Kentini veya köyünü caminin, kilisenin veya başka bir dini mabedin etrafında kuran “ümmet çağı” insanı için, dinlerin ve tasavvuf kültürünün kazandırdığı en önemli özelliklerden birisi “kanaat” idi. Bu çağın insanı özellikle bizim topraklarımızda “tevekkül”, “sabır”, “özveri”, “hoşgörü” gibi terimlerin erdemine inanırdı ve hayatını buna göre planlardı. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”, “Bir lokma bir hırka”, “Ben siftah yaptım sen alışverişini komşumdan yap” gibi sözler bu kültürün mutluluk içinde ürettiği ve tükettiği sözlerdi. Çünkü burada “artık üretim” yoktu ve daha zengin olma fikri bugünle kıyaslanmayacak kadar farklı idi.
Bir gün bu kentlere “seri üretim” ve “artık üretim” terimlerini üreten yeni bir yaşama biçimi geldi. Bu seri üretim tarzı, kendine göre mekanlar oluşturdu: Fabrikalar. Eskiden dini yapıların etrafında toplanan halk, yavaş yavaş bu yeni mekanların, seri üretim yapan fabrikaların etrafında toplanmaya başladı. Dini mekanlar eski şehirlerin eski mahallelerin ortasında kalırken, fabrikaların etrafında yeni kentler ve yeni mahalleler kurulmaya başlandı.
Bu dönemde köylü iş bulabileceği bir fabrikanın, göçebileceği bir kentin hayalini kurmaya başladı. Bununla birlikte kente gidemeyenler köyü boşlamadı, geleneksel tarımdan modern tarıma doğru bir evrim geçirdi. Karasaban yerini atlı pulluğa sonra da traktöre bıraktı. Oraktan tırpana ondan biçerdöğere geçildi. Saman elde etmede düven yerini patosa bıraktı. Sonra daha yeni teknikler gelişti.
Ne yazık ki kentin hayali köyü boşlamayan köylünün yakasını bırakmadı. Kendi gidemediyse de oğlunu mutlaka kente gönderdi. Oğlan da ya bir altın bilezik edindi ya da okuyup devlete memur oldu. Kızına talipler arasından da kentte yaşayanlara öncelik verdi. Böylece kent günden güne dolup taşarken köy nüfusu azaldı ve yaşlandı. Bütün bunlara karşın birkaç kuşak köy ile kenti bir arada idare etti. Yazın gitti ırgatlık işledi babasıyla dedesiyle, kışın geldi kentteki üretimini sürdürdü. Bu arada köy geleneksel üretim tarzlarıyla salçadan peynire, erişteden peksimete, bulgurdan tarhanaya, nohuttan fasulyeye, reçelden turşuya kadar kente mamul veya yarı mamul ürünler gönderdi. Yani şöyle veya böyle küçük ölçekli ve aile bireylerinin etkin katılımını sağlayan üretimler sürdü gitti. Büyüyen kentte sosyal patlamalar yaşanmadı, krizler kolay atlatıldı, yokluklar ve yoksulluklar büyük onursuzluklar ve ahlak buhranları yaratmadı.
Şimdi fabrikalar bir bir kapanıyor. Yeni bir fabrika açıldığına veya açılacağına dair haber işitmiyoruz. Fabrikaların etrafında kurulmuş kentlerin cazibesi ve değeri gittikçe düşüyor. Göç alan bu kentler yavaş yavaş göç veriyor. Yani fabrika etrafında oluşan kentli üretim kültürü cazibesini yitiriyor.
Son yıllarda görkemli açılışları yapılan yeni bir sektör var: Hipermarket. Kentler şimdi hipermarketlerin etrafında toplanıyor. Hipermarkette iş bulabilen sınırlı sayıdaki insan için bu mekânlar birer üretim mekânıdır ama buraya alışverişe gelen milyonlar için buralar sadece tüketim yapılan yerlerdir. Üretimi gerileyen ancak açılan hipermarketlerle tüketimi artan bir dünya var karşımızda. Eskiden sanayileşmiş ülkelerin “tarım ülkesi” diye aşağıladığı ülkeler, şimdi bu sanayi ülkelerinden “tarımsal ürün” ithal ediyor. Sanayileşmiş ülke olmak bir gelişmişlik göstergesi olmaktan çıkıyor. Şimdi bir ülkenin gelişmişliği, iyi paketlenmiş tarımsal ürün ihracatı ile ölçülüyor.
Türkiye, tarım alanında kendi kendine yeten bir ülke idi. “Yerli malı” kullanımına halk özendirilirdi. Bugün hipermarketlerde yerli olan neredeyse sadece “tüketici”. Kuşkusuz bu konuda Türkiye tek örnek değil ama açlık krizini gene ikinci ve üçüncü dünya ligindeki ülkeler derinden tadacak. Birinci lig, gene allem edecek kallem edecek bu yeni krizi de aşacak. En azından şiddetini daha az hissedecek.
