Prof. Dr. M.Öcal Oğuz

BOZOK YAZILARI

Geçmişte bir Yozgat kışı ve yılbaşı

Benim çocukluğumda Yozgat’ta kış çok çetin geçerdi. Toprak damlı köy evlerinin üstüne –abartmak gibi olmasın- bazen bir gecede bir metre kar yağardı. Fırtınaya ve kuzeye açık evlerin kapıları, pencereleri gece boyunca karla dolar, bu evlerde oturanlar mahsur kalırlar, sabah namazı için camiye gelemeyenler tespit edilir ve namaz sonrasında topluca kurtarmaya gidilirdi. Yazın harmanda kullanılan sürgüler, kışın damlarda kürgügörevi üstlenir, erkekler karın yağdığı sabahlarda ilk iş olarak kendi damlarındaki karıkürürler, kendilerine ait ahır, tuvalet, tandırlık gibi mekânlara ulaşımı sağladıktan sonra çeşme, okul, cami, bakkal, köy odası gibi yerlere çığır açarlardı.Böyle zamanlarda kentle, kasabayla irtibat kesilir, ancak donmuş kar üzerinde yaya ulaşım sağlanırdı. Bu durumlarda köye üç dört ay motorlu taşıt uğramaz, at arabası, kağnı gibi geleneksel araçlar dahi işletilemez hatta toynakları kolayca kara saplandığı için at ve eşekler bile binit olarak kullanılamazdı.

Köy okullarında kar tatili olmazdı.Ama uzun teneffüslerde ve boş geçen derslerde kar oyunları oynamaya bol bol vakit olurdu.Kartopu ve kardan adam sıradan şeylerdi. Türlü türlü kızaklar yapılırdı. Kızağı olmayanlar ise hamur teknesi, -çok tehlikeli olsa da- ekmek sacı veya naylon gübre torbası ile tepelerden derelere yarışmalar düzenlenirdi. Damlardan kürünen ve çığır açılırken sağa sola atılan karlar iki üç metreyi bulan kar tepeleri oluştururdu. Biz çocuklar bu tepelerin içinde tüneller açar, sığınaklar oluşturur, hiç bilmediğimiz, adını duymadığımız bir dünyanın insanları olan Eskimolar gibi yaşamaya heveslenirdik.

Köyde yüzyıllar boyunca oluşan tecrübe sayesinde üç dört ay boyunca hayat kendi olağan seyrinde akar gider, hastalık, ölüm veya ortaokul ve liseyi ilçe merkezlerinde okuyanların karne tatili nedeniyle köye gelmeleri ya da tatilin bitmesiyle okullarına dönmeleri gibi çok sınırlı, zorunlu ve çoğu zaman yaya yapılan seyahatler dışında kimse köyden dışarı adımını atmazdı. Kışlık hazın güzden hazırlanır, un, bulgur, düğürcük, yarma, kışlık yufka, soğan, patates, fasulye, mercimek, nohut, pastırma, sucuk, pekmez, ekşi pekmez, çalma, tarhana, salça, turşu, kurutulmuş sebze ve meyveler, sızgıt tekerleri, çanak peyniri, salamura peynir, çanak veya tulum tarhanası, kış yoğurdu gibi temel yiyecekler katık damlarına, kilerlere, hacet odalarına veya ambarlara depo edilirdi.

Köyün dışına çıkanlar, daha çok bu günleri hararetle bekleyen tavşan avcıları olurdu. Yıl boyu besledikleri tazılar, ince vücutları, uzun bacakları ve keskin koku alma duyularına sahip sivri burunlarıylakarların üzerinde tavşanlara göz açtırmazlardı. Aç kalan ve yiyecek arayan av kuşlarının hasmı ise atların uzun kuyruk kıllarından yapılan tuzaklardı. Bu tür avlanma becerileri olmayanlar için kümesler tavuk, hindi, kaz,ördek veya güvercinle doluydu. Evler ve köy odaları, çorbası tavşan veya kanatlı hayvan etiyle yapılan arabaşı sohbetlerine sahne olurdu.

Akşamları daha çok 5 veya 7, misafir gelmesi durumunda 14 numara gaz lambalarının ışığında, yazın daha çok kadınlar tarafından imece usulüyle kasnaktan geçirilerek biçimlendirilen ve kurutulan hayvan dışkısından üretilen tezeklerin veyasaçkıdenilen iri samanların yakıldığı sobaların etrafında anlatılan düşler hayrayorulur, koncolos, enkebut gibi karakışın korku salan efsane varlıklarından söz açılır, evliya menkıbeleri veya biz çocuklar için Yedi Kardeş ya da Zümrüdü Anka masalları anlatılırdı.

