Kime sorarsanız sorun, kitle haberleşme araçları ülke yönetimleri için büyük bir güçtür ve halk için gereklidir.
Bu gücü ele geçiren partiler her an bundan yararlanırlar..
Yararlanırlar ama demokratik ülkelerde bu yayın organlarının “tarafsız” kalması için yasalar çıkarılır…
Mümkün olduğu kadar “kamu yayıncılığı” yaparken her parti ve kuruma aynı mesafede durmaları için yasal düzenlemeler yapılır.
Gerek Anayasalarda ve gerekse kurumların kendi yasalarında “tarafsızlık ilkesi” daima ön plandadır.
Misal: BBC’yi hiçbir iktidar veya parti etki altına alamaz…
İktidarlar, kendilerine yönelik aleyhte olabilecek herhangi bir haberin yayınlanmasını önleyemezler.
Böyle bir şeye yeltenirlerse yer yerinden oynar, halk sokaklara fırlar.
Bu ve buna benzer yayın kuruluşları etki altında kalmaz veya kalmamaya özen gösterirler.
Ya bizde?
Son 22 yıla bir göz atınca, AKP yönetiminin, TRT-Anadolu Ajansı ve “yandaş medyayı” çok iyi “idare ettiği” herkes tarafından bilinir.
Devlet gücünü ele geçirmiş bir iktidarın, bu gücün en önemli silahları olan kitle haberleşme araçlarını ihmal etmesi demek, iktidarının gelecek seçimlerde elden gidebileceği anlamına gelir.
Devlet aygıtı, hele tek kişinin yönetimindeyse, onun ve kadrosu için en kestirme yol halkı etkileyecek tüm araçları kendi lehine kullanabilmektir.
Kadrolar buna göre yapılır ve “ayarlanır”…
Bu kadroların bağlandığı “üst güç,” yani danışmanlar ordusu, bizde olduğu gibi Saray’da konuşlanmıştır.
Misal: TRT Genel Müdürü, Saray’ın mutlak hakimi tarafından muhatap alınmaz.
Saraydaki sorumlu –diğer adıyla yalaka danışman-TRT’yi “üst akıl” olarak denetler, devlet başkanının emirlerine göre kurumu yönlendirir.
Keza Anadolu Ajansı’nı da…
Devlet Başkanının, gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı gezilerine, neden TRT ve Anadolu Ajansı ve “yalaka medya”nın üst düzey yöneticileri katılır anlayabiliyor musunuz?
Keza Saray’ın emrindeki “yalaka medya” mensupları da, yani yandaş TV ve gazeteler-ajanslar bu uçağın değişmez konuklarıdır.
Muhalif TV veya gazete mensupları sayın Erdoğan’ın hiçbir gezisine davet edilmez.
Çünkü başından “şeytanlaştırılmış” tır muhalif basın.
Tabii bu arada Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi ve kadroları vardır ki onlar da “laf cambazlıkları” yanında, kitle haberleşme araçlarını yakinen izlemek zorundadırlar.
Muhalif radyo ve TV’leri kontrol eden RTÜK’ü de yabana atmamak gerekir.
Eğer iktidarın karşında, muhalif partilerin yanında yer alan yayınlar yapıyorlarsa bu muhalif Radyoların ve TV’lerin fişlerini her an çekebilir, ekran karartabilir, para cezaları verebilir ve radyoları susturabilirler.
Özetle kitle haberleşme araçları eğer tarafsızlıklarını yitirmiş, iktidarın tam güdümüne sokulmuşsa bizde olduğu gibi (AKP yönetimi) 22 yıl değil, 122 yıl dahi iktidarda kalabilirler.
Bu yönetim, yani AKP iktidarı işbaşına geldikten bu yana, “muhalif” seslere hiçbir zaman izin vermemiştir.
En net ve açık örneği “Gezi olayları”nda yaşanmıştır.
Muhalif görüşlerden ürken, halkın kendisini ifade etmesinden çekinen bu iktidar, sadece muhalif partilerden değil, sivil toplum kuruluşlarının da kendilerini yasal çerçeve içinde, TBMM’de veya sokakta ifade etmelerinden endişe etmektedir.
“İfade özgürlüğü” bu nedenle yerlerde sürünür hale gelmiştir.
Bu şekilde yönetilen bir çok geri kalmış ülkeler ne yazık ki hala vardır.
Demokrasinin (D) sinden dahi korkarlar…
Uganda Devlet Başkanı İdi Amin’in, (1971-1979) şu sözü ile literatüre girmiş olduğu bilinir ve anlatılır:
“Ülkemde ifade özgürlüğü var ama “ifade” ettikten sonra olacakları garanti edemem”