Kültür araştırmacılarının “formülistik” olarak adlandırdığı ve sırrını ve şifresini bir türlü çözemediği sayılar vardır. Bunların bazıları belli coğrafya ve kültürlerle sınırlıdır, bazıları ise yeryüzünde her yerde karşımıza çıkar: Üç, yedi, dokuz ve kırk bunların en yaygın olanlarıdır.
Mesela masallar “bir padişahın üç oğlu/kızı varmış” diye başlayabilir veya kahramanın maceralı yolculuğunda “yol üçe ayrılmış” diye devam edebilir. Masallarda her olay “üç kez” tekrarlanır. Kaf Dağına giden şehzadelerin ellerinde ya “sihirli üç nesne” ya da “üç kıl” vardır darda kaldıkça kullandıkları.
Bir başka masalda kahraman “yedi kardeşin bacısı” olabilir, bir diğerinde “yedi başlı dev” karşımıza çıkabilir. Akrabalığımızın ölçüsü “yedi göbek” sayarak anlaşılır. Pamuk Prensesin cücelerinin sayısı bile yedidir.
Dokuz ise daha çok Türk mitolojisinde ve kültüründe karşımıza çıkar. Altay destanına göre Tanrı Ülgeninsanoğlunu ıssız yeryüzünde gördüğü dalsız budaksız kuru bir ağaca verdiği “dokuz dalın olsun, dokuz dalından dokuz soy türesin, dokuz soydan dokuz boy türesin” emriyle yaratır. Belki bununla bağlantılıdır “erkeklerin dokuz doğurması”.
Kırk sayısına gelince, yeri ve kullanım alanları hem Türk hem de dünya kültürlerinde saymakla bitmez: Yozgat’ta “kırkı çıkmayan” bebeğin ve lohusanın yanına erkek girmez. Kırk günü doldurmayan bebeğe “kırklı” kadına ise “loğusa” denir ve onların bulunduğu evlerin damına, çatısına erkeklerin çıkması uğursuzluk getirir diye yorumlanır ve hoş karşılanmaz. Kırkı çıkmayan bebeği ve loğusayı “al” basabilir, “al karısı” boğup öldürebilir. Kırkı çıkan bebeğe “kırklama” denilen bir törenle bir anlamda “dünyaya hoş geldin” denir. Kırklama, bebeğin “kırk suyu”nda yıkanmasıyla başlayan, iğdeli boncuklu nazarlıklarla bezeli yeni giysiler giymesi, ev dışına çıkarılması ve konu komşuya gösterilmesi ile devam eden bir törendir. Bu tören artık bebek için milattır: “kırkı çıkmak” onun için önemli bir tarih başlangıcıdır. Bu nedenledir ki “kırk” sayısı merkeze alınır ve “kırkının çıkmasına üç gün var”, “beş gün var” denildiği gibi “kırkı çıkalı on gün oldu”, “on beş gün oldu” gibi kullanımlarla bebeğin yaşı daha doğrusu kaç günlük olduğu bu yolla hesaplanır.
Türk kültüründe bir fincan kahvenin “kırk yıl” hatırı vardır. Masallarda düğünler “kırk gün kırk gece” sürer. Pamuk Prenses’e “yedi cüceler” yardım eder ama bu masalın Türk kültüründeki karşılığı olan Nardaniye Hanım’ın imdadına “kırk haramiler” yetişir. Dede Korkut’ta adına destan düzülen kahramanların ya güvendiği “kırk yiğidi” ya da ihanet eden “kırk namerdi” vardır. Beylerin eşleri ve nişanlıları ise yanlarında hep “kırk ince belli kız” ile dolaşırlar.
Türk kültüründe bir hâlden ötekine geçme anlamına gelen erginleme törenlerinin birincisi “kırklama”, ikincisi ise “on beş” yaşına gelip kahramanlık yapana “ad verme”dir. Dede Korkut destanlarında düşman üstüne at sürmüş, ile obaya yararlı iş yapmış, tutsağı tutsaklığından, borçluyu borcundan kurtarmış yiğitlere törenle ad verilir. Dede Korkut gelir “adını ben verdim yaşını Allah versin, üç otuz on yıl yaşasın” deyip dua eder. Bu törenden sonra oğlan yanına aldığı “kırk yiğidi” ile beyler safına katılır.
Efendim sözün özü biz de ailece Yozgat Gazetesini “kırklıyoruz”. Çok şükür “al” basmadan, kem göze nazara gelmeden kırkımızı tamamladık. “Kırk bir kere maşallah” diyen dillerinize sağlık. Dedem Korkut’un diliyle Allah Yozgat Gazetesi’ne “üç otuz on yaş” ömür versin, “binler yaşasın”. Yaşasın ki size sizi anlatmaya devam etsin. Yozgat adına söylenmedik söz, yazılmadık haber kalmasın yarın torunlarınızın arayıp bulamayacağı.
