Birkaç yıldan bu yana, yozgatmuhabir.blogspot.com'da yayınladığım yazılarımda; Türkiyedeki siyasî, ekonomik, sosyal ve hatta kültürel çalkantıların, basın yoluyla kamuoyuna gösterilen sebeplerden dolayı değil, Türkiyenin dünyadaki belli başlı ittifaklardan hangisinin içinde yer alacağının belirlenmesi için yürütülen uluslar arası mücadeleden kaynaklandığına işaret etmeye çalışıyorum.
Bu mücadele, kılık değiştirerek kimi zaman bir darbe tartışması, kimi zaman bir başörtüsü meselesi, kimi zaman içki yasağı, kimi zaman terör ya da Kürt sorunu, kimi zaman demokrasi ve özgürlük tartışması, kimi zaman içki yasağı tartışması, kimi zaman mezhep çatışması gibi maskelenmiş konularla yürütülüyor. Neyi tartışıyor olursak olalım, farkında olmadan bize tartıştırılan konu hep aynı aslında: Türkiye, hangi ittifakın içerisinde yer alacak? Kaba bir tasnifle, ABD-Rusya ittifakında mı, AB-Çin ittifakında mı?
Kaba bir tasnifle dememin sebebi, bu ittifakların da kendi içerisinde hassas ve kırılgan farklılıklar taşıyor olması.
Taksim Gezi Parkı eylemlerinin de, bu tartışmanın kılık değiştirmiş yeni bir şekli olduğunu fark etmek için herhalde çok zeki olmaya gerek yok
Bu yazıda, Türkiyenin Avrupa Birliğine üye olmasına taraftar olan çevreler arasındaki farklılıkları göstermesi bakımından iyi bir örnek olduğunu düşündüğüm bir görüşe dikkat çekmek istiyorum.
2001 yılında Türkiyeyi allak bullak eden ekonomik krizin hemen ardından, Dünya Bankasındaki görevinden ayrılarak Türkiyeye gelip Bülent Ecevit Hükümetinin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı oluveren, önceden hazırlanmış olan Güçlü Ekonomi Programı ile Türkiyenin ekonomik yapısında radikal değişiklikler yapan Kemal Dervişi hatırlarsınız
Şimdilerde Sabancı Üniversitesi İPM Yönetim Kurulu Üyesi ve Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, Gezi Parkı eylemlerinin başlamasından kısa bir süre önce, 10 Mayısta, CNN Türkte yayınlanan Eğrisi Doğrusu programında Gazeteci Taha Akyolun sorularını cevapladı.
CHPliliğinin geçmişini özetlerken babasının İsmet Paşanın yakın dostu, amcasının da İsmet Paşanın Yemendeki emir subayı olduğunu ve Kemal ismini de ondan aldığını belirten Kemal Dervişin, Türkiyenin AB üyeliği konusundaki tavsiyesi hayli dikkatimi çekti.
Kemal Derviş, para birimi olarak Euroyu kullananlarla kendi millî paralarını kullananlar olmak üzere ABnin kendi içerisinde 2 gruba ayrılacağına dair öngörüsünü aktardıktan sonra özetle, Eurozonea girmemiz mümkün de değil, doğru da değil. Biz, AB içerisinde İngiltere ile birlikte ikinci grubun kurucu üyesi olalım önerisinde bulunuyor. Kemal Dervişin bu konudaki önerisini, olup bitenlerin arka planını kavramamıza bir boyutuyla katkıda bulunabileceğini düşünerek aşağıya kaydediyorum.
Çok zor bir geçiş dönemindeyiz. Sosyal ulus devleti kuran sol, önümüzdeki yüzyılda sosyal dünya ekonomisini kurmayı başaran sol olmak mecburiyetinde. (...) Avrupa Birliği değişiyor. Gerçekten değişiyor. O eski birlik tutacak mı tutmayacak mı bilemiyoruz ama bence sonunda üstesinden gelecekler; çünkü her şeye rağmen kaldırmışlar farklı paraları, istedikleri yerde yerleşebiliyorlar. Yani elde ettiklerinin değerini bence bilmiyorlar, özellikle gençler. Savaş düşünülemez artık Avrupada. Onun için bütün bunlar bence elde edilen artılar. Benim çok kısaca görüşüm, Eurozone yani Avroyu para olarak kabul eden ülkeler, siyasal olarak daha çok birleşecek, bir nevi federal bir Avrupa çıkacak ortaya. Fransa, Almanya, İtalya filan Ama o gruba girmek istemeyen ülkeler olacak. Başta İngiltere olmak üzere. İsveç, -Norveç zaten tam üye değil ama- Norveç gibi, Danimarka, İskandinav ülkeleri Polonya olabilir. Buna hazır olmayan ülkeler olabilir, Romanya, Bulgaristan gibi. Dolayısıyla belki Avrupa Birliği olacak ama Avrupa Birliğinin içinde 2 grup: Ortak paraya sahip olan grup, ortak paraları olmayan, millî paralarını koruyan grup. Bizim için bence yeni bir fırsat, bu millî paralarını, ulusal paralarını koruyan gruba girmek; ama tam birliğe girmek, parlamentoya girmek. Yani böyle yandan bir şey değil, özel bir statü değil, İngiltere gibi girmek. (Akyol: Girişimizi de kolaylaştırır galiba, değil mi?) Bence çok kolaylaştırır çünkü Almanlar ve Fransızlar burada egemenlik paylaşımını o ölçüde bizimle yapmış olmayacaklar ama aynı zamanda da sanayi açısından, ticaret açısından, üniversiteler, yerleşme açısından, Türkiye Avrupa Birliğine o şekilde girebilirse, bence her iki tarafı da rahatlatacak bir durum olabilir.
