Kadın, hayatın devam ettiği her yerde varlığını sürdüren nadide bir varlık. Kadın iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir ev hanımı hem de erkek egemen bir toplumda dişiyle tırnağı ile bir yerlere gelmeye çalışan, mücadele veren bir sosyal birey. Yıllarca haksız bir ayrımcılığa tabi tutulmuş. Hakları gasp edilmiş. Kimi zaman aynı kulvarda, lakin farklı koşullarda yarıştırılmış. Eğitime, bir takım sosyal haklara, toplumsal hizmetlere ulaşmakta zorlanmış. Sosyal statülerin ve kariyer hedeflerinin dışında tutulmuş. Karar alma, sevk ve idare mekanizmalarından uzaklaştırıldıkları gibi baskı, taciz ve cinsel istismara uğramış. Bir kısmı töre ve namus cinayetlerine kurban gitmiş. Bir kısmı da kılık kıyafet tercihleri nedeniyle eğitim hakkını kaybetmiş. Bu ayrımcılık tarihler boyu gelişmekte olan bir çok ülkede kadınlardan hiçbir mukavemet görmeden yıllarca böyle devam etmiş...
Nihayet Amerika’da “8 Mart 1908”de bir grup kadın işçi çalıştıkları fabrikada emeklerinin karşılığını alamamaları ve çalışma şartlarının ağırlığı nedeniyle belki de ilk kez toplu halde hak arama mücadelesine girmişler. Fabrika sahipleri tarafından, fabrikanın içine kilitlenen işçiler; ne yazık ki çıkan yangın sonucunda kaçamayınca 180 kadın işçi diri diri yanarak can vermiş.
Bu olaydan sonra kadınların çalışma koşullarının düzeltilmesi, iyi bir yaşam tarzı, eşit işe eşit ücret uygulaması ve hem de seçme, seçilme hakkı için mücadeleleri artarak devam etmiştir. 1970’lerde de 8 Mart’ın “ Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanılmasına karar verilmiş. Ve her yıl çeşitli platformlarda kadınların sorunları dile getirilmiş çözüm önerileri bir bir hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Aslında “kadın hakları” savunulurken asla ayrıcalık istenmemiş, sadece insan olmanın gereği sahip olunması gereken haklar söz konusu edilmiştir. Felsefede Berkeley’in “Var olmak” bir şey “algılanmak” başka bir şeydir düsturundan hareketle; maalesef toplumlar tarihler boyu, rahatsız edici boyutta “algılamadaki” seçicilikleri ile kadınlara karşı negatif ayrımcılık uygulamışlardır. Ta ki kadınlar “bilinç düzeylerini yükseltip, farkındalık iç görüsünü” keşfedip bunu harekete geçirene dek. Kısaca “biz de varız” diyene kadar.. İşte bu keşifle birlikte bu durum günümüze kadar kadınlar lehine değişiklik arz etmiştir.
, Aslında gerek İslam dininde ve gerekse Türk aile ve devlet geleneğinde “kadın” ayrıcalıklı ve önemli yere oturtulurken, zamanla kadına verilen değerin uygulamada keyfilikler sebebiyle unutulduğu onun yerine ne yazık ki aksi görüşün bilerek veya bilmeyerek hakim kılındığı görülmüştür. Bu gün Başbakanlığa bağlı çalışan “Kadının Statüsü Gene Müdürlüğü” nün aşağıda ki verileri de bunu kanıtlamaktadır.
-Türkiye’de her 3 kadından 1’i şiddet mağduru. . Şiddetin yüzde 34'ü fiziksel, yüzde 53'ü sözlü olarak gerçekleşiyor. Üstelik şiddete her eğitim grubundan kadın maruz kalıyor. Ve bir çok kadın “kol kırılır yen içinde kalır” düşüncesiyle ya da utandığından bunu herkesten saklıyor..
