Sürur ÖZTÜRK

EZBER BOZAN

Operasyon tıkır tıkır işliyor...



Siyasî gelişmeleri, dünya genelindeki değişiklikleri göz önüne alarak değerlendirmezsek yanılırız. Türkiye-İsrail ilişkilerinin geldiği aşama bizi şaşırtır ve “neler oluyor?!” diye sormaya başlarız. Oysa, yaşanan son gelişmeler hiç de sürpriz değil. Böyle olacağı günler, aylar öncesinden değil, en azından birkaç yıldan beri biliniyordu…

Gerçekte ne olup bittiğini anlamak için, dünya dengelerindeki değişiklikleri masaya yatırmak gerekir. Olup bitenlerin analizini şöyle yapabiliriz:

Daha önce, “Merkez sağın yeni lideri kim olacak? / Yeni Dünya Düzeni: Türkiye-ABD-Rusya İttifakı” başlıklı yazımda da kaydettiğim gibi, yeni dünya düzeni, Türkiye, Amerika ve Rusya’dan oluşan üçlü bir ittifakla kuruluyor.

Bir de, bu ittifakın karşısında yer alan ve bu ittifakı bozup dağıtmak isteyen bir “karşı ittifak” var. George Bush iktidarının ilk döneminde yönetimi ele geçirip de daha sonra yönetimden birer birer tasfiye edilen ve kendilerine neo-conservatives; kısaca “neo-con” (yeni muhafazakârlar) diyen grup, bu karşı cephede yer alıyor. Dick Cheney gibi adamlar yani… Başta İngiltere olmak üzere, bazı Avrupa ülkeleri ve İsrail’in bir kısmı da bu karşı cephe içerisinde.

Obama yönetimindeki yeni Amerika, Ortadoğu’nun liderliğini, hükümeti ve ordusuyla kendisinin sıkı bir müttefiki durumunda olan Türkiye’nin yapmasını istiyor. Tabii bu Türkiye’nin de işine geliyor.

Amerika’nın stratejisine göre, İsrail artık daha pasif bir pozisyona çekilmeli, Türkiye güvenilir bir müttefik olarak büyümeli ve öne çıkmalı, İran etkisiz / zararsız bir hâle getirilmeli, bağımsız bir Filistin devleti kurulmalı. Fakat, İsrail’in güvenliği de sağlanmalı ve Filistin devleti kurulduktan sonra da Arap ülkeleri İsrail’i resmen tanımalı. Amerika ve Rusya’nın baş düşmanı olan ve kurduğu devletler üstü yapıyla, dünyayı para gücüyle yönetmek isteyen küresel sermaye çökertilmeli, Avrupa etkisiz hâle getirilmeli…

Bu stratejinin gerçekleşmesi için en önemli ve en öncelikli adım, Türkiye’nin Ortadoğu’da / İslâm dünyasında “sevilen bir lider ülke” durumuna gelmesiydi.

AK Parti iktidarının “komşularla sıfır problem” politikası, vizelerin birer birer kaldırılıp, ard arda ticarî anlaşmaların imzalanması, Arap kamuoyunun Türkiye’ye bakışını zaten büyük ölçüde değiştirmiş, Türkiye’yi bölgede ağırlığı olan bir dost konumuna getirmişti. Başbakan Erdoğan’ın şahsında Türkiye’nin birinci “van minut” (one minute) çıkışı, Türkiye’yi Arap / İslâm ülkeleri nezdinde çok daha muteber / popüler bir hâle getirmişti.

Oysa, daha Amerika diye bir devlet piyasada bile yokken İslâm dünyasında haritaları çizen İngiliz siyasetinin bir sonucu olarak, Araplar Türkleri hiç sevmezlerdi. Fakat, artık Arapların karşısında başka bir Türkiye vardı. Her fırsatta Irak’ın toprak bütünlüğünden yana tavır koyan; Suriye’ye, İran’a, Lübnan’a, Afganistan’a, Pakistan’a, Suudî Arabistan’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Katar’a, Küveyt’e, Umman’a, Yemen’e, Somali’ye, Etiyopya’ya, Sudan’a, Mısır’a kucak açan, siyasî ve ekonomik işbirliğini artırmak için çırpınan bir Türkiye…

Hepsinin üzerine, İslâm dünyasının nefret ettiği ama hiçbir şey yapamadığı İsrail’e kafa tutan, onu her fırsatta aşağılayıp, haşlayıp, tokatlayıp şamar oğlanına çeviren; bütün bunları yaparken de Amerika ve Rusya gibi iki süper güçle ittifak hâlinde kalabilen bir Türkiye… Dahası, ilişkilerini sadece Amerika, Rusya ve Ortadoğu ile sınırlı tutmayan, Avrupa’nın tamamıyla siyasî ve ekonomik ilişkiler içinde olan, nüfuz alanı çok güçlü bir şekilde Afrika’ya Balkanlara ve Kafkaslara uzanan bir Türkiye… “Açılım” politikasıyla, dünyanın her bölgesindeki bütün etnik gruplara kucak açarak, nüfuz alanını / câzibe hâlesini geniş tutan bir Türkiye…

Üstelik, dünyayı kasıp kavuran küresel ekonomik krize rağmen, hayatî sarsıntılar yaşamayacak kadar sağlam bir ekonomiye sahip bir Türkiye…

İslâm dünyası için bundan daha iyi bir lider bulunabilir miydi?

