Sözlükler, bir kimsenin veya ailenin oturduğu yapı, yaşadığı yer diye tanımlıyor; kültür ve diline göre konut, hane, beyt, mesken, ikametgâh, otağ, çerge gibi adlar alıyor.

Göktürk alfabesinde ortası sıra direkli ve iki yana eğimli Yörük çadırı biçimli “eb” işareti, Türk evinin bilinen atası olmalıdır. Oğuz Kağan’ın Günhan’dan olma torunu “Karaivli”, büyük devlet kuran Karakoyunlu veya bir Türkmen aşireti olarak Karakeçili adları, “kara çadırın kızı” veya “kara çadır is mi tutar” türküleri eşliğinde yolumuzu “eb”e çıkarır.

Dedem Korkut’un “iv”i de Göktürk alfabesinin “eb”i gibiydi. Bozkırlarda her evlenen yeni bir ev açtığı için Beyrek de gerdek çadırını babasının evinden bir ok atımı mesafede kurmuştu. Bunun için başka dillerin aksine Türkçede “evlenmek”, “eşlenmek” anlamına gelir. Ev kökünden, “evli”, “evlilik”, “evlenme” gibi kelimelerin türetilme mantığı da budur.

Beyrek’in İstanbul’dan gelen güçlü yayıyla okunu en uzağa atma çabası, Oğuz’un babası Karahan ile çatışmasından çıkarılan derse veya “babayla oğlanın pabucu bir olunca evde kavga eksik olmaz” atasözüne dayanıyordu. Nitekim evlenip aynı evde yaşayan gelin-kaynana kadar “baba kovgunu” sözüneveya "evleri ayırmak" fiiline kaynaklık eden baba-oğul çatışma öyküleri ve edebiyatı da az değildir.

“Allah evlenene de ev alana da yardım eder” güvenci ve “her kuşun yuvası var, kuş kadar olamadım” özlemiyle zorlukları aşarak evlenenler, evlerini kanaat, aşk ve mutluluk sembolü olan “yuva” kelimesiyle nitelerler. Evlilik arzu ve teklifleri türkülere “ikimiz bir yuva kuralım” diye yansır. Ancak yuvanın mimarı, Dedem Korkut’un “evin dayağı”, ataların “yuvayı dişi kuş yapar” dediği gibi kadın; neşesi ise “ulu ağaç dal ile mutlu ev döl ile” sözünde olduğu gibi çocuktur.

“Benim meskenim dağlar” diye isyan eden de “yârim İstanbul’u mesken mi tuttun” diye sitem eden de mutlu bir evin özlemini duyar, hüznünü yaşar. Evini ihmal edene “çarşı iti ev beklemez” veya “kırk evin kedisi” diye kızılır; evine düşküne “evcimen” denir. Boşanma, “evi yıkılmak” veya “evi dağılmak”; felaket, “evlerden ırak”; tuhaflık, “evlere şenlik” sözleriyle anlatılır.

Kadının evine bağlılığını “çalı idi çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya” atasözünden daha iyi anlatan bulunamaz.

Evler, varlık ve yokluk durumlarına, moda ve beklentilere göre konak, köşk, yalı, villa, çadır, kulübe, müstakil, dubleks, tripleks, gecekondu, stüdyo, apartman dairesi olabilir ama bir tevazu ve görgü kuralı olarak herkes evinden “fakirhane” diye söz eder.

“Yatılı misafir”, Tanrı misafiri” ve “misafir odası” her dilde ve kültürde rastlanan kelimeler değildir. Türk kültüründe Dedem Korkut’un “konuğu gelmeyen ivler yıkılsa yiğ” ihtarına uygun olarak uzak yakın akrabaya, eşe dosta, konu komşuya “burada da bir evin var” denmesi sevgi göstergesidir.

Türkçenin misafir ve ev sahibi üzerine o kadar çok sözü vardır ki... Gelenin bereket getirdiği inancı “misafir on kısmetle gelir, birini yer” sözüyle ifade edilir. Misafire hizmet kutsal sayılır. Bunun için kendine hizmet edilmesine izin vermeyen misafire “ahmak misafir, ev sahibini ağırlar” diye kızılır.

