Yaklaşık 10 Marttan bu yana ev hapsindeyiz…
Kapalı cezaevi sayılmasa da, yarı açık veya tarım cezaevinde farz edebiliriz 65 yaş üstündekileri.
Ev hapisi misali.
Koronolu günler uzun…
Koronolu günler özverinin tavan yaptığı dönemler.
Buna boyun eğmek zorunda tüm insanlık…
Tabii salgın hakkında doğru bilgi edinmek şartıyla.
Yani, yanlışlara kimsenin “doğrudur” deme hakkı yok.
Bir bilgi kirliliği ortamı yaratıldı ki, içinden çıkılması gerçekten zor.
Konuşan bilim adamları olmasa, söylenecek sözümüz olmaz.
Ama bilim adamları, en sorumlu olan kişiler, doktorlar, profesörler, her gün ekranlarda boy gösterdiler.
Yanlışı doğru, doğruyu yanlış anlattılar salgının başında…
“Tamam” dedik, “Çin’deki salgını izleyelim, ne olacağını görürüz” diye beklentiye girdik.
Bilim adamlarının ekranlardan verdikleri bilgiler giderek “tutarlı” hale gelmeye başladı…
Başladı ama yine de zaman zaman kafalarımız karışık.
Her gece aynı soru:
“Virüs havada asılı kalır mı, kalmaz mı?”
İstanbul fethedilirken kiliselerde “Melekler erkek midir, dişi midir “tartışması yapan papazların bir başka versiyonu.
Her gece aynı soru.
Her zaman flu yanıt.
Mikrobun insandan insana bulaştığı kesin…
İnsanların bu virüsü dünyanın bir ucundan diğer ucuna götürdükleri kesin.
Ancak anlı-şanlı profesör çıkıyor ekrana “ Burnunun ucunu uzatma sakın. Otur oturduğu yerde. Uzattığı burun sana Korona olarak geri döner”
Hoppalaaaaa..
Buyurun, buradan yakın.
Yahu karı-koca 24 gündür ev hapsinde zaten, korkuyu yeteri kadar yaşıyor.
Pencereyi de mi açmasın?
Hani mikrop öyle başıbozuklar gibi ortalıkta dolaşmıyor ve insandan insana bulaşıyordu.
Bomboş sokaklarda, insanın olmadığı, yaşamadığı sokakta Koronanın ne işi var?
Nitekim Çin, sokağa kimseyi çıkarmadı evlere hapsetti ve işi çözdü.
AMA HİÇ BİR Çinli bilim adamı çıkıp da “Pencereden dışarı bakarsanız virüsü kaparsınız” demedi.
Bizimkiler hala “Burnunu pencerenin dışına uzatma sakın, virüs burun deliklerinden içeri girer” nakaratını sürdürüyor.
Birileri karar versin bari.
Gelelim yiyecek içecek hallerine.
Kıvırcık salatası yasaklanmış gii bir tablo yaşıyoruz.
Kıvırcık yıkanması zor bir sebze. Girintisi çıkıntısı çok..
Virüslü biri gelip kıvırcıkın üstüne doğru öksürürse, yandık demektir.
Olur ya korono kapmış biri, kıvırcık salatasına gıcık ya, inadına gidip salgını yaymak için bu sebzenin üstüne hapşırdı.
Yandık…
Kıvırcı,k önce sirke ile yıkanacak, ardından sabunlanacak, ardından suda bekletilecek.
Bir saunaya sokup keselemediğimiz kaldı yani…
Bunu tavsiye eden de bilim adamı…
Geldik virüsün insandan insana bulaşmasına…
Bu fikrin sahipleri bir hastanın, mikrobu kapmış olanın bulaşını ortalama 2.4 kişiye yayıyor.
Ortalama bu…
Yani 3 kişi değil, 2.4 kişi…
Dünyadaki resmi ölçüm bu.
Bizim Sağlık Bakanımız Koca ekrana çıktı ne dedi?
“İstanbul’da bir kişinin, mikrobu 16 kişiye bulaştırdığını saptadık”
Buyurun, İstanbul’da mikrop taşıyan hain-acımasız ve insafsız hastanın yaptığına bir bakın…
Bulaş 2.4 kişi değil, 5 kişi değil, 10 kişi de değil.
Tamı tamına 16 kişi.
Kim ölçmüş, ne zaman ölçmüş, bilimsel değeri nedir, bilinmiyor.
Bakanımız söyledi ya, gazetelerde manşetler hazır:
“İstanbul büyük risk altında.”
Bu neye benzedi biliyor musunuz?
Balık pazarlarındaki kediler, her gün tablalardan balık çalıp hayatlarını sürdürürlermiş.
Bu durumu balıkçılar her gün görür ve bilirlermiş.
Ama bir gün olsun, balıkçının biri çıkıp da, “Son zamanlarda bizim kedilerin suçlarında artış oldu” diye bir istatistiksel açıklama yapmamış.
Neden ki?
Herkes haddini bildiği için.
Her kim ki, elinde bilgi kesin değilse, değişik kaynaklardan gelen veri akışlarını iyi incelememişse, diline kilit vurmalı…
Hele hele, sağlık bakanıysa
04.04.2020