-Aile içi suçların yüzde 87'si kadınlara karşı işleniyor.Bu oran gecekondu semtlerinde yüzde 97'lere çıkıyor.
- Kadınların yüzde 40'ı görücü usulüyle evleniyor, yüzde 20'si ise nikahsız yaşıyor.
- Kadınların yüzde 55'i doğum kontrolü uygularken, yüzde 64'ü hamilelik döneminde doktora gitmiyor.
- Yılda 2 bin 500 kadın anne olmak isterken yaşamını yitiriyor.
- Eğitime bakıldığında ise, Türkiye'deki makasın her geçen gün kadınlar aleyhine açıldığı görülüyor. Okuma yazma oranı yüzde 20. Yani her 5 kadından biri okuma-yazma bilmiyor. Ülkenin doğusuna gidildikçe bu oran yüzde 40'lara yükseliyor. İlköğrenimi bitiren her 100 erkek öğrenciden 74'ü orta öğrenime devam ederken, her 100 kız öğrenciden sadece 57'si orta öğrenime devam ediyor. Eğitim gören her 100 kadından sadece 2 tanesi yükseköğrenim görebiliyor.
- Kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 27, işveren kadın oranıysa binde 9 larda bulunuyor.
- Lise ve daha üstü eğitimli 15-24 yaş grubunda bulunan kadınların yüzde 39.6'sı işsiz.
-İş rakamlarına bakınca iş dünyasında da, eğitim dünyasında olduğu gibi kadının yerinin olmadığı daha net ortaya çıkıyor. İşte bazı çarpıcı rakamlar; Tarım kesiminde kadınlar, erkeklerin 4’te birini, özel sektörde ise erkeklerin neredeyse yarıya yakınını kazanmakta.
- Bürokraside ise Türkiye'de 850 kaymakamın sadece 17'sini kadınlar oluşturuyor.
- Hakim ve cumhuriyet savcısı sayısı içindeki kadın oranı ise yüzde 18
- Parlamento’daki kadın oranı dünyada yüzde 17, Arap ülkelerinde yüzde 7, Türkiye’de yüzde 4. Yerel yönetimlere bakıldığında da durum farklı değil. 34 bin 477 kişinin görev yaptığı belediye meclislerindeki kadın sayısı sadece 864. Oran olarak da sadece yüzde 2.5. Türkiye’nin kadın nüfusu yüzde 52’ken, Parlamentodaki temsil rakamı 4.4. Yani Türkiye’deki kadınların çoğu temsil edilmiyor 2007’de Türkiye’de kadının siyaset bilançosu bu. Bu bilançonun içine siyasal katılımdan namus cinayetlerine, iş yaşamına katılımdan cinsel istismara, şiddetten başörtüsüne, ayrımcılıktan ticari sömürüye kadar bin bir sorunu da eklemek mümkün. Bu rakamlar aslında fazla söze yer bırakmıyor
Bu iç acıtıcı değerlerden sonra Türkiye bu sorunlu tablodan kurtulabilecek mi? Üyesi olmayı amaçladığı Avrupa Birliği'nin Kopenhag ve Mastrit kriterlerini yerine getirse bile Avrupa Parlamentosu’ndaki gibi yüzde 30'u kadınlardan oluşan bir parlamentoya sahip olabilecek mi? Daha da önemlisi bu konular sadece 8 Mart’ta tartışılıp sonra unutulacak mı?
Peki bizde böyle dünya genelinde durum nasıl bir bakalım..
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre;
1. Dünyadaki işlerin ຶ’sı kadınlar tarafından görülüyor.
2. Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak ’una sahipler.
3. Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine sahipler.
4. Başka bir değişle dünyadaki işlerin % 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve toplam mal varlığının % 99’una sahipler.
5-Bu kabarık listeye Bosna’da, Çeçenistan’da, Azerbaycan’da, Doğu Türkistan’da, Musul-Kerkük, Irak’ta bu gün Filistin’de yaşanan vahşet karşısında en çok zarar görenlerin de kadın ve çocuklar olduğunu ekleyebiliriz.
