Dünyada çok az tarihî yapı fatihleri tarafından Ayasofya kadar sevilmiş, korunmuş ve değerli bulunmuştur.
İnşa edildiği 537 yılından itibaren onlarca defa işgal, isyan, yangın, deprem, yağma gibi felaketlere uğrayan Ayasofya, 1453'ten sonra tahrip edilmemiş, yağmalanmamış ve yıkılmamıştır. En önemlisi korunup bu günlere getirilmiştir.
Oysa UNESCO'nun 1972 tarihli Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme ve onun doğurduğu farkındalık ve bilince rağmen, el değiştiren topraklarda bir önceki medeniyetin eserlerini ve izlerini yok etmeye yönelik faaliyetler maalesef durdurulamamıştır. Bunun en büyük mağdurlarından biri de Osmanlı dönemi Türk medeniyetidir.
Ayasofya, Türk milletinin emeği, vergisi, inancı, sevgisi ve saygısı ile ayaktadır ve adeta üzerine titrenerek korunmaktadır. Bu gün gösterilen ilgi ve verilen değer de bunun kanıtıdır.
Eğer insanlık tarihî mirasa saygı ve koruma bilincinin oluşum sürecine bakacak olursa, 1972 Sözleşmesinin ruhunu, medeniyetimizin 1453'te başlayan ve günüme gelen Ayasofya sevgisinde bulacaktır.
UNESCO için esas olan yapıya zarar vermeyen, üstün evrensel değerini bozmayan ve ilgili toplumun ihtiyaçlarını da dikkate alan "sürdürülebilir koruma"dır.
Müzeden camiye dönüşüm ilgili devlet ve toplumun iradesine bağlı bir "işlev değiştirme" konusudur ve ne Sözleşme ne de Uygulama Yönergesi bunu koruma sistemi açısından aykırı bulmaktadır.
Ayasofya-i Kebir Camii, yeni işleviyle İslam âlemine ve insanlığa hayırlı olsun.