Güneydoğu bölgemizde terör olayları tırmanıyor. Asker veya sivil onlarca insanımızı kaybettik son birkaç ay içinde. Her gün bir iki şehidi kanıksamıştık, şimdilerde her ölümlü haber, beşin onun altına düşmüyor. Allah bunu kanıksatmasın. Yozgat, nüfusuna göre şehit verenler kervanında ön sıralarda. Son şehidimiz Jandarma Uzman Çavuş İlyas Karadavut. Umarız bu son olur. İlyas Çavuş’un ili, vatanı, sılası şimdi yasta. İlyas Çavuş’un kızının adı Sıla. İlin yitirdiği İlyas’ların arkada kalan bütün Sıla’larına her bakımdan destek olmak öncelikle Yozgatlıların görevi. Her şeyden önce, bilelim ki onlara uzanan her türlü dostluk eli, şükran borcumuzu ödemenin estetik bir yönünü yansıtmalıdır.
1960’lı yıllarda Latin Amerika’da ve son yıllarda Güney-Doğu Asya’da görülen Marksist ideolojiye uygun bir modelle dağlarda örgütlenerek ve “kırsalda eylem yaparak” terör yoluyla hak arama yöntemi, ne acıdır ki, daha 14. Yüzyılın başında bir Avrupa devleti olarak örgütlenmiş, Cumhuriyet döneminde de Avrupalılık serüvenini sürdürmüş bir modern ülkeyi vuruyor.
Batı Avrupa ülkelerinde bir kişinin ölümü önemli bir haberdir ve bu konu enine boyuna irdelenir. Hele bu kişi terör nedeniyle ölmüşse, bu büyük bir olaydır. Fransa’da Korsika valisinin öldürülmesi, Fransa’da Korsika kaynaklı ayrılıkçı hareketin canına okumuştur. Bir Avrupalı dünyanın her hangi bir yerinde öldürülse, kaçırılsa o hemen ilk haber olur. Kendi ülkelerinde gerçekleşmediği sürece bir iki “öteki”nin (yani Türk, Kürt, Arap, Hint, Çin vs.) ölmesi oralarda haber değeri taşımaz. Ancak üçün beşin üstünde ölüm olduğunda “Dünyadan Kısa Kısa” bölümlerinde belki yer verilir.
2003 yılında gerçekleşen Irak işgali, bilmem kaç yüz bin kişinin ölümüne, yaralanmasına, göç etmesine neden oldu. Küçük dilsel ve dinsel farklar nedeniyle var olan eski közler dev yangınlara dönüştürüldü. Ülke fiilen bölündü ve birleşme imkânsızlaştırıldı. Rus işgalinden beri Afganistan paramparça. Hıristiyan Doğu Timor küçük bir sorunda hemen Müslüman Endenozya’dan ayrıldı ve bağımsızlaştı. Buna karşılık Hıristiyan Filipinler’deki Müslüman Moro başkaldırısı BM desteği ile hep bastırıldı. Irak’ta Şii Arap ile Sünni Arap arasına imkânsızlıklar duvar örenken, yüzyılın savaşına dönüşen İsrail Filistin anlaşmazlığından iki ayrı devlet çıkmıyor. Bunlar tesadüf mü? Konjonktüre dayalı birbirinden bağımsız hareketler mi? Medeniyetler çatışması mı? Veya “dil sürçmesiyle” söylenen “yeni haçlı seferi” mi? Yaşadığım olayların bana düşündürttüğü bu soruların yan yana gelmesi saçma mı? Açıkçası bu alanların uzmanı olmadığım için sorularımdan da arkasındaki dolaylı cevaplarımdan da gerçekten emin değilim ama…
Türkiye’ye gelip “gecekondu ve kaçak yapılaşma” sorununu inceleyen bir doktora yapan bir Fransız araştırıcının Tunus’ta 2000 yılında verdiği bir konferansı dinlemiştim. Konferansın başlığı şu idi: “Parçalanma Sürecindeki İki İmparatorluk: İran ve Türkiye” Bu Türk imparatorluğunun “Osmanlı” olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti olduğunu söylemeliyim. Türkiye’de kırk türlü azınlık var lafı da bu dönemde edilmişti hatırlarsınız.
Terörün dayatmasıyla bölünme ya Doğu Timor gibi BM şemsiyesi altında ya da Irak gibi işgal altında mümkün olabilir ya da Hindistan Pakistan anlaşmazlığında olduğu gibi çözümsüzlüğe sürüklenebilir. Bunların hepsi, biz “Doğulular” üzerine o “Batılılar”ın iştahı yüksek unsurlarının egemenliğine, gücüne, olaylara yön verebilme kapasitesine göre biçimleniyor. Yani mesele kolay veya zor lokma olma meselesi. Ama bütün bunlar iyileri güçlü kılma mücadelesinden bizi uzaklaştırmamalıdır. Mücadelemiz, dünyada homojen bloklaşmalar varmış ve bunlar kırılamazmış fikri üzerinden yürütülmemeli. Medeniyetler çatışmasından söz edenler kadar az da olsa medeniyetler ittifakından söze edenler de var bu dünyada.