(Akyol: Siz, Avrupalılarla gerek ekonomist gerek devlet adamı- görüşürken böyle bir yatkınlık hissediyor musunuz?) Hissediyorum. (Akyol: Eskisine göre farklı, değil mi?) Bu tür bir şeyi öne sürdüğüm zaman Bu olabilir diyorlar, bazıları. Eurozenea girmemiz bence mümkün değil. (Akyol: Belki de doğru değil.) Belki de doğru değil. Evet, bence doğru değil şu anda yani. (Akyol: Sayın Abdullah Gül de aynı şeyi söyledi, evet.) Ama İngiltere eğer kalırsa tabi. Bir de İngilterenin çıkmasını isteyenler var ama- İngiltere türü (Akyol: Ben İngilterenin çıkmasını hiç istemiyorum çünkü bizim için onların orada varlığı iyi.) Yani bizim orada İngilizlerle ortak bir şeyimiz var. Yani objektif olarak ortak bir çıkarımız var. O zaman biz Orta Doğuyla, Arap dünyasıyla, Müslüman dünyasıyla, Orta Asyayla ilişkilerimizi gayet güzel geliştiririz ama aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi oluruz. Bir değerli diplomatımız, Washingtonda geçen gün söyledi; O yeni Avrupanın girmek isteyen adayı değil kurucu üyesi olmamız lâzım. Benim bir lafım değil, Washingtondaki müsteşarımızın, Timur Beyin bir lafı. Bence çok doğru bir şey. Şey psikolojisinden çıkmamız lâzım; yani onlar bizi kabul ediyor, etmiyor. Yok. Biz onlarla oturup, özellikle İngiltere ile, İsveç ile, nasıl bir şey istiyoruz bu bölgede? Madem ki dünya birbirine bağlanıyor, bu bölgede nasıl bir oluşum, nasıl bir yapı, nasıl bir yönetişim olsun ki insanlar rahat etsin, refaha ulaşsın, daha özgürce dolaşabilsin ve aynı zamanda da dünyadaki diğer bölgelerle de ilişkilerini azami bir şekilde götürebilsin?
02.07.2013
Bu mücadele, kılık değiştirerek kimi zaman bir darbe tartışması, kimi zaman bir başörtüsü meselesi, kimi zaman içki yasağı, kimi zaman terör ya da Kürt sorunu, kimi zaman demokrasi ve özgürlük tartışması, kimi zaman içki yasağı tartışması, kimi zaman mezhep çatışması gibi maskelenmiş konularla yürütülüyor. Neyi tartışıyor olursak olalım, farkında olmadan bize tartıştırılan konu hep aynı aslında: Türkiye, hangi ittifakın içerisinde yer alacak? Kaba bir tasnifle, ABD-Rusya ittifakında mı, AB-Çin ittifakında mı?
Kaba bir tasnifle dememin sebebi, bu ittifakların da kendi içerisinde hassas ve kırılgan farklılıklar taşıyor olması.
Taksim Gezi Parkı eylemlerinin de, bu tartışmanın kılık değiştirmiş yeni bir şekli olduğunu fark etmek için herhalde çok zeki olmaya gerek yok
Bu yazıda, Türkiyenin Avrupa Birliğine üye olmasına taraftar olan çevreler arasındaki farklılıkları göstermesi bakımından iyi bir örnek olduğunu düşündüğüm bir görüşe dikkat çekmek istiyorum.
2001 yılında Türkiyeyi allak bullak eden ekonomik krizin hemen ardından, Dünya Bankasındaki görevinden ayrılarak Türkiyeye gelip Bülent Ecevit Hükümetinin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı oluveren, önceden hazırlanmış olan Güçlü Ekonomi Programı ile Türkiyenin ekonomik yapısında radikal değişiklikler yapan Kemal Dervişi hatırlarsınız
Şimdilerde Sabancı Üniversitesi İPM Yönetim Kurulu Üyesi ve Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, Gezi Parkı eylemlerinin başlamasından kısa bir süre önce, 10 Mayısta, CNN Türkte yayınlanan Eğrisi Doğrusu programında Gazeteci Taha Akyolun sorularını cevapladı.
CHPliliğinin geçmişini özetlerken babasının İsmet Paşanın yakın dostu, amcasının da İsmet Paşanın Yemendeki emir subayı olduğunu ve Kemal ismini de ondan aldığını belirten Kemal Dervişin, Türkiyenin AB üyeliği konusundaki tavsiyesi hayli dikkatimi çekti.