Bozkırın ve köyün “Tanrı misafiri” kavramını, hanlara, otellere ve misafirhanelerine rağmen “ekonomi” yapmak için istismar edenlere halkın Nasreddin Hoca dilinden cevabı malumdur: Adamın biri gecenin bir vakti “ben Tanrı misafiriyim” diyerek Hoca’nın kapısını çalar. Hoca da “cami Allah’ın evi” sözüne gönderme yaparak “yanlış gelmişsin kardeş, cami iki sokak aşağıda” diye cevap verir.

“Aile toplumun temelidir” sözünü doğrularcasına Türkçede pek çok kurum kendini “ev” olarak adlandırır: Eskiden kalma hapishane, tımarhane, sebilhane, aşhane, eczahane, hastahane, kahvehane, meyhane, misafirhane gibi mekânlar; yeni üretilen orduevi, konukevi, huzurevi, bakımevi, öğretmenevi, aşevi gibi kelimeler böyledir.

Dünür gelinen yer “kız evi”, kına türkülerinin söylendiği yer “baba evi”, kızın “hem ağlarım hem giderim dediği yer “dünya evi” ama nihayetinde her iki ev de “düğün evi”dir.

“Bekâr evi” veya “öğrenci evi” aile büyüklerinin gözünde kaygı ve merak evidir. Geciktiği düşünülen evlilikler için “evde kalma” korkusu yaşanır. Kısacası yurttan “eve çıkmak” veya askerde “evci çıkmak” gibi bütün bu geçici çözümler, “evli evine köylü köyüne” atasözüne karşılık gelmediği için gençlere, "evlen" baskısı yapılır.

Ev tanıktır; “şu duvarların dili olsa da anlatsa” diye başlayan cümlenin nasıl biteceğini kestiremezsiniz. Ev özlenendir; “ev gibisi yok” böyledir. Ev, bütün hoyratlık ve pişmanlıklardan sonra süklüm püklüm gelinen “kürkçü dükkânı”dır. “Ben ağayım ben paşayım diyenler kapıları kitlemişler gel hele” türküsünün veya “anan güzel idi, hani yeri; baban zengin idi, hani evi” atasözünün söylediği gibi kaybolan bir şeylerin metaforudur.

Eskiden “başını sokacak bir evi olmak” kiracılıktan kurtulmanın ifadesi, kiralamak ise “ev tutmak” iken, son zamanlarda mobilyalı stüdyoları kısa süreliğine kiralamak ve geçici olarak kullanmak yaygınlaşmış; “ev sahibinin bir evi, kiracının bin evi var” sözü küresel ölçekte kullanılır olmuştu.

Ancak korana günleri, “ev adresi” ile “iş adresi”ni melezleyip “home office” sistemi yaygınlaşınca, ataların bin yıllara dayanan “ev” birikim ve deneyimlerinin değeri ortaya çıktı. Mesela, görkemli apartmanlar, dev rezidanslar, başka bir bağlamda söylenen “el el üstüne olur ev ev üstüne olmaz” sözünün altında kaldı. Sokağa çıkma yasakları “malın iyisi suya yakın, daha iyisi eve yakın” atasözünü haklı çıkardı.

Salgın günlerinin çok telaffuz edilen kelimelerinden biri de “ölü evi” oldu. “Atalar, “gelin görmedik ev olur, ölüm görmedik ev olmaz” diye teselli arasa da, "can evi"nden vurulmuşken dost ve akrabanın “boynuna düşüp” ağlamanın bile yasak oluşu, deneyimleri ve tahammülleri zorladı.

Öte yandan korona günlerinde “tok evin aç kedisi” gibi doymak bilmeyen, itirazla karşılaşınca “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözüne şapka çıkartan, “evimiz bezden ne umarsın bizden” diyerek kendilerine acındırmada “evsiz barksızları” bile utandıran fırsatçılar da görüldü.

“Evdeki hesabın çarşıya uymadığı”, “var evinin kerem evi yok evinin verem evi” olduğunun daha açık bir şekilde görüldüğü bu günlerde, ataların “ev alma komşu al” öğüdü yine haklı çıktı. İyilikseverler, "evim ayrı, yolum sapa" duyarsızlığın düşmedi.

Kısacası korana günlerinde mecbur kaldığımız ev, yoğun iş temposu içinde ihmal ettiğimiz binlerce yılın deneyimlerine dayanan komşuluk ve aile içi rollerimizle kültürümüzün unutulan uygulamalarını hatırlattı. Ev, hepimiz için bir çeşit ana rahmi gibi oldu; adeta yeniden doğduk. İnşallah, büyüme imkânı da buluruz.

 
 
 
 
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