Sonuç olarak, devlet çınarımıza değen baltanın sapı bizden ama demiri bir hayli uluslararası. Bu yüzden İlyaslar büyük bir oyunu bozmak için şehit düşüyorlar. Onlar bu yüzden şehit. Keşke, terörden sebeplenen ve uluslar arası birimlerin adamı olan mutlu çete reislerinin dışında kalan bu ülkenin dağdaki çocukları da bu gerçeği görse. Çünkü, dünyadaki “biz” ve “onlar” diye ikili kategori oluşturan egemenlere bakıyorum da “bizim onlar” o kadar “bizden”ki.
Tarih : 09.11.2007
1960’lı yıllarda Latin Amerika’da ve son yıllarda Güney-Doğu Asya’da görülen Marksist ideolojiye uygun bir modelle dağlarda örgütlenerek ve “kırsalda eylem yaparak” terör yoluyla hak arama yöntemi, ne acıdır ki, daha 14. Yüzyılın başında bir Avrupa devleti olarak örgütlenmiş, Cumhuriyet döneminde de Avrupalılık serüvenini sürdürmüş bir modern ülkeyi vuruyor.
Batı Avrupa ülkelerinde bir kişinin ölümü önemli bir haberdir ve bu konu enine boyuna irdelenir. Hele bu kişi terör nedeniyle ölmüşse, bu büyük bir olaydır. Fransa’da Korsika valisinin öldürülmesi, Fransa’da Korsika kaynaklı ayrılıkçı hareketin canına okumuştur. Bir Avrupalı dünyanın her hangi bir yerinde öldürülse, kaçırılsa o hemen ilk haber olur. Kendi ülkelerinde gerçekleşmediği sürece bir iki “öteki”nin (yani Türk, Kürt, Arap, Hint, Çin vs.) ölmesi oralarda haber değeri taşımaz. Ancak üçün beşin üstünde ölüm olduğunda “Dünyadan Kısa Kısa” bölümlerinde belki yer verilir.
2003 yılında gerçekleşen Irak işgali, bilmem kaç yüz bin kişinin ölümüne, yaralanmasına, göç etmesine neden oldu. Küçük dilsel ve dinsel farklar nedeniyle var olan eski közler dev yangınlara dönüştürüldü. Ülke fiilen bölündü ve birleşme imkânsızlaştırıldı. Rus işgalinden beri Afganistan paramparça. Hıristiyan Doğu Timor küçük bir sorunda hemen Müslüman Endenozya’dan ayrıldı ve bağımsızlaştı. Buna karşılık Hıristiyan Filipinler’deki Müslüman Moro başkaldırısı BM desteği ile hep bastırıldı. Irak’ta Şii Arap ile Sünni Arap arasına imkânsızlıklar duvar örenken, yüzyılın savaşına dönüşen İsrail Filistin anlaşmazlığından iki ayrı devlet çıkmıyor. Bunlar tesadüf mü? Konjonktüre dayalı birbirinden bağımsız hareketler mi? Medeniyetler çatışması mı? Veya “dil sürçmesiyle” söylenen “yeni haçlı seferi” mi? Yaşadığım olayların bana düşündürttüğü bu soruların yan yana gelmesi saçma mı? Açıkçası bu alanların uzmanı olmadığım için sorularımdan da arkasındaki dolaylı cevaplarımdan da gerçekten emin değilim ama…
Türkiye’ye gelip “gecekondu ve kaçak yapılaşma” sorununu inceleyen bir doktora yapan bir Fransız araştırıcının Tunus’ta 2000 yılında verdiği bir konferansı dinlemiştim. Konferansın başlığı şu idi: “Parçalanma Sürecindeki İki İmparatorluk: İran ve Türkiye” Bu Türk imparatorluğunun “Osmanlı” olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti olduğunu söylemeliyim. Türkiye’de kırk türlü azınlık var lafı da bu dönemde edilmişti hatırlarsınız.
Terörün dayatmasıyla bölünme ya Doğu Timor gibi BM şemsiyesi altında ya da Irak gibi işgal altında mümkün olabilir ya da Hindistan Pakistan anlaşmazlığında olduğu gibi çözümsüzlüğe sürüklenebilir. Bunların hepsi, biz “Doğulular” üzerine o “Batılılar”ın iştahı yüksek unsurlarının egemenliğine, gücüne, olaylara yön verebilme kapasitesine göre biçimleniyor. Yani mesele kolay veya zor lokma olma meselesi. Ama bütün bunlar iyileri güçlü kılma mücadelesinden bizi uzaklaştırmamalıdır. Mücadelemiz, dünyada homojen bloklaşmalar varmış ve bunlar kırılamazmış fikri üzerinden yürütülmemeli. Medeniyetler çatışmasından söz edenler kadar az da olsa medeniyetler ittifakından söze edenler de var bu dünyada.
Sonuç olarak, devlet çınarımıza değen baltanın sapı bizden ama demiri bir hayli uluslararası. Bu yüzden İlyaslar büyük bir oyunu bozmak için şehit düşüyorlar. Onlar bu yüzden şehit. Keşke, terörden sebeplenen ve uluslar arası birimlerin adamı olan mutlu çete reislerinin dışında kalan bu ülkenin dağdaki çocukları da bu gerçeği görse. Çünkü, dünyadaki “biz” ve “onlar” diye ikili kategori oluşturan egemenlere bakıyorum da “bizim onlar” o kadar “bizden”ki.
Tarih : 09.11.2007
09.11.2007
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