“İleri” gazetesinin yazarlarından Rıfat Çakır, geçen Ocak ayının ilk günlerinde yayınlanan, Esenli kasabasının ve Alcı köyünün geçmişteki güzelliklerini hatıralarıyla birlikte anlattığı “Yozgat'taki Paris: Esenli Kasabası” başlıklı yazısında, yapılan barajların yöre ve ülke ekonomisine katkı sağladığını ancak pek çok tabii güzelliği ve kültürel özelliği de yok ettiğini ifade etmişti. Çakır’ın yazısını haberleştirip, “Baraj iyi de, ah şu silip süpürdüğü güzellikler!..” başlığıyla yayınlamıştım.
Yozgat Valisi Sayın Abdülkadir Yazıcı da, Ocak ayının sonunda Çekerek ilçesinde yaptığı toplantıda “Çekerek ilçemizde Süreyyabey Barajı’nın sularının yükselmesinden sonra tarım arazilerinin önemli kısmı sular altında kalacak. Buradaki hedefimiz, ilçemizi öncelikli olarak ortaöğretimde marka ilçe haline getirmek” demişti.
Sayın Çakır’ın satır aralarında kalarak gözden kaçan tespitleri ve Sayın Yazıcı’nın söz konusu beyanı, baraj altında kalan ve kalacak olan köylerde yaşamış olan vatandaşlarımızın yaşadıkları sıkıntılara dair bir merak uyandırdı bende.
Düşünsenize; doğup büyüdüğünüz, ömür boyunca hafızanızın en mümtaz köşesinde saklayacağınız çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemine dair yüzlerce hatıralarınızı barındıran köyünüz, gün geliyor sular altında kalıyor ve siz, kim bilir nasıl duygularla o toprakları terk etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu ayrılış, bu kopuş, insanın en yakınlarından birisini toprağa vermek kadar büyük sızılar yaşatıyor olmalı…
Üstelik konunun manevî boyutunun yanında bir de maddî boyutu var: Yıllardır yaşamakta olduğunuz, artık sizin bir parçanız hâline gelmiş olan topraklardan ayrıldıktan sonra, pek çok bakımdan size “yabancı” yeni bir yere taşınıyorsunuz. “Göç”ün en küçüğü bile başlı başına bir dramdır. Taşınmanın zorluğu, onun maddî külfeti… Yeni bir ev mi alınacak yoksa kiralık bir ev mi bulunacak? Hangi parayla? İstimlak bedeli ile mi? O para, sizin yeni bir hayat kurmanıza yetecek mi? Üstelik devlet, istimlak bedelini taksitlere bölmüş, bu taksitlerin de bir kısmını size ödememişse…
Keşke “yerel basın” gerçekten “yerel” olmayı başarabilse ve yüzlerce insanın hayatını derinden sarsan böylesi konularda, halkın gerçek gündemine karşı daha duyarlı olabilse. Yerel gazetecilerimiz, sular altında kalan ya da kalacak olan köylerimizde yaşamış olan vatandaşlarımızın sıkıntılarını, şikâyetlerini ve taleplerini bizzat kendilerinden dinleyip sayfalarına, web sitelerine taşıyabilseler…
Bu konudaki haberler ne yazık ki resmî ve sınırlı haberlerden ibaret kalıyor. Ne yazık ki bu haberlerde mülkî amirler var ama halk yok…
Bu konuya dair bilgiler edinmek amacıyla internette arama yaparken You Tube’da rastladığım bir video kaydı, insanın asabını bozacak kadar kötü yapılmış röportajlardan oluşsa da, yaşanan sıkıntının arka planına dair fikir vermeye yetiyor.