Akşam sohbetleri çedeneli, mısırlı buğday hediği veya kavurganın yanında, sobada veya tandır üzerine konan sacda yapılan pilit kebabı ile şenlenirdi. Doğduğum köyün çevre köylerin de iştahını kabartan büyük bir meşeliği vardı ve köyde pilitdenilen meşe palamutları veya pelitleri diğer yerlerinkine göre çok tatlı idi. Köyde güzün yapılan kış hazırlılarının biri de meşe piliti toplamaktı. Toplanan pilitler, kilerde özel olarak hazırlanmış yerde toprağa gömülür ve acısı geçsin diye bir iki ay bekletilirdi. Kışın toprak altından ihtiyaç oldukça çıkarılan pilitler tıpkı kestane gibi çizilir ve sacın veya sobanın üzerinde pişirilir ve “fukaranın kestanesi pilittendir” denilerek yenirdi. Meğer bu pilitler ne dertlere deva imiş sonradan öğrendik.

Birbirine benzeyen ve yaklaşık üç dört ay süren böylesi akşamlardan biri belki de bugün yılbaşı dediğimiz bir akşama tesadüf etmişti, kim bilebilirdi? O zamanlar televizyon yoktu, pili biter diye radyolar ajans saatlerinde açılırdı, Noel Baba’yı kimse tanımazdı, onun da zaten kar yağmasın, soğuk gelmesin diye kapalı tutulan tandır ve ocak bacalarından evimize girmesi mümkün değildi. Kimse kışın ortasında ve birbirine benzeyen günlerden birinde yeni yıla girileceğini aklına bile getirmez, baharı ve yazı müjdelesin diye dört gözle turna, leylek, çiğdem, öksüzoğlan ve nihayet Hızır beklenirdi.

01.01.2013
OKUR YORUMLARI
SAYHA
21.01.2013 00:38:00

Sayın Oğuz; Yazınızı okurken Rahmetli babamın soba başında geçmişteki anılarını, hayat tarzlarına özlemlerini büyük bir coşkuyla anlatırken, sobanın tam karşısındaki sedirde örgüsüyle meşgul anacığımın,anlatım uslubundaki yumuşacık ses treninde geçmişe yolculuk yaparken gülümseyerek hülyalara dalan gözlerini gözlerimin önüne getirdiniz.Sizin yazdıklarınızı satırı satırına anlatan babacığım, gençlik veya çocukluk zamanlarında çektikleri çilelerede değinmeden geçemezdi.Ayakkabı diye bişey bilmezlermiş.Ayaklarına çarık giyerlermiş.Çarık bile zenginliğin göstergesiymiş.Buna rağmen geçmişlerine özlem duyarlar;Hiç bişeyimiz yoktu ama gençliğimiz,sağlığımız, anamız, babamız, hayali sevdalarımız,birlik beraberliğimiz vardı diye sohbetini uzun uzun ah çekerek bitirirdi.Sonra,hey gidi dünya hey" diyerek oturduğu yerden kalkıp pencereyi açar, başını dışarı çıkarıp, karanlıkta ışıldayan şehri seyre dalardı.Bu dalışta ne düşünürdü, neyi arardı bilemiyorum.

Teknoloji insan hayatına gireli insanların arası açıldı.İnsanlar bir birinden uzaklaştı.Hemde öyle bir uzaklaşma ki,her insan ayrı dünyalarda yaşıyor.Aynı odanın içindeki iki insan bir birinin yüzünü dahi göremiyor.Çünkü arada televizyon ve bilgisayar var. Bu aletler anayı babadan, çocuğu yuvadan alıp başka alemlere taşıdı.Her ne kadar bedenler aynı çatı altında olursa olsun ruhlar başka mekandalar.Atalarımızın gavur icadı diye teknolojiden bir canavardan kaçar gibi kaçmalarını bir zamanlar çok ayıplayıp yadırgamıştım.Fakat şimdi onların haklı olduklarını kabulleniyorum.Bizim atalarımız, kim ne derse desin; en cahili bile birer evliya imiş.Onlar anlamış ki, bu gavur icatları insanda ne varsa yok edecek,boş bir beden bırakacak.Bedenler ruhsuz bir enkaz halini alacak.

Şimdi bende babam ve annemin özlediklerini fazlasıyla özlüyorum. En çok da bayram sabahlarını ve iftar sofralarını.Ne kadar ayrıcalıklı hazırlarsam hazırlayım yinede tek ayrıcalık besmeleyle içilen bir yudum sudan öteye gitmiyor.Çünkü, eskiden ramazanlarda sofralar dolar taşardı.Şimdi her gün dolu. Bayramlarda yeni halı kilim serilir,yeni giysiler alınırdı.Şimdi her gün, her ay yenileniyor."Deliye her gün düğün,her gün bayram" demişler ya! Acaba delirdikmi ki diyede düşündüğüm olmuyor değil.

Yaşamın özel değerleri sadece yazı üzerinde kalacak sanırım.Ben bunada razıyım.Bu konular çok yazılmalı.Geçmiş geleceğe elbette ışık tutacak ve kaybedilen değerleri tekrar kazanmak için kaynaklara bakılacak, insanoğlu insanlık vasıflarını,kaybettiği değerleri birgün deli gibi ararayacak.

Selam ve saygılarımla

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