Bu anlatıyı Yusuf Doğdu’dan aldım. Yusuf Doğdu emekli öğretmendir. Şairdir, yazardır. Daha geçenlerde Köksal Akçalı’yla ortaklaşa bir kitap çıkardılar. Kitabın adı “Damıtılmış Sözler”. Bu kitabı ilk fırsatta okuyacağım.
Yusuf Doğdu, İncesu’ya bağlı Sarıkürklü köyündendir. Sarıkürklü ve havalisinde geçen ve unutulmayan yaşanmışlıkları tatlı tatlı anlatır. Sözle, yazıyla…Ne güzel eder.
Gelelim anlatıya. Ben anlatıda ufak tefek düzenlemeler yaptım. Yusuf Doğdu’nun hoşgörüsüyle…
.
Tarlaların motor sesiyle uyanmadığı yıllar. İnsan ve hayvan gücüyle yapılıyor reşberlik. Tarlalar karasabanla sürülüyor. Ekin tırpanla biçiliyor. Orakla yolunuyor. Harman dersen düvenle sürülüyor. Harman hasıl olunca yabayla savrulup taneyle saman ayrılıyor. Bundan yarım asır öncesinden bahsediyorum. Zor yıllar…
.
Sarıkürklü Köşker Mehmet, akıllı adam. Kolunda altın bileziği var. Köşker. Reşberlik karın doyurmuyor. Öyleyse ne duracak Sarıkürklü’de. Kayseri’ye geldi. Boyacı Kapısı’nda küçük bir dükkân kiraladı. Köşkerliğe başladı. Ayakkabı tamir ediyor. Kısa sürede mesleğin inceliklerini kavradı. Ayakkabı tamirinin yanı sıra İskarpin, çizme, mest dikimi derken aldı yürüdü. Aranan isim oldu Köşker Mehmet. İyi para kazandı. İtibarı arttı.
Erciyes eteklerine kurulmuş köyü Sarıkürklü'yle de irtibatını kesmedi.. Kışın Çifteönü’nde kiraladığı bir gecekonduda oturuyordu. Böylece çocuklarını rahatça okuttu. Bahar aylarında okullar kapanınca köyüne taşınırdı. Güze kadar tarla, bağ, bahçe işleriyle hanımı ve çocukları ilgilenirdi. Kendisi şehirde işinin başındaydı. Arada bir köyüne gidip, sabah şehirdeki işine dönerdi. Bu durum okulların açılmasına kadar devam ederdi. Zaten o zamana kadar bağ, bahçe işleri de biterdi.
Tarlalarını ücret karşılığında başkalarına ektirip biçtiriyordu. O sene Dalaktepeler, Topalların Çardak, Çora muhitleri buğday ekiliydi. İlkbahar geride kaldı. Aylardan Temmuz. Ekinlerin biçilme vakti geldi.
O günlerde dükkânına uğrayan esnaf arkadaşları ‘Sendika’ denilen bir şeyden bahsettiler. Sendika, çalışanların haklarını koruyormuş. İşçilere çok değer veriyormuş. Sekiz saatten fazla işçi, amele çalıştıranlara ceza kesiyormuş…
Bu durum Köşker Mehmet’in oldukça ilgisini çekti. Çok da hoşuna gitti. Çünkü Köşker Mehmet hep garibandan yana, yufka yürekli biriydi.
Ekinler biçilecek. Bu işi yapacak elemana ihtiyaç var. O gün işi erken bıraktı. Çıktı alışverişe. Akşam gün batımına doğru heybesini doldurarak köyünün yolunu tuttu. Evde akşam yemeğinden sonra eşi Hamdune Hanım konuyu açtı:
-Herkes tarlasını biçtirmek için bizim köyden, yakın köylerden orakçılar getirmeye başladı. Bizim ekinler de iyice gurudu. Gecikmesek…
Köşker Mehmet:
-Ben de zaten bu maksatla ırgatlık kaydı yaptım. Şimdi hemen çıkıp iki ırgat ayarlamaya çalışacağım, dedi.