05.03.2013
Mesela masallar “bir padişahın üç oğlu/kızı varmış” diye başlayabilir veya kahramanın maceralı yolculuğunda “yol üçe ayrılmış” diye devam edebilir. Masallarda her olay “üç kez” tekrarlanır. Kaf Dağına giden şehzadelerin ellerinde ya “sihirli üç nesne” ya da “üç kıl” vardır darda kaldıkça kullandıkları.
Bir başka masalda kahraman “yedi kardeşin bacısı” olabilir, bir diğerinde “yedi başlı dev” karşımıza çıkabilir. Akrabalığımızın ölçüsü “yedi göbek” sayarak anlaşılır. Pamuk Prensesin cücelerinin sayısı bile yedidir.
Dokuz ise daha çok Türk mitolojisinde ve kültüründe karşımıza çıkar. Altay destanına göre Tanrı Ülgeninsanoğlunu ıssız yeryüzünde gördüğü dalsız budaksız kuru bir ağaca verdiği “dokuz dalın olsun, dokuz dalından dokuz soy türesin, dokuz soydan dokuz boy türesin” emriyle yaratır. Belki bununla bağlantılıdır “erkeklerin dokuz doğurması”.
Kırk sayısına gelince, yeri ve kullanım alanları hem Türk hem de dünya kültürlerinde saymakla bitmez: Yozgat’ta “kırkı çıkmayan” bebeğin ve lohusanın yanına erkek girmez. Kırk günü doldurmayan bebeğe “kırklı” kadına ise “loğusa” denir ve onların bulunduğu evlerin damına, çatısına erkeklerin çıkması uğursuzluk getirir diye yorumlanır ve hoş karşılanmaz. Kırkı çıkmayan bebeği ve loğusayı “al” basabilir, “al karısı” boğup öldürebilir. Kırkı çıkan bebeğe “kırklama” denilen bir törenle bir anlamda “dünyaya hoş geldin” denir. Kırklama, bebeğin “kırk suyu”nda yıkanmasıyla başlayan, iğdeli boncuklu nazarlıklarla bezeli yeni giysiler giymesi, ev dışına çıkarılması ve konu komşuya gösterilmesi ile devam eden bir törendir. Bu tören artık bebek için milattır: “kırkı çıkmak” onun için önemli bir tarih başlangıcıdır. Bu nedenledir ki “kırk” sayısı merkeze alınır ve “kırkının çıkmasına üç gün var”, “beş gün var” denildiği gibi “kırkı çıkalı on gün oldu”, “on beş gün oldu” gibi kullanımlarla bebeğin yaşı daha doğrusu kaç günlük olduğu bu yolla hesaplanır.
Türk kültüründe bir fincan kahvenin “kırk yıl” hatırı vardır. Masallarda düğünler “kırk gün kırk gece” sürer. Pamuk Prenses’e “yedi cüceler” yardım eder ama bu masalın Türk kültüründeki karşılığı olan Nardaniye Hanım’ın imdadına “kırk haramiler” yetişir. Dede Korkut’ta adına destan düzülen kahramanların ya güvendiği “kırk yiğidi” ya da ihanet eden “kırk namerdi” vardır. Beylerin eşleri ve nişanlıları ise yanlarında hep “kırk ince belli kız” ile dolaşırlar.
Türk kültüründe bir hâlden ötekine geçme anlamına gelen erginleme törenlerinin birincisi “kırklama”, ikincisi ise “on beş” yaşına gelip kahramanlık yapana “ad verme”dir. Dede Korkut destanlarında düşman üstüne at sürmüş, ile obaya yararlı iş yapmış, tutsağı tutsaklığından, borçluyu borcundan kurtarmış yiğitlere törenle ad verilir. Dede Korkut gelir “adını ben verdim yaşını Allah versin, üç otuz on yıl yaşasın” deyip dua eder. Bu törenden sonra oğlan yanına aldığı “kırk yiğidi” ile beyler safına katılır.
Efendim sözün özü biz de ailece Yozgat Gazetesini “kırklıyoruz”. Çok şükür “al” basmadan, kem göze nazara gelmeden kırkımızı tamamladık. “Kırk bir kere maşallah” diyen dillerinize sağlık. Dedem Korkut’un diliyle Allah Yozgat Gazetesi’ne “üç otuz on yaş” ömür versin, “binler yaşasın”. Yaşasın ki size sizi anlatmaya devam etsin. Yozgat adına söylenmedik söz, yazılmadık haber kalmasın yarın torunlarınızın arayıp bulamayacağı.
05.03.2013
05.03.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
salih
17.03.2013 13:53:00hocam kırklamayı ne kadar teferruatlı ve ne kadar anlamlı anlatmışsınız.kaleminize sağlık.Sizin gibi değerli yazarları olduğu için ve gazeteciliği objektif yaptığı içindir ki devamlı bu gasteyi okuyoruz.hürmetler
kürşat
07.03.2013 11:19:00biz de yazılarınızın tiryakisi olan okuyucalarınız adına yozgat gazetesine 41 kere maşaallah diyoruz.