Ziya Paşa, 1868 yılında yazdığı Şiir ve İnşa makalesinde gerçek Türk edebiyatının halkın arasında yaşayan hece şiirleri, gerçek Türk müziğinin ise türküler olduğunu savunur. Onun bu fikirleri 1913 yılında Ziya Gökalp tarafından tekrarlanır. Atatürk, köylü milletin efendisidir der. Bu ifadeler özü itibariyle, köyün, köylünün, köyde yaşayan kültürün değerliliğini ve kültürel kimliğin bunlara dayanması gerektiğini savunur. Esasen Avrupa’da gelişen ulus-devlet fikri de bu anlayışa göre biçimlenmiştir.
Bir dönemin aydını böyle düşünmüş olsa da modernleşme, kentin yeni hayatının köyden esinlenmesine ne izin vermiştir ne de fırsat. Türk modernleşmesi, kendisine kılavuz olarak Avrupa kentlerini seçmiştir. Anadolu köylerinde olan ancak Avrupa kentlerinde bulunmayan hiçbir şeyin kentin kültür duvarlarından içeri girmesine izin vermemiştir. Yani Anadolu kültür yaratmalarını estetize etmeye, sanata dâhil etmeye ve kent hayatına katmaya yanaşmamıştır.
Mesela, Yılbaşı ve Noel Baba’ya takındığı olumlu tavrı, Hıdrellez ve Boz Atlı Hızır’dan esirgemiştir. Mesela, futbolu, basketbolu desteklediği kadar ciriti, yağlı güreşi desteklememiştir. Mesela, beyzbola yüklediği anlamı çelik-çomağa vermemiştir. Spagetti mantıdan, pizza pideden, viski rakıdan daha kentli ve daha çağdaş olarak sunulmuştur.
Bu nedenle çağdaş kentten kurban için ayrı bir yaklaşım beklenemezdi. Çünkü Avrupa kentlerinde kurban yoktu, modernleşen Türk kentinde de olmaması doğaldı. Cumhuriyetle veya sanayileşme ile birlikte kurulan veya yeniden tanzim edilen kentlerde kurban konusu hiç gündeme gelmedi. Ne belediye başkanları, ne valiler, ne şehir plancıları ne kültür adamları kent ve kurbanı bir arada düşündüler.
Kentler gittikçe büyüdü, göçlerle doldu taştı ve estetize edilemeyen, kent kurgusuna yerleştirilemeyen köy kültürü, yeni bağlamda kazandığı yeni yorumla kenti bastı. Kent, önce bunu aşağıladı ve arabesk dedi, gecekondu dedi, yoz dedi, varoş dedi… Ama ötekileştirmekten başka da çözüm üretemedi.
Hele kurban konusunda o kadar aciz kaldı ki, Hıristiyan Avrupa şehirlerinde Müslüman göçmen işçilerin kurban kesmek için kentin dışına çıkmalarını sağlayan Kurban Kesim Yerleri projesini taklit etmekten başka bir yol ve yöntem geliştiremedi.
Beş milyonluk bir Hıristiyan kentinde beş bin göçmen işçi için üretilen projenin on beş milyonluk bir Müslüman kentinde uygulanmaya çalışılması tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlandı. Medya yoluyla geliştirilen aşağılama haberleriyle kurban kesmeye karşı caydırıcı bir dil kullanılmaya başlandı.
Oysa kurban kelime olarak yakınlaşma anlamına geliyordu ve daha çok aile yakınlaşmasını sağlayan bir özel gün olarak Türk toplumu arasında yaşıyordu. Kurban ritüelleri, aile fertlerinin buluşması, birlikte sofraya oturması ve birlikte vakit geçirmesi üzerine kuruluydu. Yani Hıristiyan dünyasının Şükran Günü gibi bir şeydi Müslüman Türk toplumu için kurban. Bir kurban kavurması, bir bayram sofrası etrafında ailece buluşmak ve Tanrı’ya şükretmek…
Her bayramda olduğu gibi çağdaş kent yine kameralarını kullanarak kentlileştirilmeyen, bir aile içi uygulama olmasına rağmen kentin kilometrelerce dışına itilen kurbanı, kaçak kesim görüntüleri, çöp bidonlarından sarkan atıklar ve acemi kasapların kovaladığı danalar temelinde olumsuzlayarak, aşağılayarak ve hakaretler ederek kes yapıştır yöntemiyle elde ettiği kurallarını egemen kılmaya çalışacak.
Aynı kameralar bir müddet sonra İspanya’daki domates veya boğa, Almanya’daki bira festivalinden ya da Brezilya’daki Rio Karnavalı’ndan söz edecekler ve yılda bir kez coşup eğlenen halkın kirlettiği şehrin ertesi gün belediye ekipleri tarafından nasıl temizlendiğini anlatacaklar.
Yani bir yandan İspanyol’un Alman’ın festivaline bakarak kirlenmek güzeldir diyeceksin, öte yandan yılda bir gün kültürünü sürdürmek için kentini kirleten Türk’e barbar muamelesi çekeceksin ve belediye hizmeti vermeyeceksin. Pazar kurulan semtlerde pazarcı atıklarını, kar yağdığında yolları temizlemeyi görev bileceksin ama iş yılda bir kez kurban atıklarını temizlemeye gelince televizyonlara kentimizi temiz tutalım ilanları vereceksin.
Ya biz modernleşmeyi yanlış anlıyoruz ya da bunda bir iş var.
Bir dönemin aydını böyle düşünmüş olsa da modernleşme, kentin yeni hayatının köyden esinlenmesine ne izin vermiştir ne de fırsat. Türk modernleşmesi, kendisine kılavuz olarak Avrupa kentlerini seçmiştir. Anadolu köylerinde olan ancak Avrupa kentlerinde bulunmayan hiçbir şeyin kentin kültür duvarlarından içeri girmesine izin vermemiştir. Yani Anadolu kültür yaratmalarını estetize etmeye, sanata dâhil etmeye ve kent hayatına katmaya yanaşmamıştır.
Mesela, Yılbaşı ve Noel Baba’ya takındığı olumlu tavrı, Hıdrellez ve Boz Atlı Hızır’dan esirgemiştir. Mesela, futbolu, basketbolu desteklediği kadar ciriti, yağlı güreşi desteklememiştir. Mesela, beyzbola yüklediği anlamı çelik-çomağa vermemiştir. Spagetti mantıdan, pizza pideden, viski rakıdan daha kentli ve daha çağdaş olarak sunulmuştur.
Bu nedenle çağdaş kentten kurban için ayrı bir yaklaşım beklenemezdi. Çünkü Avrupa kentlerinde kurban yoktu, modernleşen Türk kentinde de olmaması doğaldı. Cumhuriyetle veya sanayileşme ile birlikte kurulan veya yeniden tanzim edilen kentlerde kurban konusu hiç gündeme gelmedi. Ne belediye başkanları, ne valiler, ne şehir plancıları ne kültür adamları kent ve kurbanı bir arada düşündüler.
Kentler gittikçe büyüdü, göçlerle doldu taştı ve estetize edilemeyen, kent kurgusuna yerleştirilemeyen köy kültürü, yeni bağlamda kazandığı yeni yorumla kenti bastı. Kent, önce bunu aşağıladı ve arabesk dedi, gecekondu dedi, yoz dedi, varoş dedi… Ama ötekileştirmekten başka da çözüm üretemedi.
Hele kurban konusunda o kadar aciz kaldı ki, Hıristiyan Avrupa şehirlerinde Müslüman göçmen işçilerin kurban kesmek için kentin dışına çıkmalarını sağlayan Kurban Kesim Yerleri projesini taklit etmekten başka bir yol ve yöntem geliştiremedi.
Beş milyonluk bir Hıristiyan kentinde beş bin göçmen işçi için üretilen projenin on beş milyonluk bir Müslüman kentinde uygulanmaya çalışılması tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlandı. Medya yoluyla geliştirilen aşağılama haberleriyle kurban kesmeye karşı caydırıcı bir dil kullanılmaya başlandı.
Oysa kurban kelime olarak yakınlaşma anlamına geliyordu ve daha çok aile yakınlaşmasını sağlayan bir özel gün olarak Türk toplumu arasında yaşıyordu. Kurban ritüelleri, aile fertlerinin buluşması, birlikte sofraya oturması ve birlikte vakit geçirmesi üzerine kuruluydu. Yani Hıristiyan dünyasının Şükran Günü gibi bir şeydi Müslüman Türk toplumu için kurban. Bir kurban kavurması, bir bayram sofrası etrafında ailece buluşmak ve Tanrı’ya şükretmek…
Her bayramda olduğu gibi çağdaş kent yine kameralarını kullanarak kentlileştirilmeyen, bir aile içi uygulama olmasına rağmen kentin kilometrelerce dışına itilen kurbanı, kaçak kesim görüntüleri, çöp bidonlarından sarkan atıklar ve acemi kasapların kovaladığı danalar temelinde olumsuzlayarak, aşağılayarak ve hakaretler ederek kes yapıştır yöntemiyle elde ettiği kurallarını egemen kılmaya çalışacak.
Aynı kameralar bir müddet sonra İspanya’daki domates veya boğa, Almanya’daki bira festivalinden ya da Brezilya’daki Rio Karnavalı’ndan söz edecekler ve yılda bir kez coşup eğlenen halkın kirlettiği şehrin ertesi gün belediye ekipleri tarafından nasıl temizlendiğini anlatacaklar.
Yani bir yandan İspanyol’un Alman’ın festivaline bakarak kirlenmek güzeldir diyeceksin, öte yandan yılda bir gün kültürünü sürdürmek için kentini kirleten Türk’e barbar muamelesi çekeceksin ve belediye hizmeti vermeyeceksin. Pazar kurulan semtlerde pazarcı atıklarını, kar yağdığında yolları temizlemeyi görev bileceksin ama iş yılda bir kez kurban atıklarını temizlemeye gelince televizyonlara kentimizi temiz tutalım ilanları vereceksin.
Ya biz modernleşmeyi yanlış anlıyoruz ya da bunda bir iş var.
15.11.2010
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
nehir
28.11.2010 00:35:00değerli hocam siz kaleminizle çok yaşayın.yazınız harika..teşekkür vesaygılar
ABDLKADİR ÇAPANOĞLU
21.11.2010 12:40:00Değerli Hocam,kurban kesme olayı vesilesi ile önem vermediğimiz hatta unuttuğumuz bir çok kültürümüzü bize hatırlattığınız ve hatta bizleri utandırdığınız için binlerce teşekkür size.Hıristiyanların bizimkilerin benzeri kültürlerini,adetlerini nasıl önemsiyerek uyguladıkları,kutladıkları sizin mukayeseli anlatımınız sayesinde bir tokat gibi indi yüzümüze.Aslında son cümleniz herşeyi anlatıyor da öyle bir hızla yozlaşıyoruz ki ancak sizin gibi duyarlı bilim adamları bizi derleyip toparlayacak.Bayramınızı kutlar İstanbuldan sevgi ve selamlarımı arz ederim değerli hocam.