Tüm bu göstergelere ve eksikliklere rağmen geçmişle kıyaslandığında kadının durumu, yasalar ve yasal durum açısından, hukuki çerçeve açısından oldukça olumlu bir noktadayız diyebilir miyiz? Bakalım:
1998’de ailenin korunmasına dair kanunla şiddete yönelik ilk hukuki düzenlemenin çıkmasıyla, 2002’de medeni yasanın değişmesiyle, 2003 yılında yürürlüğe giren İş Kanunun getirdiği yenilikler, 2005’te Türk ceza yasasının değişmesiyle ve de anayasa’nın 10’ncu maddesine yapılan kadın erkek eşitliğini fiilen hayata geçirmek yükümlülüğünü devlete yüklenmesiyle temelde bu sorunlarda çok ciddi bir adım atılmıştır. Türkiye’de kadın-erkek eşitliğinin önünde duran unsurun yasal çerçeve olduğunu bu iyileştirici yasalardan sonra söylememiz artık mümkün değil. Yasalarla kadınlar lehine yapılan bu düzenlemeler kadının statüsünü iyi bir konuma getirmekle beraber, pratikte geleneksel zihniyet ve de ayırımcı kültür maalesef Türkiye’de en büyük engellerden birisidir. Kadına verilen hakların kadın tarafından hissedilmesinin yolu da ancak geleneksel normların değiştirilmesi, zihniyetlerin dönüştürülmesi dolayısıyla eğitimden geçer.
Kadın haklarını savunurken, kadının alamadığı sosyal hakları, kadının yoksulluğunu, eğitim eksikliğini savunurken yani parçayı savunurken bütünü de gözden kaçırmamak lazım. Parçanın bütünü gölgelemesine izin vermemek gerekir. Aslında bilmeliyiz ki Türkiye’de gerçekten çok ciddi bir kadın-erkek-çocuk fark etmez sosyal haklar sorunu var. Eğitim sorunu var. Ekonomik sorunlar var. Aslında ülkede bölgesel farklılıklarla ile birlikte derinleşen ciddi bir yoksulluk sorunu var.
Gerekli yasal düzenlemelere rağmen; elbette ki biz kadınlar olarak; her ne sebeple olursa olsun, kadınların sömürülmesini, horlanmasını, şiddete maruz kalmasını, ekonomik-sosyal her alanda fırsat ve imkan eşitliği verilmeden dışlanmasını kesinlikle kabul etmiyor, reddediyor ve telin ediyoruz.
Ancak bu mücadele özgürlük ve eşitlik adına yapılırken, kişisel ihtiraslar ve rant uğruna kadının istismar edilmesini, kadının bir meta olarak görülmesini, onurunun çiğnenmesini, toplumsal düzeni bozacak, aile kurumunun ve değerlerin zarar görmesine sebebiyet verecek şekilde ele alınmasına da ayrıca karşıyız diyorum.
Tarih : 08.03.2009
Nihayet Amerika’da “8 Mart 1908”de bir grup kadın işçi çalıştıkları fabrikada emeklerinin karşılığını alamamaları ve çalışma şartlarının ağırlığı nedeniyle belki de ilk kez toplu halde hak arama mücadelesine girmişler. Fabrika sahipleri tarafından, fabrikanın içine kilitlenen işçiler; ne yazık ki çıkan yangın sonucunda kaçamayınca 180 kadın işçi diri diri yanarak can vermiş.
