Kurban kelimesinin kökeni Arapça’dır. Her ne kadar öteki dinlerde ve Türklerin İslam öncesi inanışlarında da kurban düşüncesi ve eylemi varsa da, zaman içinde Müslümanlar arasında büyük bir bayram ve ibadet biçimi haline gelen Kurban’ın kökeni Hz. İbrahim’e dayanır. Kurban kelimesi, bugün dilimizde çok sıklıkla kullanılan akraba kelimesi ile aynı kökten türemiştir ve kurbanın birebir anlamı yakınlaşmadır. Ben Akraba ve yakınlaşma kelimelerini yan yana getirerek kurbanı işlevi açısından kısaca akraba yakınlaşması olarak tanımlamak istiyorum.
Mitolojiler, köken efsaneleri ve bunlar temelinde ortaya çıkan ritüeller yani kutsal törenler, insanlığın en eski kazanımlarıdır. Bu bakımdan öyküleri ve kaynakları farklı da olsa kimi törenlerin işlevi birbirine yakındır. Bugün televizyon ve sinema dünyasının bize çok yakından tanıttığı Hıristiyanlık inancı içindeki Şükran Günü, gene kitle iletişim araçlarının bilgilendirmesiyle öğrendiğimiz gibi, bir aile bayramı olarak günümüzde de çok etkin ve güçlü bir konuma sahiptir. Herhangi bir Batı filminde sokakta karşılaşan iki insanın birbirini selamlayıp geçerken biraz meraktan biraz da sohbet olsun diye sordukları nereye gidiyorsun sorusuna şöyle bir cevap verildiğine hep tanık olmuşuzdur: Şükran gününü ailemle geçireceğim, onların yanına gidiyorum. Şükran günü, gene aynı televizyon dizileri ve sinema filmlerinden gözümün önüne gelen sahnesiyle, dededen toruna herkesin toplandığı, Tanrıya verdikleri nimetler için dua edildiği ve nihayet hindi dolmasının afiyetle yendiği mutlu bir akşam yemeğine dönüştüğünü izleyerek biliriz. Gene aynı dizi veya filmlerde Şükran Günü ile ilgili acıklı filmlerin ise bugün bir araya gelemeyen aileleri anlattığı da biz televizyon izleyicilerinin veya sinemaseverlerin bilgili dahilindedir.
Son yıllarda çağdaş Türk kenti, Türk kültürünü kendine özgü İslam öncesi gelenekleriyle bütünleştirerek, geliştirerek ve yeni anlamlar katarak kutlaya geldiği Kurban ritüelini, Şükran Günü’nü olumladığı aynı ekranlar ve perdeler kanalıyla, sözlü kültür geleneğinden kopmuş, çağdaş eğitim süreçlerine entegre olamamış kimi insanımızın her alanda görülen estetize olamama sorununu kurban üzerinden bir vahşet belgeseline dönüştürerek bize her bayram arafesinde ve sırasında medya iletişiminin en dehşetengiz görüntülerini izletiyorlar. Kesik başlar, kopuk ayaklar, çöp bidonlarından taşan işkembeler, kaçan danalar ve kovalayan adamlar: Korku, vahşet, kan, intikam, komedi... Günlerce bu filmi izliyoruz.
Oysa kurban bu değil. Çünkü şükran günü de bu değil. Şükran gününde buluşan aile fertleri, sevinen yaşlılar,birlikte olmanın mutluluğu, bir sofra başında hep birlikte olmanın keyfi ve huzuru... İşte kurban bu. Aile fertlerinin en yaşlının yanında veya evinde bir araya gelmesi, kavuşma, hasret giderme, yalnızlığı unutma, torunları sevme... Beni televizyoncu yapsalardı ben kesimhaneden kaçan bir danayı kovalayan insanları haber yapmazdım, dedesine doğru koşan bir torun varken, beni televizyoncu yapsalardı, bayram günü patlamış işkembelerin atıldığı çöp bidonlarını haber yapmazdım, Tanrı’ya şükredip ilk kurban kavurmasından ilk lokmayı alan mutlu bir aile fotoğrafı dururken.
Dünya, kitle kültürü ile gittikçe dağılıyor, yeni aile kuranların sayısı azalıyor ve mevcut aileleri yaşatmak gittikçe zorlaşıyor. Yaşlılar gittikçe yalnızlaşıyor. Gençler gittikçe ailelerinden ve kültürlerinden uzaklaşıyor. Onun için Batı filmleri, dizileri aileyi bu denli öne çıkarıyor, onu korumak istiyor, üzerine titriyor.