-Sen daha iyisini bilin ya, geçen sene biçenlere biçtirsek … Temiz iş yapıyorlardı, çok iyilerdi. Hem köylümüz, hem de ihtiyaçları var.
-Horoz Mehmet’le eniştem Hoca’nın oğlunu mu diyon?
-He ya, onlar iyi çalışırlar, dedi eşi Hamdune.
.
Köşker Mehmet kalktı sofradan. Çıktı köyün içine. İki saat sonra geri döndüğünde Horoz Mehmet ve eniştesi Hoca’nın oğlu Mustafa’dan çalışmaları için söz almıştı. Hemen sabah güneşiyle birlikte işe başlayacaklardı. Sabah işe başlanacağı için kolları sıvadı Hamdune Hanım. Irgatların yiyecek ve içeceklerini hazırladı. O yıllarda sabah güneş doğunca işe başlanırdı. İşlerin bırakılma zamanı gün batımıydı.
O sabah işçiler, Topalların Çardak yöresindeki tarlada çalışmaya başladılar. İki saat sonra Köşker:
-Oturun arkadaşlar biraz dinlenin, hem yemek vakti, dedi.
-Daha irken değal mi Memet ? diye sordu eniştesi Hocanın oğlu Mustafa.
-Çok yoruldunuz inişte. Aceliye gerek yok. Yavaş yavaş, dinlenerek çalışın. N’olacak, bir gün, iki gün fazla sürer. Canınıza yazık değal mi?
-Sağ ol gaynım, Allah razı ossun…
Tarladaki Alıç ağacının gölgesine oturdular. Yiyecek çıkınları açıldı. Hamdune Hanım’ın hazırlamış olduğu katmerler, börekler, süzme yoğurt, peynir sofra bezinin üzerine konuldu. Ayrıca şehirden getirilen tahin helvası sofranın ortasında yerini aldı. iştahlıca yediler. Üstüne tütünlerini sarıp cigaralarını keyifle tüttürdüler. Bir süre dinlendikten sonra kalkıp çalışmaya başladılar. Bir saat kadar sonra Köşker:
-Yiter arkadaşlar, yanıma gelin.
-Hayırdır, bi şiy m’oldu, diye sordu Horoz Mehmet.
-Yok gardaşım, tütün molası…
Köşker Mehmet tütün tabakasını ortaya attı:
-Haydi, sarın için içebildiğiniz gader…
Tütünlerini içen ırgatlarına bu defa:
-Yatın uyuyun, biraz dinlenin. Kalkığınızda yimeğimizi yiyip tekrar işe başlarık, deyince Hocanın oğlu ile Horoz Mehmet iyice şaşırdılar. Ama ağalarının bu isteği işlerine gelmedi değil. Kendilerine birer ağaç altı gölgesi ayarlayarak kestirmeye başladılar. Bir müddet uyuduktan sonra tekrar yiyeceklerden atıştırıp, buzlu ayranlarını içtikten sonra çalışmaya başladılar. Aradan birkaç saat kadar zaman geçince Köşker Mehmet:
-Tamam, ellerinize sağlık. Bu günlük bu gader. Yarın galdığımız yirden devam idecağak, dedi.
Irgatları şaşırdılar. Horoz Mehmet:
-İyi de Mehmet Ağam, daha ikindi bile olmadı. Neden işi bıraktırıyon? Yoğosa yarım yevmiye mi virecağan? Yoğosa işden mi kovuyon? diye sordu.
-Olur, mu, siz bu gün tam yevmiyeyi hak ettiniz.
-Daha akşam olmadı ki? diyecek oldu eniştesi Hocanın oğlu Mustafa.
-Bundan soğna böyle. “Sendika” diye biri varımış arkadaş. İşçilerini fazla çalıştıranlara, parasını virmiyenlere ceza kesiyomuş. Ben kimsenin hakkını yimem. Alın terlerini fazlasıyla ödemeye çalışırım. Sendikayınan da başımı belaya sokmam.