Yozgat, binlerce yıllık bir tarım deneyiminin üstünde oturmaktadır. Yozgat insanının toprağı ekmenin ve üretmenin ne denli stratejik ve ne denli geleceğe yatırım özelliği taşıdığını kavraması gerekiyor. Dünyayı yakın gelecekte bir tarımsal kriz bekliyor. İki dekar tarlanın ve birkaç çinik buğdayın değerini o zaman daha derinden anlayacağız.
Dileğim o günlerin hiç gelmemesidir amma…
Tarih : 01.05.2008
Bir gün bu kentlere “seri üretim” ve “artık üretim” terimlerini üreten yeni bir yaşama biçimi geldi. Bu seri üretim tarzı, kendine göre mekanlar oluşturdu: Fabrikalar. Eskiden dini yapıların etrafında toplanan halk, yavaş yavaş bu yeni mekanların, seri üretim yapan fabrikaların etrafında toplanmaya başladı. Dini mekanlar eski şehirlerin eski mahallelerin ortasında kalırken, fabrikaların etrafında yeni kentler ve yeni mahalleler kurulmaya başlandı.
Bu dönemde köylü iş bulabileceği bir fabrikanın, göçebileceği bir kentin hayalini kurmaya başladı. Bununla birlikte kente gidemeyenler köyü boşlamadı, geleneksel tarımdan modern tarıma doğru bir evrim geçirdi. Karasaban yerini atlı pulluğa sonra da traktöre bıraktı. Oraktan tırpana ondan biçerdöğere geçildi. Saman elde etmede düven yerini patosa bıraktı. Sonra daha yeni teknikler gelişti.
Ne yazık ki kentin hayali köyü boşlamayan köylünün yakasını bırakmadı. Kendi gidemediyse de oğlunu mutlaka kente gönderdi. Oğlan da ya bir altın bilezik edindi ya da okuyup devlete memur oldu. Kızına talipler arasından da kentte yaşayanlara öncelik verdi. Böylece kent günden güne dolup taşarken köy nüfusu azaldı ve yaşlandı. Bütün bunlara karşın birkaç kuşak köy ile kenti bir arada idare etti. Yazın gitti ırgatlık işledi babasıyla dedesiyle, kışın geldi kentteki üretimini sürdürdü. Bu arada köy geleneksel üretim tarzlarıyla salçadan peynire, erişteden peksimete, bulgurdan tarhanaya, nohuttan fasulyeye, reçelden turşuya kadar kente mamul veya yarı mamul ürünler gönderdi. Yani şöyle veya böyle küçük ölçekli ve aile bireylerinin etkin katılımını sağlayan üretimler sürdü gitti. Büyüyen kentte sosyal patlamalar yaşanmadı, krizler kolay atlatıldı, yokluklar ve yoksulluklar büyük onursuzluklar ve ahlak buhranları yaratmadı.
Şimdi fabrikalar bir bir kapanıyor. Yeni bir fabrika açıldığına veya açılacağına dair haber işitmiyoruz. Fabrikaların etrafında kurulmuş kentlerin cazibesi ve değeri gittikçe düşüyor. Göç alan bu kentler yavaş yavaş göç veriyor. Yani fabrika etrafında oluşan kentli üretim kültürü cazibesini yitiriyor.
Son yıllarda görkemli açılışları yapılan yeni bir sektör var: Hipermarket. Kentler şimdi hipermarketlerin etrafında toplanıyor. Hipermarkette iş bulabilen sınırlı sayıdaki insan için bu mekânlar birer üretim mekânıdır ama buraya alışverişe gelen milyonlar için buralar sadece tüketim yapılan yerlerdir. Üretimi gerileyen ancak açılan hipermarketlerle tüketimi artan bir dünya var karşımızda. Eskiden sanayileşmiş ülkelerin “tarım ülkesi” diye aşağıladığı ülkeler, şimdi bu sanayi ülkelerinden “tarımsal ürün” ithal ediyor. Sanayileşmiş ülke olmak bir gelişmişlik göstergesi olmaktan çıkıyor. Şimdi bir ülkenin gelişmişliği, iyi paketlenmiş tarımsal ürün ihracatı ile ölçülüyor.
Türkiye, tarım alanında kendi kendine yeten bir ülke idi. “Yerli malı” kullanımına halk özendirilirdi. Bugün hipermarketlerde yerli olan neredeyse sadece “tüketici”. Kuşkusuz bu konuda Türkiye tek örnek değil ama açlık krizini gene ikinci ve üçüncü dünya ligindeki ülkeler derinden tadacak. Birinci lig, gene allem edecek kallem edecek bu yeni krizi de aşacak. En azından şiddetini daha az hissedecek.
Yozgat, binlerce yıllık bir tarım deneyiminin üstünde oturmaktadır. Yozgat insanının toprağı ekmenin ve üretmenin ne denli stratejik ve ne denli geleceğe yatırım özelliği taşıdığını kavraması gerekiyor. Dünyayı yakın gelecekte bir tarımsal kriz bekliyor. İki dekar tarlanın ve birkaç çinik buğdayın değerini o zaman daha derinden anlayacağız.
Dileğim o günlerin hiç gelmemesidir amma…
Tarih : 01.05.2008
01.05.2008
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