İsrail’in, Gazze’ye insanî yardım malzemeleri taşıyan gemiye saldırısı üzerine yine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsrail’i “devlet terörü uygulayan bir haydut” gibi çok ağır ifadelerle suçlayarak bir kere daha paçavraya çevirmiş olması, hiç şüphesiz ikinci “van minut” çıkışı olmuş ve Türkiye’nin bölgedeki liderlik pozisyonunu daha da güçlendirmiş, Türkleri sevmeyen Arapların Türklere neredeyse âşık olmasına sebep olmuştur.

Yani, yaşanan son olaylar da, özellikle 2007’den sonra daha da belirginleşip netlik kazanan genel stratejiye uygun bir şekilde gelişiyor…

Gazze’ye insanî yardım malzemeleri taşıyan Mavi Marmara gemisinin İsrail’in saldırısına uğrayacağı bilinmiyor muydu? Nasıl bilinmez? İsrail, gemiye müdahale edeceğini önceden ilân etmemiş miydi? O gemideki gönüllüler, muhtemel bir İsrail saldırısını göze alarak ve bu sebeple yakınlarıyla helalleşerek yola koyulmamışlar mıydı? (Şüphesiz ki gemidekilerin tamamına yakını samimiydiler. Hayatını kaybedenler de inşallah şehit olmuşlardır...)

CIA’ye yakınlığıyla bilinen Amerikan düşünce kuruluşu Stratfor’un internet sitesinde, olaydan 5 gün önce yayınlanan bir analizde özetle şöyle yazıyordu:

“İsrail, Gazze’ye yardım gemisine saldırsa da saldırmasa da, Türkiye bu durumdan kazançlı çıkacak…”

Nitekim, ABD Başkanı Obama, saldırıdan sonra yaptığı açıklamada, bu durumun, Ortadoğu barışının tesisi için bir fırsata dönüştürülebileceğini söyledi.

Çok açık bir şekilde anlaşılıyor ki, her şey Türkiye’nin Ortadoğu’nun / İslâm dünyasının lider ülkesi konumuna gelme sürecini hızlandırmak için kurgulanmıştı.

Buradan şöyle bir tahminde bulunabiliriz: Görünen o ki, yakında İsrail’de hükümet düşecek, seçimler yapılacak ve yeni dünya düzeni ile uyumlu olacak yeni bir hükümet iktidara gelecek. Bu, uzun zamandan beri beklenen bir gelişme olmasına rağmen, İsrail’deki bu muhtemel hükümet değişikliği bile, İslâm dünyasında Türkiye’nin başarısı olarak kaydedilecek…

Türkiye, Amerika ve Rusya ile ittifak hâlinde, İslâm dünyasında lider ülke konumuna geldikçe, aynı zamanda Avrupa Birliği’nden de uzaklaşmış olacak. Zaten, ekonomik krizlerle boğuşmaya başlamış ve giderek zayıflayan bir Avrupa’ya ihtiyacı da kalmamış olacak… (Nitekim, Alman Die Welt gazetesi, geçen ay “Türkler, Avrupa Birliği’ndeki finans krizine kıs kıs gülüyor” diye manşet atmıştı…) Türkiye gibi nüfuz alanı bu kadar geniş, büyük ve stratejik öneme sahip güçlü bir devletten mahrum kalan Avrupa da, Ortadoğu’yu, Afrika’yı, Balkanları, ve Kafkasları da kaybetmiş olacak… Tam bir yenilgi… Sizce, üçüncü dünya savaşına gerek var mı?..

Bu gidişattan rahatsız olan “karşı ittifak”, Türkiye-ABD-Rusya ittifakını bozmaya çalışacak ve stratejilerinin hareket noktası da bu olacaktır.

Fakat, bunu nasıl yapabilirler?

Başbakan Erdoğan’ı “Amerikan uşağı” ilân edip, Amerikan karşıtlığı yapacak olan kitle, Ergenekon operasyonları ile etkisiz hâle getirildi. “Irak’ın kuzeyinde bir Kürt Devleti kurulacak, Barzani Türkiye’yi bölecek” iddiası ve propagandası da çökmüş durumda. Zira, farkındaysanız, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin lideri Mesut Barzani Türkiye’ye geldi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte düzenlenen ortak basın toplantısında Türkiye’ye sıcak mesajlar verdi. Kuzey Irak artık Türkiye’ye tâbi, Türkiye’ye bağımlı bir oluşumdan ibarettir. Orada bağımsız bir devlet kurulsa bile bu devlet, ciddi bir hata yapılmadığı takdirde, Türkiye’nin sözünden çıkmayacak çok “akıllı-uslu” bir devlet olacaktır… Baksanıza, “Türkiye’yi bölecek” denen Barzani, İstanbul’da TÜSİAD heyeti ile bir araya geldi… Barzani artık bir “işadamı”… O artık bir “tüccar” ve ticaretini Türkiye ile yapacak…

Barzani, Türk medyasının temsilcileriyle de bir araya geldi ve dolaylı olarak da olsa, PKK’dan rahatsızlığını ifade etti…

PKK ise, tam da Barzani’nin Türkiye ziyaretine denk gelecek bir zamanlamayla, “tek taraflı olarak ilân ettiği ateşkese son verdiğini” duyurdu… Zaten, bir süreden beri terör saldırıları yeniden yükselişe geçmişti.

Esasen PKK çoktan tükenmişti. Siyasî ve ekonomik bakımdan tükenmişti. Şu günlerde PKK imzasıyla gerçekleştirilen terör saldırılarının arkasında, Türkiye-ABD-Rusya ittifakını bozmaya çalışan devletlerin istihbarat servislerini ve onların içerideki taşeronlarını aramak gerekir… PKK, sahnenin önündeki oyunculardan ibaret…

CHP’deki operasyonlar devam edecektir. Genel Başkan değişikliğinin sadece bir “hazırlık aşaması” olduğu, asıl operasyonların yakında başlayacağı anlaşılıyor. Sonuçta, Türkiye’nin genel politikası ile uyumlu yeni bir CHP ortaya çıkacaktır…

Bu yeni dünya düzeninde, etnik siyasete yer olmadığı görülüyor. Dolayısı ile, MHP ve BDP’de de ciddi değişiklikler yaşanacaktır. Birbirinden beslenen bir çatışma kaynağı olarak Kürtçülük de Türkçülük de siyaset arenasından çekilecektir.

Bu genel senaryoda sürprizlere en açık unsurun İran olduğu görülüyor. Bu sebeple, İran meselesini çok dikkatle takip etmek gerekir. Türkiye ile İran’ın arası açılır, İran da Avrupa’ya yaklaşmaya, buna paralel olarak Türkiye’de Avrupa Birliği’ne üyelik eğilimi yeniden güç kazanmaya başlarsa, dengeler değişebilir ve ortalık yeniden karışabilir…

Fakat, Avrupa’daki ekonomik kriz, planlandığı gibi Çin’e de sıçrar ve Çin ekonomisi büyük bir deprem yaşarsa, ortada Avrupa Birliği diye bir şey de kalmaz…

Bu yıl İspanya’da yapılacak olan Bilderberg toplantısı sonrasında ne gibi değişiklikler olduğuna dikkatle bakmak gerekir… O toplantı sonrasında dünya ekonomisindeki muhtemel hareketler, bu derin savaşın sonucu hakkında önemli ipuçları verebilir. Toplantıya Türkiye’den de 5 kişinin katılacağı ileri sürülüyor. Acaba o 5 kişiye, güç kazanacak olanlar gözüyle mi bakmalıyız, yoksa tasfiye edilecek olan kişiler olarak mı?.. (Ali Babacan, Mustafa Koç, Sami Kohen, Suzan Sabancı Dinçer, Agâh Uğur…)

Hasılı, Türkiye’de olup bitenleri anlamak için, gözümüzü önce dışarıya çevirmemiz gerekiyor…

Fakat, Yozgat Muhabir, İstanbul’dan yayın yapan bir internet sitesi değil de Yozgat’ta matbaada basılan bir gazete olsaydı, ulusal ve küresel konulara çok az yer ayırır, mahallî konulara ağırlık verirdi. Bilirdi ki, yaşadıklarımızın yüzde 80’i uluslar arası bir kurgudan ibarettir ve siyasî bakımdan küçük Anadolu şehirlerinin küresel gelişmelere hiçbir etkisi yoktur. Zaten bu şehirler ve bu şehirlerin medyası, ulusal basının küçük bir operasyonuyla istenilen istikamete savrulurlar…

Bence, mahallî basının yapacağı en hayırlı iş, samimiyetle ve ciddiyetle, kendi ilinin meselelerine yoğunlaşmaktır. Kendi şehrini kurtaramayan, Türkiye’yi nasıl kurtarsın?.. Mahallî konuları yazmak / tartışmak basit bir iş değildir ve bunun önemini kavramak gerekir… Amerika ve Avrupa’da ulusal basın, mahallî haberler için mahallî basına müracaat eder. Bizde ise ne yazık ki tam tersine mahallî basın, burnunun dibindeki olayları bile kendisi araştırmaz, ulusal basından öğrenmeye çalışır. Kendisi yazmaya da üşenir, süzgeçten geçirme ihtiyacı bile duymadan, ulusal basından aynen iktibas eder…

Her neyse… Bu konuyu daha sonra konuşalım…

(06.06.2010)
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