Bu olaydan sonra kadınların çalışma koşullarının düzeltilmesi, iyi bir yaşam tarzı, eşit işe eşit ücret uygulaması ve hem de seçme, seçilme hakkı için mücadeleleri artarak devam etmiştir. 1970’lerde de 8 Mart’ın “ Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanılmasına karar verilmiş. Ve her yıl çeşitli platformlarda kadınların sorunları dile getirilmiş çözüm önerileri bir bir hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Aslında “kadın hakları” savunulurken asla ayrıcalık istenmemiş, sadece insan olmanın gereği sahip olunması gereken haklar söz konusu edilmiştir. Felsefede Berkeley’in “Var olmak” bir şey “algılanmak” başka bir şeydir düsturundan hareketle; maalesef toplumlar tarihler boyu, rahatsız edici boyutta “algılamadaki” seçicilikleri ile kadınlara karşı negatif ayrımcılık uygulamışlardır. Ta ki kadınlar “bilinç düzeylerini yükseltip, farkındalık iç görüsünü” keşfedip bunu harekete geçirene dek. Kısaca “biz de varız” diyene kadar.. İşte bu keşifle birlikte bu durum günümüze kadar kadınlar lehine değişiklik arz etmiştir.
, Aslında gerek İslam dininde ve gerekse Türk aile ve devlet geleneğinde “kadın” ayrıcalıklı ve önemli yere oturtulurken, zamanla kadına verilen değerin uygulamada keyfilikler sebebiyle unutulduğu onun yerine ne yazık ki aksi görüşün bilerek veya bilmeyerek hakim kılındığı görülmüştür. Bu gün Başbakanlığa bağlı çalışan “Kadının Statüsü Gene Müdürlüğü” nün aşağıda ki verileri de bunu kanıtlamaktadır.
-Türkiye’de her 3 kadından 1’i şiddet mağduru. . Şiddetin yüzde 34'ü fiziksel, yüzde 53'ü sözlü olarak gerçekleşiyor. Üstelik şiddete her eğitim grubundan kadın maruz kalıyor. Ve bir çok kadın “kol kırılır yen içinde kalır” düşüncesiyle ya da utandığından bunu herkesten saklıyor..
-Aile içi suçların yüzde 87'si kadınlara karşı işleniyor.Bu oran gecekondu semtlerinde yüzde 97'lere çıkıyor.
- Kadınların yüzde 40'ı görücü usulüyle evleniyor, yüzde 20'si ise nikahsız yaşıyor.
- Kadınların yüzde 55'i doğum kontrolü uygularken, yüzde 64'ü hamilelik döneminde doktora gitmiyor.
- Yılda 2 bin 500 kadın anne olmak isterken yaşamını yitiriyor.
- Eğitime bakıldığında ise, Türkiye'deki makasın her geçen gün kadınlar aleyhine açıldığı görülüyor. Okuma yazma oranı yüzde 20. Yani her 5 kadından biri okuma-yazma bilmiyor. Ülkenin doğusuna gidildikçe bu oran yüzde 40'lara yükseliyor. İlköğrenimi bitiren her 100 erkek öğrenciden 74'ü orta öğrenime devam ederken, her 100 kız öğrenciden sadece 57'si orta öğrenime devam ediyor. Eğitim gören her 100 kadından sadece 2 tanesi yükseköğrenim görebiliyor.
- Kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 27, işveren kadın oranıysa binde 9 larda bulunuyor.
- Lise ve daha üstü eğitimli 15-24 yaş grubunda bulunan kadınların yüzde 39.6'sı işsiz.
-İş rakamlarına bakınca iş dünyasında da, eğitim dünyasında olduğu gibi kadının yerinin olmadığı daha net ortaya çıkıyor. İşte bazı çarpıcı rakamlar; Tarım kesiminde kadınlar, erkeklerin 4’te birini, özel sektörde ise erkeklerin neredeyse yarıya yakınını kazanmakta.
- Bürokraside ise Türkiye'de 850 kaymakamın sadece 17'sini kadınlar oluşturuyor.