Kemal Derviş, para birimi olarak Euroyu kullananlarla kendi millî paralarını kullananlar olmak üzere ABnin kendi içerisinde 2 gruba ayrılacağına dair öngörüsünü aktardıktan sonra özetle, Eurozonea girmemiz mümkün de değil, doğru da değil. Biz, AB içerisinde İngiltere ile birlikte ikinci grubun kurucu üyesi olalım önerisinde bulunuyor. Kemal Dervişin bu konudaki önerisini, olup bitenlerin arka planını kavramamıza bir boyutuyla katkıda bulunabileceğini düşünerek aşağıya kaydediyorum.
Çok zor bir geçiş dönemindeyiz. Sosyal ulus devleti kuran sol, önümüzdeki yüzyılda sosyal dünya ekonomisini kurmayı başaran sol olmak mecburiyetinde. (...) Avrupa Birliği değişiyor. Gerçekten değişiyor. O eski birlik tutacak mı tutmayacak mı bilemiyoruz ama bence sonunda üstesinden gelecekler; çünkü her şeye rağmen kaldırmışlar farklı paraları, istedikleri yerde yerleşebiliyorlar. Yani elde ettiklerinin değerini bence bilmiyorlar, özellikle gençler. Savaş düşünülemez artık Avrupada. Onun için bütün bunlar bence elde edilen artılar. Benim çok kısaca görüşüm, Eurozone yani Avroyu para olarak kabul eden ülkeler, siyasal olarak daha çok birleşecek, bir nevi federal bir Avrupa çıkacak ortaya. Fransa, Almanya, İtalya filan Ama o gruba girmek istemeyen ülkeler olacak. Başta İngiltere olmak üzere. İsveç, -Norveç zaten tam üye değil ama- Norveç gibi, Danimarka, İskandinav ülkeleri Polonya olabilir. Buna hazır olmayan ülkeler olabilir, Romanya, Bulgaristan gibi. Dolayısıyla belki Avrupa Birliği olacak ama Avrupa Birliğinin içinde 2 grup: Ortak paraya sahip olan grup, ortak paraları olmayan, millî paralarını koruyan grup. Bizim için bence yeni bir fırsat, bu millî paralarını, ulusal paralarını koruyan gruba girmek; ama tam birliğe girmek, parlamentoya girmek. Yani böyle yandan bir şey değil, özel bir statü değil, İngiltere gibi girmek. (Akyol: Girişimizi de kolaylaştırır galiba, değil mi?) Bence çok kolaylaştırır çünkü Almanlar ve Fransızlar burada egemenlik paylaşımını o ölçüde bizimle yapmış olmayacaklar ama aynı zamanda da sanayi açısından, ticaret açısından, üniversiteler, yerleşme açısından, Türkiye Avrupa Birliğine o şekilde girebilirse, bence her iki tarafı da rahatlatacak bir durum olabilir.
(Akyol: Siz, Avrupalılarla gerek ekonomist gerek devlet adamı- görüşürken böyle bir yatkınlık hissediyor musunuz?) Hissediyorum. (Akyol: Eskisine göre farklı, değil mi?) Bu tür bir şeyi öne sürdüğüm zaman Bu olabilir diyorlar, bazıları. Eurozenea girmemiz bence mümkün değil. (Akyol: Belki de doğru değil.) Belki de doğru değil. Evet, bence doğru değil şu anda yani. (Akyol: Sayın Abdullah Gül de aynı şeyi söyledi, evet.) Ama İngiltere eğer kalırsa tabi. Bir de İngilterenin çıkmasını isteyenler var ama- İngiltere türü (Akyol: Ben İngilterenin çıkmasını hiç istemiyorum çünkü bizim için onların orada varlığı iyi.) Yani bizim orada İngilizlerle ortak bir şeyimiz var. Yani objektif olarak ortak bir çıkarımız var. O zaman biz Orta Doğuyla, Arap dünyasıyla, Müslüman dünyasıyla, Orta Asyayla ilişkilerimizi gayet güzel geliştiririz ama aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi oluruz. Bir değerli diplomatımız, Washingtonda geçen gün söyledi; O yeni Avrupanın girmek isteyen adayı değil kurucu üyesi olmamız lâzım. Benim bir lafım değil, Washingtondaki müsteşarımızın, Timur Beyin bir lafı. Bence çok doğru bir şey. Şey psikolojisinden çıkmamız lâzım; yani onlar bizi kabul ediyor, etmiyor. Yok. Biz onlarla oturup, özellikle İngiltere ile, İsveç ile, nasıl bir şey istiyoruz bu bölgede? Madem ki dünya birbirine bağlanıyor, bu bölgede nasıl bir oluşum, nasıl bir yapı, nasıl bir yönetişim olsun ki insanlar rahat etsin, refaha ulaşsın, daha özgürce dolaşabilsin ve aynı zamanda da dünyadaki diğer bölgelerle de ilişkilerini azami bir şekilde götürebilsin?
02.07.2013
02.07.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