Hayat pahalılığı değil, ekonomik kriz hakkında sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir çift lafım olacak.
İktidara gelinen 2002 yılındaki A takımı kadrosuyla aldığınız yol, elde ettiğiniz başarı taraftarlarınız, hatta muhaliflerinizin büyük bir bölümü tarafından inkar edilmiyor.
İlk 7-8 sekiz yılı takdirle karşılamamak kimilerine göre nankörlük olur.
Bana göre de, mevcut kadro ile fena bir dönem sayılmaz.
O zamanki A takımını yıllar geçtikçe tasfiye ederek ayakta kalacağınızı sandınız.
Yanlış yapıldı.
İyi bir kadro, liyakatli yöneticiler isteseler de mevcut ekonomik tabloyu bugünkü hale getirmezlerdi, hatta getiremezlerdi.
Çünkü A takımının tek hedefi başarılı olmaktı.
Bu sayede de de o dönemin başbakanı olan siz başarılı addedildiniz.
İşler terse gitmeye, güvendiğiniz dağlara kar yağınca ve de devreye FETÖ girince durum değişti.
Kimi kadroları siz, kimileri de kendiliğinden iktidardan uzaklaşmaya başladılar.
Ve sonunda B değil, C takımı bile kuramadınız.
Turizmciden, Turizm Bakanı…
Hastane sahibinden Sağlık Bakanı…
Trikotajcıdan Maliye bakanı yaparsanız olacağı buydu.
**
Şimdi kalkıp eski arkadaşlarınızı ağır eleştiri salvosuna tutuyorsunuz.
Eski kadro konusunda size “sipariş” soru yöneten arkadaş gibi değil …
Doğrudan aynı minvalde ama içimden geldiği gibi bir soru yönetmiştim rahmetli Demirel’e…
O zaman Başbakanlık koltuğunda idi.
Sorum şöyleydi:
“Defalarda iktidar koltuğuna oturdunuz. Yıllarca değişik politikacı ve bürokratlarla çalıştınız. Sizi pişman edenler oldu mu?”
“Evet oldu, ama bunlar olur” türünden bir yanıt vermişti…
Aleyhlerinde tek kelime etmemişti.
Bu kez ben ısrarla “Ama size çok yakın olan bazı politikacı ve bazı iş adamları için çok iyi şeyler yazılmıyor son günlerde. Hele bugünlerde size yakın olanların yanlış yaptıkları söyleniyor. Ne dersiniz?” dediğimde şu yanıtı vermişti:
“Onlara asla söz söyletmem. Onlar benim şerefimdir, namusumdur”
Bu yanıtla, Demirel’in bu denli kızdığına ilk defa tanık olmuştum.
Bu söyleşi Hürriyet’in arşivinde…
Birinci sayfada manşette yerini muhafaza ediyor.
Rahmetli İsmet İnönü’nün, Demirel’in Ecevit’in ve Erbakan’ın ülke yönetimleri sırasında gözden çıkardıkları, değiştirmek zorunda kaldıkları kadroları vardı.
Ama her zaman ve daima yönetimde de B planları vardı.
İşler sarpa girmeden B planlarını devreye sokarlardı.
Kadrolarında değişiklik yapsalar da, arkalarından konuşmazlardı…
Birileri sayın Erdoğan’a hatırlatsa:
“Sizin B planınız neden yok?”
Yoksa geride bıraktıklarınızın hepsi mi liyakatsiz ve başarısızdı?
Onlar başarısız ise şimdi ki kadronuza ne diyelim?
Sahi sayın Cumhurbaşkanım, sizin B planınız neden yok ve neden hiç olmadı?
**
Geçmiş dönemlerde, 1960, hatta 1970’li yıllarda dahi “sefer tası” denen yemek saklama kabı hayatımıza girmişti.
Orta sınıfın ve daha alt kesimin, aldığı maaşın azlığı nedeniyle dışarda yemek yemenin önüne geçmek amacıyla işyerlerine bu sefertası ile iki-üç kap yemek taşınırdı.
Evin hanımı bir gece önceden eşinin öğle yemeğinde neler yiyeceğini planlar, sabah işe giderken sefertasına yaptığı yemekleri ve de eğer imkanı varsa bir kase tatlıyı sefertasına koyardı.
Bu döneme ben de yetiştim.
Çok kısa da olsa yaşadım bu dönemin sıkıntılı günlerini.
Galiba yarım asır sonra aynı döneme geldik.
Şu anda işyerlerinde işveren öğle yemeği veriyor mu bilemem ama vermiyorsa şaşmam.
Yani öğle vakti verilen arada, dışarda atıştırmak zorunda kalan çalışanlar, sanırım çok zor durumda olmalılar.
Aldıkları ücret nedeniyle dışarda bir öğle yemeği yeme şanslarına sahip değiller.
Denememle tanık oldum ki, bir et lokantasından ( esnaf lokantası diyelim) bir öğle yemeğini 100 lira ile yemek hayal.
Hele üzerine tatlı filan istenir ise...
Böylesine pahalı döneme galiba ilk defa rastlıyorum 1960’lardan bu yana.
Kıbrıs çıkarmasından sonra dahi böylesine bir tablo görülmedi.
Sözün özeti şu.
Yani “SEFERTASI” dönemine girdik sayılır…
Hayırlı olsun…
Saray’da yaşayan ve sayın Cumhurbaşkanımıza ekonomi konusunda yol gösteren, tavsiyede bulunan ve faizi hala “nas” olarak gören beyinleri yosun tutmuş danışman müsveddelerine sesleniyorum: