Bir başka atasözü de diyor ki "ulu sözü dinlemeyen uluya uluya yazıda kalır".
Atasözünde geçen "ev kurma" deyimi, "yuva kurma" da dâhil olmak üzere sanırım kadim "yayla-kışla" konargöçer hayat tarzımızın "çadır kurma" ifadesine dayanıyor.
Keşke günümüzün ev kurmaları, geçmişin çadır kurmalarına benzese... Geç de olsa ulu sözünü dinler, sökerdik çadırı, kurardık yamaca...
Çok katlı, çok maliyetli, güç bela edinilmiş evleri nasıl söker de yamaca taşırsınız?
Türkiye'de 1950'lerde gelişen sanayileşme sürecine bağlı olarak hızlanan şehirleşme, kültür alanında "paldır kültür" olduğu gibi doğa ve çevre konusunda da "özensiz ve düzensiz" yapıldı.
Hıdırlık tepelerinden bayram çayırlarına kadar pek çok kültürel mekânla birlikte heyelan bölgeleri veya tarım alanları yanında dere yatakları da yerleşime açıldı.
Şimdi pek çok şehrimizde adında "dere" olan ama deresi olmayan pek çok semt, mahalle var.
Bunların çoğu sözüm ona "ıslah" edildi. Yani sağdan soldan yatağı daraltıldı ve kötü kokular gelmesin diye üstü kapatıldı; böylece kazanılan yerler yerleşime açıldı.
Şimdi ısınan yerküre, ortaya çıkan iklim değişikliği, aşırı yağışlar, neden olduğu felaketlerle dere yataklarının daraltılarak yerleşime açılmasının sürdürülebilir bir kentleşme olmadığını gösteriyor .
Derelere sakince aksınlar, hatta bir anlamda uyusunlar diye acilen yataklarını geri verelim.
Sürdürülebilir Kalkınma 2030 Amaçlarının on birincisi olan Sürdürülebilir Şehirler için yapılacak acil işlerden birincisi dere yataklarını "ıslah" etmek değil; tabir yerindeyse "özgür" bırakmak olmalıdır.