Benim en iyi dostum gece ışıklarıdır. Ben buradan bakarım bir sır gibi kapanan geceye. Susmayı ne kadar seviyorsam o kadar severim ışıklara bakmayı. Tüm lambalarımı söndürür bir sitem gibi otururum. Belki küçücük bir mum, arada bir. Geceye yenilmemek için mi, geceyi çoğaltmak için mi, kim bilir... Yalnızlığın simsiyah gözleriyle bakarım. Dünyada ne kadar ayrılık varsa son sözlerini büyütür büyütürüm. Ey karşılıksız içtenlik, her aşkın üzerinde oturduğu kaide sensin, bilirim. Heykellere taş çıkartırım desem yeridir. Gün ışığının önemli kıldığı ne varsa silinir gider. Yüksek sesle söylenenleri de söylediklerimi de anımsamakta güçlük çekerim. Bunun üstüne çok düşündüm. Susarak ya da koşarak yaşadıklarımız, payını bizden geceleri alıyor sanırım. Kalabalığın yarattığı bir sonuç ama ayrıntılar kalabalığı kaldırmıyor desem, bilmem ki ne söylemiş olurum. Sonra neden sevinçler değil de acılar gidip gidip geçmişten karşılık bulur kendine? Ve neden insan, ne kadar acı geçerse geçsin, çocukluğunu okşar durur yaşlandıkça? Geceyi seyrede seyrede öğrendim ki ışık insanın içinde yanmıyorsa yüzüne vurmuyor. Yine de boğucu sıcaklarda bir bardak su gibi güldüğüm olur. Yaşamak tek boyutlu bir eylem değil ki... Dipten yüze kaç kapıdan geçer insanın duyguları, kim bilebilir? Ama gülüşümün kıvamından korkarım zaman zaman. Ceviz ağaçlarının gölgesi hafif kalır yanında. Kederi ezber ede ede büyüyen bir çocuğun olgunluğudur gülüşüm. Gün boyu sakındığım her şeyi, bir ayin kutsallığı içinde teslim ederim geceye.
Bir kuyu gibi değil, bir ip gibi değil, belki bir soru çanı, bir yanıt gibi daha çok, bakarım insanların yüzlerine. Ya gözlerini indirirler, ya durmadan konuşurlar. Gecikmiş misafirlere benzer hepsi, gelseler de gelmeseler de size yalnızlığınızı duyumsatan. Kolay inanmaktan yapılmış bir inkârım ben. Dışarılıklı giysilere kuşkuyla bakarım hep. Gözlerimi dilimin yerine koydum koyalı insanlara uzak gelmeye başladım, biliyorum. Herkesin bu kadar kolay anlaşması içimi üşütüyor. ‘Suya atılan bir taşın en iyi sonucu dibe düşmesi mi, suyun yüzünde yarattığı halkalar mı’ diyorum, birisi çıkıp da, ‘bu, neden attığına, ne zaman attığına, hangi suya attığına, kıyısında seyredene bağlı’ demiyor. Kime aşkı sorduysam ikinci cümlesi bir evdi. Ey kutsal uğultu, neden öyleyse dışarılarda bu kadar mutlusun? Yüzünü korkusuzca yağmura tutan birisini görmedim yıllarca. Öyle çabuk dönüp gidiyor ki insanlar... Sesiniz ağzınızda dağılıp kalıyor. Kimin gülüşünü biraz araladıysam dişleri ıslık çalıyordu. İçtenliğimden aldım en çok yarayı. Güvenlik duygusundan başka akçesi, metaı olmayan bu pazaryerinde, kiminle hangi acıyı yürüyebilirsin ki... Bir hapishane resmine mi benziyorum? Sizin özgürlüğünüzden daha onurludur bu, ey ruhunu borsada çitileyen çoğunluk. O kadar kolaysınız ki, bir araya gelmeden çoğalabiliyorsunuz. Gürültü sessizliği duyabilir mi hiç? Ben geceye çekiliyorum ey büyük yalan; sizin yalnızca uyku diye bildiğiniz o sahipsiz hazineye...
Size benzeseydim mutlu olur muydum?