William Bascom, hayatın normal akışı içinde folklorun işlevlerini; kültürün istikrarlı bir şekilde sürdürülmesinin mekanizması, eğitim ve eğlencenin aracı, normların koruyucusu ve aktarıcısı, eleştiri yoluyla bireyin ve toplumun rahatlatıcısı şeklinde dört başlık altında toplamış olsa da, günümüz halk bilimcileri arasında “folklorun sayısız işlevi vardır” görüşü ağırlık kazanmıştır.
Gerek Bascom’un gerekse diğer işlev kuramcılarının karantina, izolasyon, mesafe, sokağa çıkma yasağı gibi zorunluluklar ortaya çıktığında ve bunun süresi günleri, haftaları, ayları ve belki de yılları bulduğunda, çoğu gelenekten bir hayli uzaklaşmış kentli toplumlarda folklorun işlevinin ne olabileceği sorusuna cevap aradıklarına dair bir yazı okumadım.
Folklor, doğası gereği dağların, ovaların, denizlerin ırmakların, taşların toprakların, baharların güzlerin, kurtların kuşların, çiçeklerin böceklerin döngüsel takvim içindeki varlıklarıyla ve rolleriyle bütünlenmiş geleneksel bilgi sistemi, hayatta kalma sanatı ve estetiğidir.
Onun için deneyimlediği, yararlılığını görerek gelecek kuşaklara aktarmak istediği bilginin tarihi, insanın dünyadaki var oluş hikâyesi kadar eskidir.Kısacası folklor, insanın yeryüzü macerasıdır.
Folklor, insanlığın ilk icadına, ilk avına, ilk barınmasına, ilk yiyecek depolamasına, ilk savaşına, ilk kırgınına, ilk sürgününe, ilk salgınına, ilk kıtlığına, ilk bolluğuna, ilk bayramına, ilk düğününe, ilk cenazesine tanıklık etmiş, bütün bunların şölene, şenliğe, ritüele, törene dönüşmesini sağlamıştır.
Folklor insanlığın büyük savaşlarını, birbirine uyguladığı uzun kuşatmaları, adını bildiği veya bilmediği korkunç salgınları, deprem, çığ, sel, fırtına, çekirge istilası, yanardağ patlaması, meteor yağmuru gibi doğal felaketleri ve daha nicelerini görmüştür.
“Kıran girsin” veya “elinin körü” bedduası, “başımıza taş yağacak” korkusu, “binler yaşa” duası veya “güvenme varlığa düşersin darlığa” atasözü durduk yere, kendiliğinden ortaya çıkmamış ve günümüze gelme başarısını göstermemiştir.
Folklor, her türlü bilginin hafızalarda toplandığı ve ancak deneyim veya görenek olarak aktarılabildiği en erken çağlardan beri insanlığın yanı başında duran, konuşan ve yol gösteren ağ sakallı babası, ağ pürçekli anası olmuştur.
Onun için folklorun bize en aykırı gelen söz, davranış veya kuralının bile bir geçmişi, deneyime dayalı bir hikâyesi mutlaka vardır. Çağımızda ondan yararlanabilmek için Thomsen’in Göktürk Kitabelerini çözdüğü gibi dilini çözmek, yorumlamak ve yeniden uygulamak için yaratıcı ve tasarımcı bir birikime, yeteneğe ve eğitime sahip olmak gerekir.
Son bir iki aydır küçük bir apartman dairesinde dört duvar arasına sıkışan insanlık, modernleşme çağında varlığından utandığı, dijitalleşme çağında hayatından tamamen çıkardığı bu deneyim ve birikim alanından aklında kalanları hatırlamaya ve karantina altındaki gündelik hayatına uygulamaya başladı.
Sanal ortam, akıllı telefon, bilgisayar oyunu ile başlayan dijital suskunluğunu, önce dijitalden uzaklara konuşarak, sonra kendi arasında sohbet ederek bozdu. Aile içinde “nasılsın”dan ve “iyiyim”den daha fazla konuşulacak konu olduğunu fark etti. Meğer aile içinde saatlerce konuşulabilir, masal anlatılabilir, türkü söylenebilir, oyun oynanabilirmiş. Meğer her şey için market şart değilmiş, bazı şeyler evde de üretilebilir, üretim bile “bağ bozumu şenliği” veya “imece türküleri söylemek gibi” oyun ve eğlenceye dönüştürülebilirmiş. İnsanlık yeniden bunu keşfetti.
Folklor, insanlığın en zor, en acı ve en ümitsiz anlarına tanıklık ede ede bugüne geldiği için “komşu komşunun külüne muhtaçtır” diyerek yardımlaşma ve dayanışma alanlarında pek çok norm ve kurum oluşturmuştur. Bugün markete, eczaneye gidemeyen komşularına yardım edenlerin arkasında bu sözel bellek vardır. Son günlerde Batılı pek çok ülke lider ve insanının “korana günlerinde yeniden yardımlaşmayı öğrendik” dediğine tanıklık ediyoruz.
Kırk katlı ve yüz kırk daireli rezidanslarda birbirimizle “kapı komşusu” olduğumuz hâlde unuttuğumuz komşuluğu yeniden hatırladık. Mesafe koymak zorunda olduğumuz için evlerimizi “komşu kapısı” yapamasak da “komşu balkonunu” keşfimizden büyük eğlenceler, iletişimler çıkardık.
Dijital ortamda lavanta tarlalarında, meşhur kentlerin sokaklarında çekilmiş gezi fotoğraflarımız azalırken, kendimizi sözle ve yazıyla anlatma dönemi başladı. Saz çalmaya, türkü söylemeye, fıkra anlatmaya, ince mizahı keşfetmeye başladık.
Hele anne babalar, onlarca binlerce defa söyledikleri “odana git”, “dersini bitir”, “ben meşgulüm, bilgisayarınla oyna” dedikleri çocuklarıyla kaynaştılar. Masal anlatmayı, imkânsızlıklar içinde oyuncak yapmayı,en önemlisi çocuklarıyla sohbet etmeyi hatırladılar.
Kısacası folklorun işlevi saymakla bitmez. Eski bir reklamda sevimli bir kız çocuğunun “on yüz bin milyon baloncuk” ifadesini hatırlarsınız, folklorun günümüzdeki ve gelecekteki işlev sayısını bana göre bu çocukça söyleyiş daha iyi anlatıyor.
NOT: Lütfen elektronik ortamdaki folklor ve etnografya anlamına gelen “netlore” ve “netnografi” bilimine bir baloncukla siz de katılın. Korona günlerine dair folklorik gözlemlerinizi yazın.