Video kaydı, 21 Mart 2012 tarihinde siteye yüklenmiş. Giderek bütün köyü yutmaya başlayan baraj suları altında kalan Çekerek ilçesine bağlı Kâhyalı Köyü’nde çekilmiş olan görüntülerde, köyün son saatlerine şahit oluyorsunuz. Cihan Haber Ajansı muhabiri olduğunu belirten Bilâl Aktaş, videonun başında “Şu anda Yozgat Çekerek Kâhyalı Köyü’ndeyiz. Artık adı Kâhyalı değil, anılmayabilir; çünkü haritadan ismi silinecek” diyor… Ömrünüzün uzun bir kısmını geçirdiğiniz bir köyün haritadan silinmesi, yok olması… Kolay bir acı olmasa gerek…
Muhabir, yanına yaklaştığı bir köylüye “Şu anda üzüntü var mı sizde?” diye soruyor; köylü de “Yaav üzüntü olmaz mı? Vatanımı bırakıp gidiyorum” diye karşılık veriyor… Muhabir, “Ama ortada güzel bir durum var, su manzarası çok güzel. Çekerek için gerçekten güzel bir manzara” deyince köylü, “Güzel de biz vatanımızdan olduk; taa dededen süren (gelen) vatanımızdan olduk” diyerek şerh düşüyor…
Muhabir daha sonra, 1309 yılında yapılmış olan tarihî “Kâhyalı Köyü Eski Camii”nin, baraj altında kalacak olması sebebiyle yıkılmış ve sadece birkaç duvarı ayakta kalmış olan enkazına giriyor. Arpaş Köyü’nden geldiklerini belirten ve başka yapılarda kullanmak üzere, yıkılan binaların taşlarını toplayan köylüler geliyor görüntüye. “Benim böyle 7 dönüm yerim gitti… Bedavadan!.. Yalınız, Cenâb-ı Allah’ın emri, ben yalan söylemiyom amma, babamızdan kalan tarlaydı; 4 tane … dikmişler zamaniyle, tapuya aldırmamışlar orayı. O da ırmak, kavak içinde kaldı” diye dert yanıyor. Muhabir araya girip “Tamam abi, oldu abi” diye sözünü kesmek için özel bir çaba harcamamış olsa, adam, tapu kaydı olmadığı için hak taleb edemediği 7 dönüm tarlasını kaybetmenin mağduriyetini anlatacak ama ne yazık ki muhabir fırsat vermiyor…
Sonra, bir traktörün römorkunda ayakta duran bir köylü geliyor görüntüye. Muhabirin “Evet abi kolay gelsin, ne yapıyorsunuz şu anda?” sorusuna şöyle karşılık veriyor:
“Sağol abim, köyümüzü şu anda boşaltıyoruz. Traktöre saman dolduruyoruz. Malların yiyecaa… (yiyeceği) Per perişan olduk bu sene…”
Kamera başka yöne dönerken, köylü sesleniyor:
“Devlet baba bizi görmüyor!..”
Muhabir, giderek yaklaşan baraj sularının kıyısında duran 3-4 kişilik bir gruba, baraj manzarasını kast ederek soruyor: “Manzara nasıl şu anda?” Tabii köylüler, baraj manzarasını değil, köyün harabeye dönen manzarasını tasvir ediyorlar: “Berbat!..”
Daha sonra görüntüye, başka bir evin yapı malzemelerini kurtarmaya çalışan çocuklar, gençler geliyor. Arka planda “baraj manzarası…” Gövdeleri sular altında kalmış ve birkaç saat sonra tamamen sular altında kalacak olan ağaçlar, su seviyesi pencerelerine kadar yükselmiş, adeta bütün yaşadıklarıyla birlikte boğulmakta olan evler… Civarda enkazlar, uzakta yok olmayı bekleyen sessiz ve terk edilmiş evler… Daha uzaklarda, yer yer karlı dağlar… Suların kıyısında yan yana yürüyerek uzaklaşmakta olan iki adam…
Muhtemelen kameramanın yanında taşıdığı bir teypten yükselen, Eda Özülkü’nün bir şarkısının sözleri duyuluyor arka planda:
“Buralara ayaz vurmuş / Doğrular bozulmuş / Ellerin günahı / Boynuna vurulmuş
Biz yoldan çıkmışız bu hayat kavgasında / Söyle bir zamanlar böyle miydi dünya?..
Aşklar hesapsız aşktı / Duygular vardı / Kollarımda yandılar / Birden hüzünler sardı / Korkular kaldı / Başucumda yok oldular…
Uçurun beyler uçurun / Bulutları, umutları / Götürün beyler, götürün / Biz size mani olmayalım..”
Kamera, kurgulanmamış, anlamsız ve şaşkın hareketlerle bir sağa bir sola dönüyor, zuma girip çıkıyor ama bir türlü köylülerin yüzüne dönmüyor, yüz ifadelerini görmüyor… Kamera geniş açıya çıktığında, yüksekçe bir yerden, kameramanın yanı başından köyün bu hâlini seyreden köylüler giriyor kadraja…
Muhabir, daha sonra köyün, baraj suları avlusuna kadar gelmiş olan yeni camisine yaklaşıyor. Yaşlıca bir köylüye duygu ve düşüncelerini soruyor. Köylü, “Ne yapalım abi; canımızın derdindeyiz, malımızı canımızı kurtaramıyoh. Çaba içindeyiz” diye cevap veriyor.
