Orta Asyadan Orta Avrupaya uzanan ve coğrafyacıların dilinde stepler olarak geçen iklim kuşağı, sahip olduğu uygun bitki örtüsü ve otların farklı dönemlerde yeşermesine izin veren arazi ve iklim yapısıyla dünyamızda doğal ortamlarda küçükbaş hayvan yetiştiriciliğine en uygun alanlara sahiptir.
Biz Türkler ise bu büyük yay üzerindeki en eski, en köklü ve en tecrübeli küçükbaş hayvan yetiştiricisi milletlerden biriyiz. Türk devletlerinin, boy ve aşiretlerinin adlarından bile bu durum anlaşılır: Dünya literatürüne Hun veya Hyung-nu olarak geçen Türk devlet adı acaba Koyun ve Koyunlu olabilir mi? Bunda şüphe olsa bile 14-15. Yüzyıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadoluya hâkim olan Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri daha dün kadar yakın tarihi göstermekte, Karakeçili, Akkeçili veya Sarıkeçili Türkmenleri 21. Yüzyılda aramızda yaşamaktadır.
Yozgat, koyun ve keçi yetiştiren Türkmen oymaklarının Anadoluda yerleştiği önemli yerlerden biridir. Bu bölgenin uzun yüzyıllar boyunca konar-göçer hayvancılığın merkezi olduğunu tarih kayıtları da doğruluyor. Osmanlı kayıtlarına göre 16. Yüzyılda Yozgatta büyük bir yerleşim yerinin bulunmaması, Çapanoğlu Süleyman Bey ile Sultan 3. Selim arasındaki yazışmalardan bölgenin İstanbulun küçükbaş hayvan ihtiyacını karşıladığının anlaşılması, Hüzni Babanın Yozgat Destanı adlı uzun ve meşhur şiirinde Yozgatın konar-göçer hayvan yetiştiriciliğinden uzun uzun söz etmesi bu açıdan önemlidir.
Tarihteki yeri ve önemi bir yana Yozgat yakın tarihe kadar bu özelliğini korumuştur. Daha 1970li yıllarda Yozgat önemli bir koyun ve keçi üretim merkezi idi. Her köyde her hanenin en az 40-50 koyunu olurdu. Nitekim yazının başlığına aldığım mısra türküye yansıyan zengin olma hayalini dile getiriyordu ve 100 koyun sahibi olmanın köydeki zenginliğin göstergelerinden biri olduğuna işaret ediyordu. Yozgatta bugün de yayla ve kışla adlarını taşıyan her köy veya mekân, sözünü ettiğim konar-göçerliğin izlerini taşımaktadır.
Yozgat, bugün Ankarakeçisi olarak bilinen ve yerli ırk olarak korunamadığı için yurtdışına kaçırılan Tiftik keçisinin de yetiştirildiği önemli doğal alanlardan biriydi. Yozgat köylerinde benim çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı geçirdiğim 1970lerde binlerce tiftik keçisi vardı. Onların ilkbaharda özenle kırkılmalarını ve filik denilen tüylerinin nasıl özenle pazarlarda alınıp satıldığını, bir anlamda filik borsaları kurulduğunu biliyorum. Yozgatta üç tip küçükbaş hayvan vardı: eti, sütü ve yünü için beslenen koyun, filiği için beslenen tiftik keçisi ve nihayet sütü için beslenen ak veya kara kıl keçi.
Âşık Veyselin dediği gibi ay dolandı yıllar geçti, Yozgatın dağları da, yaylaları da, kışlaları da koyun melemesine, çoban kavalına ve köpek havlamasına hasret kaldı. Hun Steplerinden Bozok Yaylalarına uzanan muazzam bir kültür, bütün renkleriyle soldu ve kayboldu.Beyaz yün çoraplardan kar başlığına, kökboyalı kilimlerden halı heybelere, kış yoğurdundan köremeze, süt kubaşıklığından ev yapımı peynir mayasına, salamura peynirinden çanak peynirine, koç katımından saya gezmesine, çoban tutmadan çeltek bulmaya, kurt ağız bağlamadan bağcakla uyumaya kadar yüzlerce konuda binlerce hatta on binlerce nesne, bilgi ve tecrübe genç ve gelecek kuşaklara aktarılamadı.
