Nesli tükenen veya tükenmekte olan gazeteciler ile ilgili yazılarıma “zamanın ruhu”na uygun düştüğü için ara sıra devam etmek niyetliyim.
AKP öncesi, basın mesleğinde “duayen”olarak bilinen gazeteciler bugünlerde hatırlanmaya, anılmaya, yazılmaya değer kalemler…
Hem de nasıl…
Mesela Cumhuriyet’ten Yılmaz Gümüşbaş
2001 yılının10 şubat günü aramızdan ayrılan Yılmaz Gümüşbaş ile dostluğumuz 1960’lara uzanıyor.
Atatürk Bulvarı üzerinde bürolarımız var.
Nerdeyse karşılıklı…
1960’ların eski ünlü Piknik Lokantasına yakın.
Sakarya Caddesine 150 metre…
Çalıştığım gazete Son Havadis..
Demirel ve partisi Adalet Partisini destekleyen tirajı oldukça yüksek bir gazete…
Rakip gazete, CHP’yi destekleyen ULUS Gazetesi…
Ulus aynı zamanda CHP’nin resmi organı.
Son Havadis ise Adalet Partisi tarafından destekleniyor ama parti resmi organı değil.
Cumhuriyet her zamanki çizgisinde ve kayıtsız şartsız CHP’ye destek veriyor.
Gazete bürolarımız nerdeyse karşı karşıya…
Rahmetli Kemal Aydar Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi…
Çalışanlardan hatırladıklarım Sait Arif Terzioğlu, Turan Ilgaz, Sofu Tuğrul, Çetin Özbayrak, Fikret Otyam, Özgen Acar, Erbil Tuşalp, Hasan Soysal daha sonraki temsilciler Ahmet Tan, Hasan Cemal, Yalçın Doğan ve muhabirlerden Işık Kansu, Turhan Salman…
Yaşayanlara uzun ömürler diliyorum. Ayrılanlara rahmet…
Yılmaz Gümüşbaş erken veda eden arkadaşlarımdan biriydi…
O dönemde gazetelerinizin izlediği politikalar ayrı olsa da biz çalışanlar, emekçiler hiçbir zaman birbirlerimize karşı saygısız-hırçın davranmaz, tam aksine işlerimiz bittikten sonra, ya Gazeteciler Cemiyeti Lokalinde, ya Sakarya Caddesindeki Buhara, ya da Tavukcu veya Piknik gibi mekanlarda buluşup siyasetin dışına çıkarak sohbet eder, mavra yapardık.
Sultan Otel’in barı, Mehmet Kemal’in Kalem lokantası veya Pikniğin altındaki Sanat Severler Lokali de bizden yaşça büyük gazetecilerin uğrak yerleri arasındaydı.
Şöhretli, ünlü gazetecilerin uğrak yeri Ankara Palas restoranı veya Ünlü Karpiç Lokantası bizim gibi yeni- acemi ya da geliri düşük emekçilerin gideceği yerler değildi.
Herkes haddini bilirdi, özetle…
Gümüşbaş ile nöbetçi olduğumuz geceler, büroda iş yükü azaldığı için sık sık sohbet eder, nöbet sonrası ise Sakarya’da ayaküstü meyhaneler açık olduğu için bir iki tek atar, evlerinize dağılırdık…
Yılmaz prensipleri olan bir gazeteciydi.
“Dik” adamdı, iddialıydı ve inandığı çizgiden bir milim sapmayan yapıda, çok okuyan, araştırmacı yanı ile gazetesine katkı sağlamaya çalışan prensiplerini hissettiren bir emekciydi...
Yalana-dolana sapanlarla işi olmaz, yollarını ayrı tutardı.
Gazetelerimiz karşı fikirleri savunsa da, biz o dönemlerde doğruların yanında yer alıp, emekten yana ağırlığımızı hissettirmek için Sendikacılık alanında da birlikte hareket ederdik.
Yılmaz Türkiye Gazeteciler Sendikası Ankara Şubesi Başkanı iken ben muhasip üye idim, iktidara destek veren Tercüman Gazetesi’nden rahmetli Selçuk Sümer ise Yılmaz’ın genel sekreterliğini üstlenirdi.
Gümüşbaş ile aramızdan ayrılana kadar dostluğumuz sürdü…
Ben Son Havadis’ten tartışmalı ayrıldıktan hemen sonra askere gittim.
Yedek Subaylık dönemi olan 1.5 yıl sonra Ankara’ya geldiğimde işsizdim.
Beni ilk arayan meslektaşlarımdan biri Gümüşbaş olmuştu.
Sakarya’da buluştuk…
Rakı masasında geçmiş günlere uzandık.
İş konusunda belirsizlik yaşadığım için ne yapacağımı sordu…
Birkaç gün sonra arayıp temsilcisi Aydar ile görüştüğünü, “Cumhuriyet için seni İstanbul’a önerdi. Birkaç hafta içinde yönetimden yanıt gelir, bekleyelim” dedi..
Tabii çok mutlu oldum.
Çok da sevindim…
O günlerde (1971-1972) ülke 12 Mart’ın yarattığı sıkıntılı günleri yaşıyordu.
Aydınlar, ünlü siyasetçiler ve gazeteci aydınlar bir bir ve sebepsiz yere tutuklanıyorlardı.
Rahmetli gazeteci Örsan Öymen tutuklanmadan önce Almanya’ya kaçmış, ardından ağabeyi Altan Öymen “Uçak kaçırmak” iddiasıyla tutuklanmış ve hapse atılmıştı.
Öymen’lerin sahibi olduğu Anka (Ankara Haberleri) Ajansı’nın tek çalışanı Ahmet Kahraman da o sıralar sırra kadem basmıştı.
Öymen kardeşlerin babası ünlü eğitimci ve CHP eski milletvekili Hıfzı Raşit Öymen beni arayıp Anadolu Kulübünün restoranında buluşmayı teklif etti.
Anka Ajansı’nın kapanamaması için Öymen kardeşler gelene kadar çalışmamı istedi.
Çelikkale Sokak’taki Anka Ajansı’a gittiğimde büroda bir sekreter (Gül Önet) bir muhabir (Kıbrıs çıkarması sırasında şehit olan rahmetli dostum ve arkadaşım Adem Yavuz) bir foto muhabiri vardı.
Bir hafta sonra Yılmaz Gümüşbaş aradığında, içinde bulunduğun tabloyu aktardım, eşimle teyze çocukları olan Öymen’leri ve Hıfzı beyi çiğneyemediğim için işi zorunlu olarak kabul ettiğimi aktardım.
Hak verdi ve “Çok da üzüldüm” dedi.
Sözümü tutup bekleyemediğim için ben de çok pişmandım ama olan olmuştu, 6 ay sonra da Hürriyet’ten aldığım transfer teklifi sonucu Hürriyet çatısı altında 30 yıl sürecek olan meslek hayatım devam edecekti.
Gümüşbaş ile rahmetli olana kadar dostluk-kardeşlik ve arkadaşlığımız sürdü.
Eski günleri yad etmek, sendikal mücadele amacıyla İstanbul Genel Merkez kongrelerine gidip verdiğimiz mücadeleler unutulacak gibi değil.
Bir de unutamadığım davudi sesi…
Tabii her dem şık giyinmesi…
Hani “Zımba gibi biriydi” tabiri vardır ya…
Tam da o.
Her an aynı ve çizgisinden bir milim taviz vermeyen mert tavırları ile akıllarda yer eden Gümüşbaş’a rahmetler diliyorum.