Muhabir, “Peki devlet size daha önce, bir sene öncesinden anonslar verdi, ‘köyünüzü boşaltın’ diye. Parasını ödedi. Bu zamana kadar neden beklediniz?” diye sorunca, köylü açıklama yapmaya başlıyor:
“Parası… Şimdi, her zaman bir anda ödenilmedi ki !.. Bir araziyi verdi, bir araziyi vermedi. Bir salı verdi, bir salı vermedi. Evlerin yarısını mahkemeye verdik; yarısını aldık, yarısı kaldı. Bu böyle oldu yani…”
Arka plandan, muhtemelen eşinin sesi duyuluyor: “Kalan para da yendi.” Adam da tasdik ederek tekrarlıyor: “Kalan para da yendi zati (harcandı, tükendi, işe yaramaz hâle geldi zaten) Başka bir şey diyemiyom ben…”
Muhabir “Peki, başarılar diliyorum. Ne yapalım, yapacak bir şey yok” diyerek yanından uzaklaşırken, köylü arkadan sesleniyor:
“Bir de yolumuz belimiz yok; mahsur kaldık…”
…Ve muhabir yeni caminin içinde. Caminin imamı, köyün sular altında kalacağını öğrenince, bir ay önce köyden ayrılıp gitmiş. Su camiye dolmak üzere ama caminin içindeki malzemeler bile toplanmamış. Elektrikli süpürge, elektrikli soba, avizeler, halılar, ses cihazları ve saire… Birkaç köylü, başka bir camide kullanılmak üzere, caminin içindeki işe yarayacak olan malzemeleri söküp toplamaya çalışıyor.
“Şu anda biz, insanlık namına caminin içini boşaltıyoh. Bu malzemeleri bir kenara çekip, Çekerek’te yapılan camiye bırakacağız. Yoksa hepsi sular altında kalacak, gorüyon… İmamı ayrılalı aşağı yukarı bir ayı geçti. Yetkililer hiçbir el atmadı. Biz de insanlık namına söküyoh…”
Muhabir, son olarak, Kâhyalı Köyü’nün muhtarı Bayram Doğan ile röportaj yapıyor. “Şu anda durumunuzu öğrenebilir miyiz? Şu anda ne konumdasınız?” diye soruyor.
Muhtar, kollarını iki yana açıp baraj sularına bakarak “Şu konumda vaziyeti görüyonuz işte… Çoğu vatandaş daha evlerinin parasını almadan, DSİ’den istimlak bedelini almadan barajın kapaklarını kapattılar, vatandaş mağdur oldu. Enkazını çekemiyor (taşıyamıyor). Perişan oldu… Yol yok bel yok, elektrik yok. Elektriklerimizi kestiler. Yukarı mahallede vatandaş istimlak bedelini almadan, evlerinin istimlak bedelini almadan evlerini su bastı. Böyle 5-6 tane evimiz var. İstimlak bedelini almadan… İşte bundan Başbakanımızın haberi var mı, yok mu?.. Samsun Bölge, istediği gibi yani, Genel Müdürlüğümüze, Ankara Genel Müdürlüğümüze, DSİ Genel Müdürlüğümüze diyor ki, işte ‘Kâhyalı Köyü’nde hiç istimlak bedeli kalmadı…”
Muhtarın sözünün burasında muhabir kameramana dönüyor ve alçak sesle “Kapat kapat” diyor, şikâyetlerini anlatan muhtarın röportajı kesiliveriyor!..
Muhabir, kameramanla birlikte başka bir evin enkazına giriyor. Pencerelerden alabildiğine uzanan baraj suları gözüküyor… Bir taraftan da ev ahalisi, çoluk çocuk, evin kullanılabilir yapı malzemelerini sökmekle meşgul…
İşte böyle... Gündemde yer bulamayan nice sıkıntının, nice acının, şikâyetin sadece küçük bir parçası, ancak arandığında rastlanabilen You Tube’daki bir amatör video görüntülerinde çıkıyor karşımıza…
Ödenmeyen istimlak bedelleri, kaybedilen araziler, yaşanan maddî zorluklar… Bütün hatıralarıyla birlikte sulara gömülen koca bir mazi…
Kim bilir, Yozgat’ta gündemde yer bulamayan daha nice sıkıntı var… Ne önemi var? Nasıl olsa onların bir yerel basını, şikâyet etmeye başladıklarında kameramana “Kapat kapat” diyen ve şikâyetine izin vermeyen yerel muhabirleri var…
“Devlet baba bizi görmüyor!..” dedi ya köylü… Muhtar, “Bundan Başbakanımızın haberi var mı, yok mu?..” diye sordu ya… Bari biz yazalım… Belki okuyan olur…
07.03.2013
Yozgat Valisi Sayın Abdülkadir Yazıcı da, Ocak ayının sonunda Çekerek ilçesinde yaptığı toplantıda “Çekerek ilçemizde Süreyyabey Barajı’nın sularının yükselmesinden sonra tarım arazilerinin önemli kısmı sular altında kalacak. Buradaki hedefimiz, ilçemizi öncelikli olarak ortaöğretimde marka ilçe haline getirmek” demişti.