Son yıllarda Türkiyede özellikle Kurban bayramı vesilesiyle çok konuşulan konulardan birini de küçükbaş hayvan sayısındaki azalma ve kurbanlık hayvan ithali oluşturmaktadır. Şurası bir gerçek ki, Türkiyede küçükbaş hayvan sayısı bir hayli azaldı, buna bağlı olarak fiyatları da bir hayli yükseldi.
Büyük şehirlerde kapıcı, bekçi, vasıfsız işçi, amele veya hademe gibi belli bir eğitimle kazanılmayan işlere en düşük ücretlerle talip olanlar ve hatta bu işleri bile bulamayanlar, büyük şehirlerde bir lokma bir hırka vaziyetinde yaşayanlar veya terk edilen bu alanın cazibesini keşfetmek isteyen yatırımcılar otlu-sulu ıssız köylere ve yaylalara yönelseler ne büyük bir hazine bulunduğunu fark ederler.
Yerli üretimin sürdüğü, yerli küçük ve büyükbaş hayvanların kurban edildiği nice bayramlara
15.10.2013
Biz Türkler ise bu büyük yay üzerindeki en eski, en köklü ve en tecrübeli küçükbaş hayvan yetiştiricisi milletlerden biriyiz. Türk devletlerinin, boy ve aşiretlerinin adlarından bile bu durum anlaşılır: Dünya literatürüne Hun veya Hyung-nu olarak geçen Türk devlet adı acaba Koyun ve Koyunlu olabilir mi? Bunda şüphe olsa bile 14-15. Yüzyıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadoluya hâkim olan Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri daha dün kadar yakın tarihi göstermekte, Karakeçili, Akkeçili veya Sarıkeçili Türkmenleri 21. Yüzyılda aramızda yaşamaktadır.
Yozgat, koyun ve keçi yetiştiren Türkmen oymaklarının Anadoluda yerleştiği önemli yerlerden biridir. Bu bölgenin uzun yüzyıllar boyunca konar-göçer hayvancılığın merkezi olduğunu tarih kayıtları da doğruluyor. Osmanlı kayıtlarına göre 16. Yüzyılda Yozgatta büyük bir yerleşim yerinin bulunmaması, Çapanoğlu Süleyman Bey ile Sultan 3. Selim arasındaki yazışmalardan bölgenin İstanbulun küçükbaş hayvan ihtiyacını karşıladığının anlaşılması, Hüzni Babanın Yozgat Destanı adlı uzun ve meşhur şiirinde Yozgatın konar-göçer hayvan yetiştiriciliğinden uzun uzun söz etmesi bu açıdan önemlidir.
Tarihteki yeri ve önemi bir yana Yozgat yakın tarihe kadar bu özelliğini korumuştur. Daha 1970li yıllarda Yozgat önemli bir koyun ve keçi üretim merkezi idi. Her köyde her hanenin en az 40-50 koyunu olurdu. Nitekim yazının başlığına aldığım mısra türküye yansıyan zengin olma hayalini dile getiriyordu ve 100 koyun sahibi olmanın köydeki zenginliğin göstergelerinden biri olduğuna işaret ediyordu. Yozgatta bugün de yayla ve kışla adlarını taşıyan her köy veya mekân, sözünü ettiğim konar-göçerliğin izlerini taşımaktadır.
Yozgat, bugün Ankarakeçisi olarak bilinen ve yerli ırk olarak korunamadığı için yurtdışına kaçırılan Tiftik keçisinin de yetiştirildiği önemli doğal alanlardan biriydi. Yozgat köylerinde benim çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı geçirdiğim 1970lerde binlerce tiftik keçisi vardı. Onların ilkbaharda özenle kırkılmalarını ve filik denilen tüylerinin nasıl özenle pazarlarda alınıp satıldığını, bir anlamda filik borsaları kurulduğunu biliyorum. Yozgatta üç tip küçükbaş hayvan vardı: eti, sütü ve yünü için beslenen koyun, filiği için beslenen tiftik keçisi ve nihayet sütü için beslenen ak veya kara kıl keçi.
Âşık Veyselin dediği gibi ay dolandı yıllar geçti, Yozgatın dağları da, yaylaları da, kışlaları da koyun melemesine, çoban kavalına ve köpek havlamasına hasret kaldı. Hun Steplerinden Bozok Yaylalarına uzanan muazzam bir kültür, bütün renkleriyle soldu ve kayboldu.Beyaz yün çoraplardan kar başlığına, kökboyalı kilimlerden halı heybelere, kış yoğurdundan köremeze, süt kubaşıklığından ev yapımı peynir mayasına, salamura peynirinden çanak peynirine, koç katımından saya gezmesine, çoban tutmadan çeltek bulmaya, kurt ağız bağlamadan bağcakla uyumaya kadar yüzlerce konuda binlerce hatta on binlerce nesne, bilgi ve tecrübe genç ve gelecek kuşaklara aktarılamadı.
Son yıllarda Türkiyede özellikle Kurban bayramı vesilesiyle çok konuşulan konulardan birini de küçükbaş hayvan sayısındaki azalma ve kurbanlık hayvan ithali oluşturmaktadır. Şurası bir gerçek ki, Türkiyede küçükbaş hayvan sayısı bir hayli azaldı, buna bağlı olarak fiyatları da bir hayli yükseldi.
Büyük şehirlerde kapıcı, bekçi, vasıfsız işçi, amele veya hademe gibi belli bir eğitimle kazanılmayan işlere en düşük ücretlerle talip olanlar ve hatta bu işleri bile bulamayanlar, büyük şehirlerde bir lokma bir hırka vaziyetinde yaşayanlar veya terk edilen bu alanın cazibesini keşfetmek isteyen yatırımcılar otlu-sulu ıssız köylere ve yaylalara yönelseler ne büyük bir hazine bulunduğunu fark ederler.
Yerli üretimin sürdüğü, yerli küçük ve büyükbaş hayvanların kurban edildiği nice bayramlara
15.10.2013
14.10.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
20.10.2013 22:04:00"Daha 1970li yıllarda Yozgat önemli bir koyun ve keçi üretim merkezi idi. Her köyde her hanenin en az 40-50 koyunu olurdu. Nitekim yazının başlığına aldığım mısra türküye yansıyan zengin olma hayalini dile getiriyordu ve 100 koyun sahibi olmanın köydeki zenginliğin göstergelerinden biri olduğuna işaret ediyordu." Yazınızın bu paragrafı içimi sızlatarak şu olayı hatırlamama sebep oldu.Cennetmekan dedem Ceritzade Şükrü Efendinin azaplarından emektar Kafarağa, yaşlanınca Efendasından köyü İğecene dönmek için müsaade ister. O da köyüne eli boş gitmesin diye 5 adet koyun verir. Verir ama bizim Kafarağa yağmurlu bir günde koyunları kaybeder. Dereye düşüp boğulurlar korkusuyla bütün dere boyunu dolaşır sonunda güç bela sabaha karşı sırılsıklam ve yarı baygın bir vaziyette Dayılıya dedemin kapısına gelir yığılır kalır. Hemen içeri alırlar üstünü başını soyarlar kuruturlar. Kendine geldiğinde ağzından çıkan ilk söz şu olur.Bu zenginlik ne zor şeymiş Efenda Allahın rahmeti üzerine olsun.