Sözlükler, millî veya dinî bakımdan anlamı olan ve kutlanan gün veya günler diye tanımlıyor.
Yazılı ortamdaki en eski kullanımını Kaşgarlı Mahmut’un sözlüğünde gördüğümüz bayram kelimesi, etrafında oluşan zengin kültürel birikimle günümüze gelmiştir.
Kendisi, Türk dili konuşanları hem ritüel hem de kavram olarak Nevruz’dan Kurban’a kadar pek çok konuda bir araya getirme gücüne sahiptir. Öyle ki Türkistan’ın bozkırlarında kadın adı olarak Mayramgüller açar, Anadolu yaylalarında erkek adı olarak Bayramlar doğar.
“Bayram” ister kuruluş, kurtuluş, zafer gibi millî bir başarının yıl dönümü; ister Nevruz, Hıdırellez, Sabantoy gibi tabiatın döngüsü; isterse Ramazan veya Kurban gibi dinî bir görevin icrası üzerine olsun yarattığı mutluluk, sevinç ve coşku ile büyük bir coğrafyayı gönül hanesine misafir eder.
Yerine ve yurduna göre hepsi önemlidir amma Türk halk kültüründe bayramların sultanları, Ramazan ve Kurbandır. Pek çok inanç ve uygulama, atasözü ve deyim, alkış ve kargış, efsane ve fıkra, mani ve türkü ikisinin etrafında oluşmuştur. Cuma gününe denk gelen Kurban Bayramına ise eskiler “iyd-i kebir” yani “büyük bayram” derlerdi ve daha coşkulu kutlarlardı.
Kaderin “arifeyi gösterip bayramı göstermemek” şeklince tecelli ettiği durumlarda söylenen “bayramı kara gelmek”, büyük bir acının ifadesidir ki buradaki bayram da ya Ramazandır ya da Kurbandır.
Mevlana, Hacı Bektaş ve Şeyh Şaban Veli ile Anadolu’nun dört kutbundan biri olan Hacı Bayram, mutlu olmak, sevinmek anlamında bugün de kullanılan “bayram etmek” deyimine “bayramım imdi bayramım imdi/bayram edersin yar ile şimdi” mısralarında yer vererek kendi adı üzerinden yaptığı tevriye ile şiir ikliminin de kutbu olduğunu göstermiştir.
Hacı Bayram’a ilham veren “bayram etmek” deyimi, iyi ve kaliteli bir tütün bulan tiryakiler tarafından söylenen “ciğerleri bayram etmek” deyimine de kaynaklık etmiştir. Uzun yıllar sigarayla bayram ettiğini sanan ciğerlerin korona günlerinden sonra bulabilirse temiz hava ile bayram etme zorunluluğunu bence doktorlar artık ilaç olarak reçeteye yazmalıdır.
Bayramda giyilen en güzel kıyafet anlamına gelen “bayramlık”, Anadolu yaylalarının güzelliklerinin sözcüsü Karacaoğlan’da doğanın uyanışının metaforu olmuştur. “Çukurova bayramlığın giyerken/çıplaklığın üzerinden soyarken/Şubat ayı kış yelini kovarken/cennet dense sana yakışır dağlar” mısralarında baharın gelişini bayram olarak nitelerken hem Nevruz mitolojisini anlatır, hem de bugün çok ihtiyaç duyduğumuz doğa bilincini vurgular.
Bayramlar, yalnız geçirilebilecek günler değildir. Özellikle köklü geçmişleri ve yerleşik ritüelleri olan bayramlarda mezarlıklar, evler, avlular, sokaklar “bayram yeri” olur; şairin “can bula cananını/bayram o bayram ola” dediği gibi, ataların manevi huzur ve tanıklığında eş dost, konu komşu, hısım akraba bir araya gelir. Bunun içindir ki “bayram gelmiş neyime/kan damlar yüreğime” türküsünü ya gurbetten dönemeyen ya da bayramı karar gelen biri yakmış olmalıdır.
Bayramın birlikte kutlanma özelliğini tarihle bu günün buluşması olarak tasvir eden ihtişamlı anlatımlardan biri hiç kuşkusuz “kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya/giriyor, birbiri ardında, ilâhî yapıya” diyen Yahya Kemal’in anıtsal şiiri “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” olmalıdır.
İstanbul âşığı Yahya Kemal böyle anlatsa da, bayram namazlarını kıldığımız kerpiç duvarlı ve ahşap tavanlı köy camimiz, gurbetten gelenler, köyde olanlar ve bir de asma katına doluşan biz çocuklarla, bayramın ve giyilen bayramlıkların sevinciyle çocukluğumuzun içi içine sığmayan hayal dünyasında sanki Süleymaniye’den daha büyük ve daha kalabalıktı.