Duruma sevinen hocayla Horoz Mehmet toparlanıp köye döndüler. Hocanın hanımı Deli Zarif:
- Herif! Hayır mı, şer mi? İrken geldiniz…
Hoca:
-Valla avrat ben de annamadım. Şeğerde sendika diye biri varımış. Gardaşın it gibi gorkuyo. O sendika kimise? Bizi ikindi olmadan bıraktı.
Deli Zarif:
-Gadasını alıyım kimin gardaşı ki o. O sendika da kimise Allah razı ossun ondan, dedi.
.
Hocanın oğlu Mustafa’yla Horoz Mehmet giyinip kuşandılar. Dolaşmaya çıktılar. İkindi vakti gelmişti. Camiden çıkanlar bunları erken vakitte köyde görünce şaşırdılar. Önceleri işten kovulduklarını sandılar. Ancak Köşker Mehmet’in yaptıklarını öğrenince şaşkınlıları daha da arttı. O gece başka tarlalarda çalışan diğer ırgatlar gizlice Hoca ile Horoz Mehmet’i bularak meseleyi öğrendiler. Ertesi günden itibaren çalıştıkları tarlalarda işleri ağırdan almaya, ağaları tarafından söylenilen sözleri kulak ardı etmeye başladılar.
.
Bu durum tarlalarında işçi çalıştıran tarla sahiplerini oldukça kızdırdı. Üç gün sonra akşamleyin bir araya gelip ağız birliği yapan işveren durumundaki Bilal Ağa, Kadı , İsmail Çavuş, Komüş’ün Ali, Deli Hacı Ömer, Köşker Mehmet’in evine baskına gittiler. Evin bahçe kapısına varınca içlerinden Bilal Ağa gür sesiyle:
-Köşker Mehmet! Köşker Mehmet! Dışarı Çık! diye bağırdı.
Onun gök gürültüsünü andıran sesini duyan Köşker, “Hayırdır inşallah,” diyerek üstüne çeki düzen verdikten sonra evden dışarı çıktı:
-Buyurun ağalar, ne istiyosunuz?
-Sen bizim başımıza bela mısın?” dedi Kadı.
-Annamadım..diyecek oldu Köşger Mehmet. Onun sözünü kesti İsmail Çavuş:
-Nirden çıktı bu sendika denilen herif arkadaş? Başımıza bela mı? Ona ne bizim tallalarda çalışan ırgatlardan?
-Arkadaş, senin gibi biz parayı sokaktan toplamıyok. Senin işin yolunda. Kunduraya çak dört çivi, iki tık tık, üç şık şık!..Ver üç lira, ver beş lira. Biz senin gibi kolay para kazanmıyok Köşker. Bizim canımızı sıkma, dedi Komüş’ün Ali.
-Size ne arkadaş bizim ırgatlarımızın nasıl çalıştığından? Alan razı veren razı. Eski köye yeni adet mi getiriyon? O Sendika denilen herife de söyle sakın buralara gelmesin. Hatta Kayseri’yi terkitsin. Yoğosa biz yapacağımızı bilirik, diye tehditler savurdu Bilal ağa.
-Ona uymaya devam idersen sen de topla çoluğunu çocuğunu köyü terk et. Bir daha da buralara uğrama. Huzurumuzu bozma! sözleriyle geliş maksatlarını özetledi Kadı. Sonra da çekip gittiler.
Köşker, kapısının önünde öylece donakaldı. Olanları korku ve merakla izleyen hanımı ve çocukları çok korktular. Bir süre sona kendine gelen eşi Hamdune kapı önünde çınar ağacı gibi sessiz sedasız dikilmekte olan erinin yanına vardı:
-Herif!
-Hııı!..
- Herif! Gonumuzunan gomşumuzunan kötü olmuyalım. Huzurumuzu, dirliğimizi bozmuyalım. Hemen yarın sabah irkenden şeğere git. Söyle sendika denilen adama bizim köye uğramasın. Şeğerdeki büyük ağalarınan, beğlerinen uğraşsın. Her yeri düzene soktu da da bizim köy mü galmış?