Yazıya yabana sarı sıcakların düştüğü bir temmuz günü Kırşehir-Kozaklı-Yenifakılı-Boğazlıyan yolu üzerinden Sarıkaya’ya geldim ve aynı gün Ankara’ya döndüm. Düşük rakımlı yerlerde ekinler biçiliyor, yükseklerde ise olgunlaşan başaklar biçilmeyi bekliyordu. Su kıyılarında, düzlük alanlarda ise yemyeşil pancar tarlaları uzanıyordu. Bunlar, bu mevsimde Yozgat’ta olması, görülmesi doğal manzaralardı.
Ancak geçtiğim her köyün, kasabanın hemen yanıbaşında derme çatma onlarca çadır ve yüzlerce insandan oluşan toplaşmalar vardı. Bunlar, Yozgat’a daha çok Güney Doğu’dan çalışmak izin gelen mevsimlik işçilermiş. İyi “yolma yolarlar”, iyi çapa yaparlarmış. Hemen her köyün yanıbaşında kurulmuş onlarca derme çatma çadırdan oluşan bu “geçiçi köyler”in halkını, binlerce kilometre uzaktan buralara sürükleyen, yaklaşık altı ay boyunca rahat bir yatak, temiz bir banyo, lezzetli bir yemek yemeden çalıştıran nasıl bir yokluk ve yoksulluk kısırdöngüsü diye üzüldüm. Bu üzüntümün yersizliğini daha sonra öğrendim. Kuşkusuz bu insanların daha iyi yaşamak adına çalışmaya ihtiyaçları olmasa buralara bu şartlar altında gelmezler ama işin bir başka boyutu daha varmış. Bu kişiler, sanıldığı kadar yok yoksul insanlar değilmiş. Şirketleşerek, organize olarak ve yaptıkları işi bir profesyonel meslek olarak görerek buralara geliyorlarmış. Bekli çalışma ve yaşama koşulları iyi değilmiş ama, kazançları iyiymiş, en azından çalışacakları bir işleri varmış. Bunları duyunca çok uzaklardan gelip Yozgat topraklarında bu geçici köylerde barınan insanlara duyduğum üzüntü hafifledi. Hatta Yozgat köylülerinin “bunlar işlerinin ehli, çok iyi çalışıyorlar, kolay organize oluyorlar” gibi sözler söylemeleri, kendileri adına üzülmem değil, alın terlerini dökerek hayatlarını profesyonelce kazanan bu insanları ancak takdir etmem gerektiğini düşündüm.
Gelelim madalyonun öteki yüzüne… Her köyün yanına bir köy daha eklemek demek olan bu uygulamanın Yozgat halkı neresinde duruyor. Büyük toprak sahiplerini, işçi çalıştırarak büyük toprakları işleyen zengin çiftçileri anlıyorum. Onların ucuz, çalışkan ve işinin ehli olan işçileri çalıştırması doğal. Peki ya Yozgat’ın işsiz erkekleri, kadınları, gençleri nerede? Ben size söyleyeyim: Kadınlar evde. “Kör olası herif, gene gelmedi, gene ekmek getirmedi” diye evde oturuyor. Erkekler kahvede. “İş yok ki çalışsak, şöyle bir devlet kapısına hademelik mademelik yok ki girsek” diye çay içip pişti oynuyor. Gençler sokakta: Ellerinde cep telefonu mesaj yazıyorlar, araba ile “kız tavlıyorlar” ve para bulabilirlerse ara sıra Yozgat’tan iş arama bahanesiyle kaçıp, büyük şehirlerde birkaç gün geçirip, gerisin geri dönüyorlar.
Nüfusları bin ile on bin arasındaki Yozgat’ın küçük tarım kentlerinde onlarca kahvehane, yaz aylarında açık ve “iyi iş yapıyor”. Oysa bu küçük tarım bölgelerinde, tarımın makineleşmediği dönemlerde nisan ile kasım aylarında ne kadınlar, ne erkekler ne de gençler dinlenmeye fırsat bulabilirlerdi. Herkes çalışırdı. Zaten çalışmayanın adı “tembel” idi. Kimse iş yok demezdi, kendine bir iş bulurdu. Köyde iş yoksa uzak yerlere uzak köylere “ırgatlık işlemeye” gidilirdi. Aksi halde, tembele kız verilmezdi. Şimdi ise, “işsiz”e kız verilmiyor. “İşsiz” ne demek derseniz, “sikorta”sı olmayan diyorlar. Yani ya devlet memuru olacaksın ya da fabrikada çalışacaksın, tarımda çalışmak hiç kimseyi çekmiyor.
Yozgatlı, hergün Ankara’da “sikortalı” bir iş için kapıl aşındırırken, Yozgat’ın tarımı binlerce kilometre ötelerden gelenlerce yapılmaktadır.
Yozgat insanı, günümüz üretim tüketim ilişkilerinin ne iş yaptığı değil işini nasıl yaptığı temelinde oluştuğunu ne zaman kavrayacak?