Bayram hazırlığı ve heyecanı dilimize “bayram telaşı” sözünü armağan etmiştir. Günler öncesinden başlayan bayram hazırlığı, bayram alışverişi, özenle yapılan bayram yemekleri, bayram çöreği, bayram tatlıları, bayram namazından sonra evde, cami avlusunda veya köy odasında kurulan sofralar, bayramlaşmalar, bayram harçlıkları veya bayram şekerleri, insanı bir yere ait olmanın ve bir yeri var etmenin zirvelerinde dolaştırırdı.
“Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” tuhaflığı, tersinden okununca, bayramların büyük küçük, konu komşu herkesin bayramlaşması ve “küskünlerin barışması” için fırsat ve vesile olduğunu gösterir. Bayramlardaki barışmalar, Anadolu’da nice ocakları söndüren kan davalarını sona erdirmiştir.
Eskiden bayramların en önemli uygulamalarından biri de nişanlı kız evine “bayramlık” veya “bayramcalık” götürmekti. Bugün dilimizde var olan “bayram koçu gibi” deyimi, oğlan evinden kız evine gönderilen ve boynuzlarına “gremse” veya “beşi bir yerde” bağlanmış kınalı koçların hatırasıdır. Kız evi de boş durmaz el emeği göz nuru kazaklar, çoraplar, çevreler ile karşılık verirdi.
Bütün bir ömrü okul gibi planlayan gelenek, kuşaktan kuşağa kültür aktarımı için çocukları bayramlarda merkeze alırdı. “Yarın bayram” veya “bugün bayram” diye başlayan cümleler, kültür aktarımının ilk dersleriydi. Barış Manço’nun “Adam Olacak Çocuk” için ilk öğüdünün “bugün bayram erken kalkın çocuklar” olduğunu hatırlarsınız.
Kukla, Meddah, Karagöz, Orta Oyunu gibi geleneksel tiyatro türleri, kelime oyunlarına dayanan repertuvarlarıyla Ramazan gecelerini süslerdi. “Bayram haftasını mangal tahtası anlamak” deyimi, bize o dünyanın sanatından aralanmış bir kapıdır.
Ramazan topu, oruç açmak için bekleyenlere ezanı müjdeleyen haberdir. Otuz gün boyunca kulak kabartılır, o ses beklenir. Ama “meyhanecinin yüzünü bayram topu güldürür” atasözünden anlaşılıyor ki, günümüzün turizmcileri gibi, çok farklı niyet ve heyecanlarla “bayram topu” bekleyen başkaları da varmış.
Türkçede mutluluk tanımlanırken “düğün bayram etmek”, “bayram yeri gibi” veya “bayram havası esmek” deyimleri kullanılır. Grup Gündoğarken'in meşhur şarkısındaki “Ankara’dan abim gelmiş/evde bir bayram havası” şarkısı da böyledir. Ancak ölçüyü kaçırıp her sevinci bayram havasına döndürenin de “deliye her gün bayram” eleştirisiyle karşılaşma riski vardır.
Atalar, “bayramda borç ödeyene Ramazan kısa gelir” der. Bu konuda başka bir korkusunu da “dilenciye borçlanma ya düğünde ister ya bayramda” diyerek alacağını münasebetsiz zamanlarda tahsil etmek isteyenlere laf çarpar. Belki de atalar “açtırma benim bayramlık ağzımı” veya “at ölür itler bayram eder” sözlerini böylesi münasebetsizlikler için söylemiştir.
Atalar, “ateş düştüğü yeri yakar” veya “kavurganın yananı sıçrar” dedikleri gibi, “acıyı paylaşmak” deyimiyle de yardımlaşmayı öğütlemiştir. Ancak şu ya da bu şekilde her eve ateş düşen salgın ve felaketlerde ise “elle gelen düğün bayram” sözünde teselli aramıştır.
Evden çıkmanın yasak olduğu bu bayramda Yahya Kemal’in Süleymaniye’si de benim köyümün kerpiç duvarlı camii de cemaatsiz; avlular, meydanlar sofrasız; bayram yerleri ıssız kaldı. Bu hüznü dağıtmak, hasreti gidermek için dört günlük yasak kalkınca dilerim konu komşuya “geçmiş bayram kutlamasına” giderek, peşinden “iade-i bayram ziyareti” yaparak korona mücadelesindeki emekleri ziyan etmeyiz.