Sayın Çakır’ın satır aralarında kalarak gözden kaçan tespitleri ve Sayın Yazıcı’nın söz konusu beyanı, baraj altında kalan ve kalacak olan köylerde yaşamış olan vatandaşlarımızın yaşadıkları sıkıntılara dair bir merak uyandırdı bende.
Düşünsenize; doğup büyüdüğünüz, ömür boyunca hafızanızın en mümtaz köşesinde saklayacağınız çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemine dair yüzlerce hatıralarınızı barındıran köyünüz, gün geliyor sular altında kalıyor ve siz, kim bilir nasıl duygularla o toprakları terk etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu ayrılış, bu kopuş, insanın en yakınlarından birisini toprağa vermek kadar büyük sızılar yaşatıyor olmalı…
Üstelik konunun manevî boyutunun yanında bir de maddî boyutu var: Yıllardır yaşamakta olduğunuz, artık sizin bir parçanız hâline gelmiş olan topraklardan ayrıldıktan sonra, pek çok bakımdan size “yabancı” yeni bir yere taşınıyorsunuz. “Göç”ün en küçüğü bile başlı başına bir dramdır. Taşınmanın zorluğu, onun maddî külfeti… Yeni bir ev mi alınacak yoksa kiralık bir ev mi bulunacak? Hangi parayla? İstimlak bedeli ile mi? O para, sizin yeni bir hayat kurmanıza yetecek mi? Üstelik devlet, istimlak bedelini taksitlere bölmüş, bu taksitlerin de bir kısmını size ödememişse…
Keşke “yerel basın” gerçekten “yerel” olmayı başarabilse ve yüzlerce insanın hayatını derinden sarsan böylesi konularda, halkın gerçek gündemine karşı daha duyarlı olabilse. Yerel gazetecilerimiz, sular altında kalan ya da kalacak olan köylerimizde yaşamış olan vatandaşlarımızın sıkıntılarını, şikâyetlerini ve taleplerini bizzat kendilerinden dinleyip sayfalarına, web sitelerine taşıyabilseler…
Bu konudaki haberler ne yazık ki resmî ve sınırlı haberlerden ibaret kalıyor. Ne yazık ki bu haberlerde mülkî amirler var ama halk yok…
Bu konuya dair bilgiler edinmek amacıyla internette arama yaparken You Tube’da rastladığım bir video kaydı, insanın asabını bozacak kadar kötü yapılmış röportajlardan oluşsa da, yaşanan sıkıntının arka planına dair fikir vermeye yetiyor.