- Hakim ve cumhuriyet savcısı sayısı içindeki kadın oranı ise yüzde 18
- Parlamento’daki kadın oranı dünyada yüzde 17, Arap ülkelerinde yüzde 7, Türkiye’de yüzde 4. Yerel yönetimlere bakıldığında da durum farklı değil. 34 bin 477 kişinin görev yaptığı belediye meclislerindeki kadın sayısı sadece 864. Oran olarak da sadece yüzde 2.5. Türkiye’nin kadın nüfusu yüzde 52’ken, Parlamentodaki temsil rakamı 4.4. Yani Türkiye’deki kadınların çoğu temsil edilmiyor 2007’de Türkiye’de kadının siyaset bilançosu bu. Bu bilançonun içine siyasal katılımdan namus cinayetlerine, iş yaşamına katılımdan cinsel istismara, şiddetten başörtüsüne, ayrımcılıktan ticari sömürüye kadar bin bir sorunu da eklemek mümkün. Bu rakamlar aslında fazla söze yer bırakmıyor
Bu iç acıtıcı değerlerden sonra Türkiye bu sorunlu tablodan kurtulabilecek mi? Üyesi olmayı amaçladığı Avrupa Birliği'nin Kopenhag ve Mastrit kriterlerini yerine getirse bile Avrupa Parlamentosu’ndaki gibi yüzde 30'u kadınlardan oluşan bir parlamentoya sahip olabilecek mi? Daha da önemlisi bu konular sadece 8 Mart’ta tartışılıp sonra unutulacak mı?
Peki bizde böyle dünya genelinde durum nasıl bir bakalım..
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre;
1. Dünyadaki işlerin ຶ’sı kadınlar tarafından görülüyor.
2. Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak ’una sahipler.
3. Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine sahipler.
4. Başka bir değişle dünyadaki işlerin % 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve toplam mal varlığının % 99’una sahipler.
5-Bu kabarık listeye Bosna’da, Çeçenistan’da, Azerbaycan’da, Doğu Türkistan’da, Musul-Kerkük, Irak’ta bu gün Filistin’de yaşanan vahşet karşısında en çok zarar görenlerin de kadın ve çocuklar olduğunu ekleyebiliriz.
Tüm bu göstergelere ve eksikliklere rağmen geçmişle kıyaslandığında kadının durumu, yasalar ve yasal durum açısından, hukuki çerçeve açısından oldukça olumlu bir noktadayız diyebilir miyiz? Bakalım:
1998’de ailenin korunmasına dair kanunla şiddete yönelik ilk hukuki düzenlemenin çıkmasıyla, 2002’de medeni yasanın değişmesiyle, 2003 yılında yürürlüğe giren İş Kanunun getirdiği yenilikler, 2005’te Türk ceza yasasının değişmesiyle ve de anayasa’nın 10’ncu maddesine yapılan kadın erkek eşitliğini fiilen hayata geçirmek yükümlülüğünü devlete yüklenmesiyle temelde bu sorunlarda çok ciddi bir adım atılmıştır. Türkiye’de kadın-erkek eşitliğinin önünde duran unsurun yasal çerçeve olduğunu bu iyileştirici yasalardan sonra söylememiz artık mümkün değil. Yasalarla kadınlar lehine yapılan bu düzenlemeler kadının statüsünü iyi bir konuma getirmekle beraber, pratikte geleneksel zihniyet ve de ayırımcı kültür maalesef Türkiye’de en büyük engellerden birisidir. Kadına verilen hakların kadın tarafından hissedilmesinin yolu da ancak geleneksel normların değiştirilmesi, zihniyetlerin dönüştürülmesi dolayısıyla eğitimden geçer.
Kadın haklarını savunurken, kadının alamadığı sosyal hakları, kadının yoksulluğunu, eğitim eksikliğini savunurken yani parçayı savunurken bütünü de gözden kaçırmamak lazım. Parçanın bütünü gölgelemesine izin vermemek gerekir. Aslında bilmeliyiz ki Türkiye’de gerçekten çok ciddi bir kadın-erkek-çocuk fark etmez sosyal haklar sorunu var. Eğitim sorunu var. Ekonomik sorunlar var. Aslında ülkede bölgesel farklılıklarla ile birlikte derinleşen ciddi bir yoksulluk sorunu var.
