Kına-düğün arasındaki gecede arabaşı şöleni yapmışlar. Gecenin bir yarısı arabaşı yemiş bizimkiler. Ben o gecede yoktum. Arabaşında bulunamadım.
Düğün İmamet, Hitabet ve İlmi Araştırmalar Vakfındaydı. O akşam davetliler iki ayrı salonda ağırlandılar. Erkekler giriş katındaki salona alındı. Kadınlar birinci katta bir araya geldi.
Düğün töreni Kuran tilavetiyle başladı. Ailenin toplumdaki yeri ve önemini içeren konuşmaları ilahiler izledi. Ben ilahi diyorum. Programın akışını sunan kişi ezgi dedi. Yani şöyle: Şimdi ..... kardeşimizden ezgiler dinleyeceksiniz.
Neden ezgi dedi. Hani özgün müzik moda ya... Gençlerin ve çocukların (Ezgi okuyanlardan iki tanesi çocuktu.) okuduğu ezgiler özgün müzik formundaydı. Ahmet Kaya ezgilerini andırıyordu bu ezgiler. Bu sebepten ilahi demedi herhalde.
Neyse, konuyu dağıtmayayım. Biz salonda bir masada yerimizi aldık. Ben, Mehmet, Ali İhsan, Resul, Ahmet, Ufuk, Timur ve Ali. Gazi de gelecekti düğüne. Fakat Adapazarından konukları varmış. O sebepten aramızda olamadı. Keşke o da bulunsaydı. Muhsinle Murat bir başka masadaydılar. Tolga ve Zafer, baba oğul davetlilerle ilgilendiler. Bir hayli yoruldular. Ama tatlı, huzurlu bir yorgunluk...
Düğün takı töreniyle nihayetlendi. Vakfın bahçesinde Sedayla vedalaştık. Gelenekti, töreydi ayağına Zaferi, Haticeyi ağlatacaklar. Kız babası, kız anası ya... Ama ben daha önce konuştum. Dedim ki Zafergilde:
-Ne güzel. Evladınızın mürüvvetini görüyorsunuz. Kız olsun, oğlan olsun. Ağlamak niye? Güle oynaya gelin- güveyle vedalaşmalı. Oğlan evi gülecek, kız evi ağlayacak! Ne kadar yanlış. Ben dört evladımın düğününde bir damla gözyaşı dökmedim. Güle güle gelin ettim kızlarımı. Güle güle damat oldu oğlum. Hepsi de mutlu ve huzurlu birer yuva kurdular.
Zafer ağlamadı. Hatice de... Ben ağladıklarını görmedim. Seda da çok mutlu ve huzurluydu. Buna çok sevindim.
Böylesi birliktelikler ne güzel oluyor. Mesela ben Timur ve Ali Kaya kardeşleri çok küçükken görmüşüm. Düğünde görüştük. Karışıp kaynaştık. Kına gecesinde Ali, bizi Maltepe sahilinde DSİ tesislerine götürdü. Çay sigara böreği ikramında bulundu. Bizi hürmete boğdu. Varlığı daim olsun. Ufuk Can çok ilgi gösterdi. Selim Ayyıldız aradı. Düğünden haberi yokmuş. İlle misafirim ol! diye ısrar etti. Vuslatı bir başka zamana bıraktık.