Video kaydı, 21 Mart 2012 tarihinde siteye yüklenmiş. Giderek bütün köyü yutmaya başlayan baraj suları altında kalan Çekerek ilçesine bağlı Kâhyalı Köyü’nde çekilmiş olan görüntülerde, köyün son saatlerine şahit oluyorsunuz. Cihan Haber Ajansı muhabiri olduğunu belirten Bilâl Aktaş, videonun başında “Şu anda Yozgat Çekerek Kâhyalı Köyü’ndeyiz. Artık adı Kâhyalı değil, anılmayabilir; çünkü haritadan ismi silinecek” diyor… Ömrünüzün uzun bir kısmını geçirdiğiniz bir köyün haritadan silinmesi, yok olması… Kolay bir acı olmasa gerek…
Muhabir, yanına yaklaştığı bir köylüye “Şu anda üzüntü var mı sizde?” diye soruyor; köylü de “Yaav üzüntü olmaz mı? Vatanımı bırakıp gidiyorum” diye karşılık veriyor… Muhabir, “Ama ortada güzel bir durum var, su manzarası çok güzel. Çekerek için gerçekten güzel bir manzara” deyince köylü, “Güzel de biz vatanımızdan olduk; taa dededen süren (gelen) vatanımızdan olduk” diyerek şerh düşüyor…
Muhabir daha sonra, 1309 yılında yapılmış olan tarihî “Kâhyalı Köyü Eski Camii”nin, baraj altında kalacak olması sebebiyle yıkılmış ve sadece birkaç duvarı ayakta kalmış olan enkazına giriyor. Arpaş Köyü’nden geldiklerini belirten ve başka yapılarda kullanmak üzere, yıkılan binaların taşlarını toplayan köylüler geliyor görüntüye. “Benim böyle 7 dönüm yerim gitti… Bedavadan!.. Yalınız, Cenâb-ı Allah’ın emri, ben yalan söylemiyom amma, babamızdan kalan tarlaydı; 4 tane … dikmişler zamaniyle, tapuya aldırmamışlar orayı. O da ırmak, kavak içinde kaldı” diye dert yanıyor. Muhabir araya girip “Tamam abi, oldu abi” diye sözünü kesmek için özel bir çaba harcamamış olsa, adam, tapu kaydı olmadığı için hak taleb edemediği 7 dönüm tarlasını kaybetmenin mağduriyetini anlatacak ama ne yazık ki muhabir fırsat vermiyor…
Sonra, bir traktörün römorkunda ayakta duran bir köylü geliyor görüntüye. Muhabirin “Evet abi kolay gelsin, ne yapıyorsunuz şu anda?” sorusuna şöyle karşılık veriyor:
“Sağol abim, köyümüzü şu anda boşaltıyoruz. Traktöre saman dolduruyoruz. Malların yiyecaa… (yiyeceği) Per perişan olduk bu sene…”
Kamera başka yöne dönerken, köylü sesleniyor:
“Devlet baba bizi görmüyor!..”
Muhabir, giderek yaklaşan baraj sularının kıyısında duran 3-4 kişilik bir gruba, baraj manzarasını kast ederek soruyor: “Manzara nasıl şu anda?” Tabii köylüler, baraj manzarasını değil, köyün harabeye dönen manzarasını tasvir ediyorlar: “Berbat!..”
Daha sonra görüntüye, başka bir evin yapı malzemelerini kurtarmaya çalışan çocuklar, gençler geliyor. Arka planda “baraj manzarası…” Gövdeleri sular altında kalmış ve birkaç saat sonra tamamen sular altında kalacak olan ağaçlar, su seviyesi pencerelerine kadar yükselmiş, adeta bütün yaşadıklarıyla birlikte boğulmakta olan evler… Civarda enkazlar, uzakta yok olmayı bekleyen sessiz ve terk edilmiş evler… Daha uzaklarda, yer yer karlı dağlar… Suların kıyısında yan yana yürüyerek uzaklaşmakta olan iki adam…
Muhtemelen kameramanın yanında taşıdığı bir teypten yükselen, Eda Özülkü’nün bir şarkısının sözleri duyuluyor arka planda:
“Buralara ayaz vurmuş / Doğrular bozulmuş / Ellerin günahı / Boynuna vurulmuş
Biz yoldan çıkmışız bu hayat kavgasında / Söyle bir zamanlar böyle miydi dünya?..
Aşklar hesapsız aşktı / Duygular vardı / Kollarımda yandılar / Birden hüzünler sardı / Korkular kaldı / Başucumda yok oldular…
Uçurun beyler uçurun / Bulutları, umutları / Götürün beyler, götürün / Biz size mani olmayalım..”
Kamera, kurgulanmamış, anlamsız ve şaşkın hareketlerle bir sağa bir sola dönüyor, zuma girip çıkıyor ama bir türlü köylülerin yüzüne dönmüyor, yüz ifadelerini görmüyor… Kamera geniş açıya çıktığında, yüksekçe bir yerden, kameramanın yanı başından köyün bu hâlini seyreden köylüler giriyor kadraja…
Muhabir, daha sonra köyün, baraj suları avlusuna kadar gelmiş olan yeni camisine yaklaşıyor. Yaşlıca bir köylüye duygu ve düşüncelerini soruyor. Köylü, “Ne yapalım abi; canımızın derdindeyiz, malımızı canımızı kurtaramıyoh. Çaba içindeyiz” diye cevap veriyor.