Biz bütün dini yönünü, Türk ekonomisine kattığı bütün katma değeri bir yana bırakılsa bile, sırf aileyi bir araya getiren işlevi nedeniyle kurbana ilgiyle eğilmeli ve onu şükran günü ile çağdaş kenti buluşturan Batı kent kurgucusunun oluşturduğu çözümü kendi özelimizde kendi ritüelimiz için bulabilmeliyiz ve kendi kendimizi ötekileştirmeden vazgeçmeliyiz.
Tarih : 19.12.2007
Mitolojiler, köken efsaneleri ve bunlar temelinde ortaya çıkan ritüeller yani kutsal törenler, insanlığın en eski kazanımlarıdır. Bu bakımdan öyküleri ve kaynakları farklı da olsa kimi törenlerin işlevi birbirine yakındır. Bugün televizyon ve sinema dünyasının bize çok yakından tanıttığı Hıristiyanlık inancı içindeki Şükran Günü, gene kitle iletişim araçlarının bilgilendirmesiyle öğrendiğimiz gibi, bir aile bayramı olarak günümüzde de çok etkin ve güçlü bir konuma sahiptir. Herhangi bir Batı filminde sokakta karşılaşan iki insanın birbirini selamlayıp geçerken biraz meraktan biraz da sohbet olsun diye sordukları nereye gidiyorsun sorusuna şöyle bir cevap verildiğine hep tanık olmuşuzdur: Şükran gününü ailemle geçireceğim, onların yanına gidiyorum. Şükran günü, gene aynı televizyon dizileri ve sinema filmlerinden gözümün önüne gelen sahnesiyle, dededen toruna herkesin toplandığı, Tanrıya verdikleri nimetler için dua edildiği ve nihayet hindi dolmasının afiyetle yendiği mutlu bir akşam yemeğine dönüştüğünü izleyerek biliriz. Gene aynı dizi veya filmlerde Şükran Günü ile ilgili acıklı filmlerin ise bugün bir araya gelemeyen aileleri anlattığı da biz televizyon izleyicilerinin veya sinemaseverlerin bilgili dahilindedir.
Son yıllarda çağdaş Türk kenti, Türk kültürünü kendine özgü İslam öncesi gelenekleriyle bütünleştirerek, geliştirerek ve yeni anlamlar katarak kutlaya geldiği Kurban ritüelini, Şükran Günü’nü olumladığı aynı ekranlar ve perdeler kanalıyla, sözlü kültür geleneğinden kopmuş, çağdaş eğitim süreçlerine entegre olamamış kimi insanımızın her alanda görülen estetize olamama sorununu kurban üzerinden bir vahşet belgeseline dönüştürerek bize her bayram arafesinde ve sırasında medya iletişiminin en dehşetengiz görüntülerini izletiyorlar. Kesik başlar, kopuk ayaklar, çöp bidonlarından taşan işkembeler, kaçan danalar ve kovalayan adamlar: Korku, vahşet, kan, intikam, komedi... Günlerce bu filmi izliyoruz.
Oysa kurban bu değil. Çünkü şükran günü de bu değil. Şükran gününde buluşan aile fertleri, sevinen yaşlılar,birlikte olmanın mutluluğu, bir sofra başında hep birlikte olmanın keyfi ve huzuru... İşte kurban bu. Aile fertlerinin en yaşlının yanında veya evinde bir araya gelmesi, kavuşma, hasret giderme, yalnızlığı unutma, torunları sevme... Beni televizyoncu yapsalardı ben kesimhaneden kaçan bir danayı kovalayan insanları haber yapmazdım, dedesine doğru koşan bir torun varken, beni televizyoncu yapsalardı, bayram günü patlamış işkembelerin atıldığı çöp bidonlarını haber yapmazdım, Tanrı’ya şükredip ilk kurban kavurmasından ilk lokmayı alan mutlu bir aile fotoğrafı dururken.
Dünya, kitle kültürü ile gittikçe dağılıyor, yeni aile kuranların sayısı azalıyor ve mevcut aileleri yaşatmak gittikçe zorlaşıyor. Yaşlılar gittikçe yalnızlaşıyor. Gençler gittikçe ailelerinden ve kültürlerinden uzaklaşıyor. Onun için Batı filmleri, dizileri aileyi bu denli öne çıkarıyor, onu korumak istiyor, üzerine titriyor.
Biz bütün dini yönünü, Türk ekonomisine kattığı bütün katma değeri bir yana bırakılsa bile, sırf aileyi bir araya getiren işlevi nedeniyle kurbana ilgiyle eğilmeli ve onu şükran günü ile çağdaş kenti buluşturan Batı kent kurgucusunun oluşturduğu çözümü kendi özelimizde kendi ritüelimiz için bulabilmeliyiz ve kendi kendimizi ötekileştirmeden vazgeçmeliyiz.
Tarih : 19.12.2007
19.12.2007
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