Gerekli yasal düzenlemelere rağmen; elbette ki biz kadınlar olarak; her ne sebeple olursa olsun, kadınların sömürülmesini, horlanmasını, şiddete maruz kalmasını, ekonomik-sosyal her alanda fırsat ve imkan eşitliği verilmeden dışlanmasını kesinlikle kabul etmiyor, reddediyor ve telin ediyoruz.
Ancak bu mücadele özgürlük ve eşitlik adına yapılırken, kişisel ihtiraslar ve rant uğruna kadının istismar edilmesini, kadının bir meta olarak görülmesini, onurunun çiğnenmesini, toplumsal düzeni bozacak, aile kurumunun ve değerlerin zarar görmesine sebebiyet verecek şekilde ele alınmasına da ayrıca karşıyız diyorum.
Tarih : 08.03.2009
08.03.2009
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
ali servetoğlu
28.03.2009 17:01:00yazı sadece güncel değerlendirmelere göre ele alınmış amerikadaki kadınların durumu anlatılmış,halbuki türk toplumundaki uygulamalar bin yıllık tarihimiz gözden geçirilmemiştir. yazıda ilmi veriler daha iyi olabilirdi yine de başarılar
Melik Masarifoglu
24.03.2009 08:23:00Degerli Annem, Kadinlar gunu munasebetiyle harika bir yazi nesretmissin. Bu yaziyi okuyunca erkek oldugum icin Allaha sukrettim. Ama insallah bir gun kadin toplumdaki hakketigi yeri bulur. Saygilarimla..
ONUR ASLAN
15.03.2009 00:31:00Sayın Masarifoğlu; ORADA BİR ÇANAKKALE VAR GEÇİLMEZ başlıklı yazınızı Abdulkadir Çapanoğlu Beyin yorumundan etkilenerek merak ettim ve okudum. Helal olsun size helal olsun...O nasıl bir anlatımdır...O nasıl bir yorumdur...gerçekten helal olsun...Yetim hakkı yiyenlere, kul hakkı yiyip köşeyi dönenlere de kapak olsun...Milletten duygu sömürüsü ile çeşitli vaatle ile para toplayıp kendi çıkarına kullanıp köşe olanlar umarım yazınızı okuyup kendilerine bir nebzede olsa ders çıkarırlar...!Sizi yetiştiren ailenize de helal olsun babanız nur içinde yatsın elinize yüreğinize kaleminize sağlık...saygılarımla... Onur ASLAN İSTANBUL / BAKIRKÖY
Beyza ÖZAYAZ
15.03.2009 00:08:00Sayın Hocam, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürkün,Ey Kahraman Türk Kadını!...Sen ayaklar altında ezilmeye değil, omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıksın sözü yetiştirdikleri nesillerle, geleceğimizin şekillenmesinde kadının ne denli önemli rol üstlendiğini, kadına daha fazla değer verilmesi gerektiğini en iyi şekilde ifade etmektedir. Bugün birçok platformda kadın azmi, çalışmaları, başarıları ile kendini kanıtlamıştır. Malesef her dönemde bazı önyargılı kafalar, hasta düşünceli insanlar kadını ikinci sınıf insan olarak görmüşlerdir ve görmektedirler...Buna karşın her ailede okumuş kızların sayısındaki artışta sevindiricidir. Kadını kendi değerinin farkında olup bilinçlenmeside kaçınılmaz bir gerçektir. Hiç birşey için umutsuz olmamak lazım. Bilinçli, eğitimli,kadınların toplumu karanlıktan aydınlığa çıkaracağına olan inaçla sizi tebrik eder saygılar sunarım. Beyza ÖZAYAZ aşarıları ile kendini kanıtlamıştır.