Muhabir, “Peki devlet size daha önce, bir sene öncesinden anonslar verdi, ‘köyünüzü boşaltın’ diye. Parasını ödedi. Bu zamana kadar neden beklediniz?” diye sorunca, köylü açıklama yapmaya başlıyor:
“Parası… Şimdi, her zaman bir anda ödenilmedi ki !.. Bir araziyi verdi, bir araziyi vermedi. Bir salı verdi, bir salı vermedi. Evlerin yarısını mahkemeye verdik; yarısını aldık, yarısı kaldı. Bu böyle oldu yani…”
Arka plandan, muhtemelen eşinin sesi duyuluyor: “Kalan para da yendi.” Adam da tasdik ederek tekrarlıyor: “Kalan para da yendi zati (harcandı, tükendi, işe yaramaz hâle geldi zaten) Başka bir şey diyemiyom ben…”
Muhabir “Peki, başarılar diliyorum. Ne yapalım, yapacak bir şey yok” diyerek yanından uzaklaşırken, köylü arkadan sesleniyor:
“Bir de yolumuz belimiz yok; mahsur kaldık…”
…Ve muhabir yeni caminin içinde. Caminin imamı, köyün sular altında kalacağını öğrenince, bir ay önce köyden ayrılıp gitmiş. Su camiye dolmak üzere ama caminin içindeki malzemeler bile toplanmamış. Elektrikli süpürge, elektrikli soba, avizeler, halılar, ses cihazları ve saire… Birkaç köylü, başka bir camide kullanılmak üzere, caminin içindeki işe yarayacak olan malzemeleri söküp toplamaya çalışıyor.
“Şu anda biz, insanlık namına caminin içini boşaltıyoh. Bu malzemeleri bir kenara çekip, Çekerek’te yapılan camiye bırakacağız. Yoksa hepsi sular altında kalacak, gorüyon… İmamı ayrılalı aşağı yukarı bir ayı geçti. Yetkililer hiçbir el atmadı. Biz de insanlık namına söküyoh…”
Muhabir, son olarak, Kâhyalı Köyü’nün muhtarı Bayram Doğan ile röportaj yapıyor. “Şu anda durumunuzu öğrenebilir miyiz? Şu anda ne konumdasınız?” diye soruyor.
Muhtar, kollarını iki yana açıp baraj sularına bakarak “Şu konumda vaziyeti görüyonuz işte… Çoğu vatandaş daha evlerinin parasını almadan, DSİ’den istimlak bedelini almadan barajın kapaklarını kapattılar, vatandaş mağdur oldu. Enkazını çekemiyor (taşıyamıyor). Perişan oldu… Yol yok bel yok, elektrik yok. Elektriklerimizi kestiler. Yukarı mahallede vatandaş istimlak bedelini almadan, evlerinin istimlak bedelini almadan evlerini su bastı. Böyle 5-6 tane evimiz var. İstimlak bedelini almadan… İşte bundan Başbakanımızın haberi var mı, yok mu?.. Samsun Bölge, istediği gibi yani, Genel Müdürlüğümüze, Ankara Genel Müdürlüğümüze, DSİ Genel Müdürlüğümüze diyor ki, işte ‘Kâhyalı Köyü’nde hiç istimlak bedeli kalmadı…”
Muhtarın sözünün burasında muhabir kameramana dönüyor ve alçak sesle “Kapat kapat” diyor, şikâyetlerini anlatan muhtarın röportajı kesiliveriyor!..
Muhabir, kameramanla birlikte başka bir evin enkazına giriyor. Pencerelerden alabildiğine uzanan baraj suları gözüküyor… Bir taraftan da ev ahalisi, çoluk çocuk, evin kullanılabilir yapı malzemelerini sökmekle meşgul…
İşte böyle... Gündemde yer bulamayan nice sıkıntının, nice acının, şikâyetin sadece küçük bir parçası, ancak arandığında rastlanabilen You Tube’daki bir amatör video görüntülerinde çıkıyor karşımıza…
Ödenmeyen istimlak bedelleri, kaybedilen araziler, yaşanan maddî zorluklar… Bütün hatıralarıyla birlikte sulara gömülen koca bir mazi…
Kim bilir, Yozgat’ta gündemde yer bulamayan daha nice sıkıntı var… Ne önemi var? Nasıl olsa onların bir yerel basını, şikâyet etmeye başladıklarında kameramana “Kapat kapat” diyen ve şikâyetine izin vermeyen yerel muhabirleri var…
“Devlet baba bizi görmüyor!..” dedi ya köylü… Muhtar, “Bundan Başbakanımızın haberi var mı, yok mu?..” diye sordu ya… Bari biz yazalım… Belki okuyan olur…
07.03.2013
07.03.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