Tarımda çeşitlenmenin, seracılığın, şaraplık üzümcülüğün, günümüz tüketim alışkanlıklarına hitap eden hayvancılığın, meyveciliğin ve nihayet tarım endüstrisinin farkına varan ve bunu uygulayan birkaç eğitimli öncü çıkmayacak mı içimizden?
Tarih : 21.07.2006
Ancak geçtiğim her köyün, kasabanın hemen yanıbaşında derme çatma onlarca çadır ve yüzlerce insandan oluşan toplaşmalar vardı. Bunlar, Yozgat’a daha çok Güney Doğu’dan çalışmak izin gelen mevsimlik işçilermiş. İyi “yolma yolarlar”, iyi çapa yaparlarmış. Hemen her köyün yanıbaşında kurulmuş onlarca derme çatma çadırdan oluşan bu “geçiçi köyler”in halkını, binlerce kilometre uzaktan buralara sürükleyen, yaklaşık altı ay boyunca rahat bir yatak, temiz bir banyo, lezzetli bir yemek yemeden çalıştıran nasıl bir yokluk ve yoksulluk kısırdöngüsü diye üzüldüm. Bu üzüntümün yersizliğini daha sonra öğrendim. Kuşkusuz bu insanların daha iyi yaşamak adına çalışmaya ihtiyaçları olmasa buralara bu şartlar altında gelmezler ama işin bir başka boyutu daha varmış. Bu kişiler, sanıldığı kadar yok yoksul insanlar değilmiş. Şirketleşerek, organize olarak ve yaptıkları işi bir profesyonel meslek olarak görerek buralara geliyorlarmış. Bekli çalışma ve yaşama koşulları iyi değilmiş ama, kazançları iyiymiş, en azından çalışacakları bir işleri varmış. Bunları duyunca çok uzaklardan gelip Yozgat topraklarında bu geçici köylerde barınan insanlara duyduğum üzüntü hafifledi. Hatta Yozgat köylülerinin “bunlar işlerinin ehli, çok iyi çalışıyorlar, kolay organize oluyorlar” gibi sözler söylemeleri, kendileri adına üzülmem değil, alın terlerini dökerek hayatlarını profesyonelce kazanan bu insanları ancak takdir etmem gerektiğini düşündüm.
Gelelim madalyonun öteki yüzüne… Her köyün yanına bir köy daha eklemek demek olan bu uygulamanın Yozgat halkı neresinde duruyor. Büyük toprak sahiplerini, işçi çalıştırarak büyük toprakları işleyen zengin çiftçileri anlıyorum. Onların ucuz, çalışkan ve işinin ehli olan işçileri çalıştırması doğal. Peki ya Yozgat’ın işsiz erkekleri, kadınları, gençleri nerede? Ben size söyleyeyim: Kadınlar evde. “Kör olası herif, gene gelmedi, gene ekmek getirmedi” diye evde oturuyor. Erkekler kahvede. “İş yok ki çalışsak, şöyle bir devlet kapısına hademelik mademelik yok ki girsek” diye çay içip pişti oynuyor. Gençler sokakta: Ellerinde cep telefonu mesaj yazıyorlar, araba ile “kız tavlıyorlar” ve para bulabilirlerse ara sıra Yozgat’tan iş arama bahanesiyle kaçıp, büyük şehirlerde birkaç gün geçirip, gerisin geri dönüyorlar.
Nüfusları bin ile on bin arasındaki Yozgat’ın küçük tarım kentlerinde onlarca kahvehane, yaz aylarında açık ve “iyi iş yapıyor”. Oysa bu küçük tarım bölgelerinde, tarımın makineleşmediği dönemlerde nisan ile kasım aylarında ne kadınlar, ne erkekler ne de gençler dinlenmeye fırsat bulabilirlerdi. Herkes çalışırdı. Zaten çalışmayanın adı “tembel” idi. Kimse iş yok demezdi, kendine bir iş bulurdu. Köyde iş yoksa uzak yerlere uzak köylere “ırgatlık işlemeye” gidilirdi. Aksi halde, tembele kız verilmezdi. Şimdi ise, “işsiz”e kız verilmiyor. “İşsiz” ne demek derseniz, “sikorta”sı olmayan diyorlar. Yani ya devlet memuru olacaksın ya da fabrikada çalışacaksın, tarımda çalışmak hiç kimseyi çekmiyor.
Yozgatlı, hergün Ankara’da “sikortalı” bir iş için kapıl aşındırırken, Yozgat’ın tarımı binlerce kilometre ötelerden gelenlerce yapılmaktadır.
Yozgat insanı, günümüz üretim tüketim ilişkilerinin ne iş yaptığı değil işini nasıl yaptığı temelinde oluştuğunu ne zaman kavrayacak?
Tarımda çeşitlenmenin, seracılığın, şaraplık üzümcülüğün, günümüz tüketim alışkanlıklarına hitap eden hayvancılığın, meyveciliğin ve nihayet tarım endüstrisinin farkına varan ve bunu uygulayan birkaç eğitimli öncü çıkmayacak mı içimizden?
Tarih : 21.07.2006
21.07.2006
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