Biz 1948 yılından beri siyasi sebeplerle çıkarılan imar aflarının mağdurlarıyız.
O sene içinde 5218 ve 5228 sayılı iki yasa, 1949 yılında 5431, 1953 yılında 6188, 1959 yılında 7367 sayılı ve 1969 yılında 775 sayılı gecekondu affı yasaları çıkarmışız.
Hadi sizi daha sonra çıkarılan diğer yasaların numaralarıyla yormayayım.
1976, 1983, 1984, 1986, 1987, 1989, 2008 ve 2017 yıllarında da imar affı yasalarını yürürlüğe koymuşuz.
İşte bu yasalarla, “nasılsa yapılanlar, yapanların yanına kâr kalıyor, bize bi şey olmaz” anlayışı hâkim kılınarak, kaçak göçek yapılara vatandaşı tepeleme doldurup, sallaya sallaya öldürdük.
Aha da biri bir açıklama yapılıyor. Kim ve hangi konuda, ne demiş, ne diyecekmiş hiç önemi yok. Muarızları mutlaka, her kelimeyi bir öküz edip, altına da derhal buzağıyı yerleştirir oldu. Buzağı bulamazsa da hemen, son dönemin reklam spotlarından birini diline dolamadan edemiyor. Bize bi şeyler oluyor. Bu işin altından da KESSİN Bİ ŞEY ÇIKACAK!
Niye? E çünkü o açıklama karşıdan da ondan!
Yaşadığımız felaketin bütün gelişmelerini, içimiz kan ağlayarak, yayın organlarından takip ederken de aynı tellallar bağırıyordu. Kesin bi şey çıkacak!
Dedik a! Açıklamanın nereye varacağını bile dinlemeye hacet yok! Çünkü söze başlayan karşıdandır ve illaki kesin bi şey çıkarır.
Devlet millet el ele verip bu işin üstesinden geleceğiz diyene, “hadi be oradan!”
Bu işi elinize yüzünüze bulaştırdınız, müdahale etmekte bu kadar geç kalmak devleti yönetenlere yakışıyor mu diyene, “hadi be oradan!”
Bize henüz hiç bir yardım ulaştırılmadığı gibi, hiç bir yetkili de gelerek durumumuzu kontrol etmedi diyene, “hadi be oradan!”
Kızımı tedavi için hastaneye götüren ambulanstan o gün, bugündür haber alamadım, çocuğuma ulaşamıyorum diye ağlayan babaya da “hadi be oradan!”
Enkazdan sapasağlam çıkan çocuğum kayıp... Kendini ifade edebilen ve neredeyse reşit sayılabilecek yaşa gelmiş olan çocuğumun nerede olduğunun cevabını verecek bir merci bulamıyorum diyen ebeveyne, “hadi be oradan!”
Sanki birbirimizin yalandan başka edeceği tek cümlesi yokmuş ve olamayacakmış gibi, hemen savunmaya geçiyoruz. İşin kötüsü savunma ifadelerimizin de ayağı yere basmayacak kadar sığ ve üç kelimecik bir çıkışmadan ibaret... “Hadi be oradan!”
Deprem felaketinin boyutları, yayıldığı coğrafyanın genişliği, hava ve iklim şartları... Kimi tarafın bahanesi, kimi tarafın da bütün bunlar vehameti artırıcı unsurlarken sen tedbir almakta ve müdahale etmekte bu kadar geç kalamazsın eleştirileri...
Her iki tarafa da haklılık paylarını teslim etmek, bize neden bu kadar zor gelmektedir anlayamıyorum. Gönlümüz bu kadar mı dar? Muhakeme kabiliyetimiz bu kadar mı kısıtlı? Eleştirilerimizde de savunmalarımızda da en basit insaf ve en küçük bir, kendi yerine koyma erdemini gösteremiyoruz.
Hatay, yer ile yeksan olmuş durumda... Oradaki felaketin her acısını yaşayarak tanık olmuş bir dostumun ifadesine göre afetin hemen akabinde göçmen komşu(!) kardeşlerimiz(!) yağma ve talana başlıyorlar. Güvenlik güçleri yok! Akın akın gelen yardım malzemelerinin dağıtımını organize edecek resmi bir güç yok! Kamyonetlere doldurularak kaçırılan yardım kolilelerinin nereye saklandığı meçhul...
Gaziantep’den durumunu öğrenmeye çalıştığım diğer dostum ise, karayolu ile gelen yardım malzemeleri kendilerine ulaştırılıncaya kadar yerli iş adamlarının duruma derhal el atarak kimseyi aç sefil koymadıklarını anlatıyordu. Kendi yarasını derhal kendisi sarmaya çalışmaya mecali kalmış Gaziantebimiz’in!
Diyarbakır ve Adıyaman’dan da benzer hikayeler dinledim. Kahramanmaraş va Malatya’daki bir kaç dostuma ulaşamadım ve şu ana kadar mesajlarıma cevap alamadım.
Gelelim Yozgat’a getirilen afetzedelere...
Bir hayırseverin kendi oturduğu evin üst katını kendileri için boyatıp eşyasını yenilediği, sobasını kurup, odununu kömürünü hazırladığı pırırl pırıl daireyi beğenmeyip “a aa burası kaloriferli değilmiş, bize bunu mu layık gördünüz?” diyen de var, “Allah razı olsun, size çok yük oluyoruz, bize bir sergi ve bir kat yatak yeterdi” diyen de...
Diper kahvaltılıklarla birlikte bir kaç koli yumurta getirildiğinini görünce, “fazlasını istemem, yumurta almayan diğer komşulara verin” diyen de var, “benim dişlerimi implant yaptırın” diyen de...
Aynı evde bir kaç aile varmış gibi ayrı ayrı yardım kolileleri getirtmek isteyenler de var, birer taneden fazla gördüğünü iade etmek isteyen de var, getirilen malzemeleri inceleyerek beğenmediği markalara dudak bükenler de...
Özetle bir daha gördük ki “yönetenler zaafiyet gösterdikleri her durumda haklılar, eleştirenler her itirazlarında haklılar, müteahhitler haklılar, mühendisler haklılar, denetimci firmalar haklılar, ruhsat makamını işgal edenler haklılar, talancı yağmacı din kardeşlerimiz haklılar, kamyon soyanlar haklılar, satın aldığı evinin vasıflarını zahmet edip öğrenmeyen ev sahipları haklılar!
Bayram cıngırdağı zamanı yerine koydukları bu felakette, taşıma ücretlerini artıranlar da haklılar, geçici iskan şehirlerindeki kiraları üçe katlayanlar da haklılar!
Ben şimdiden hükmü verdim. Tüm kabahat hayatlarını kaybedenlerde... Allah rahmet eylesin. Geride kalanlara ceza vermeye hâcet yoktur.
Çünkü biz yine aynı aymazlıkla yaşamaya devam ederek, kendi cezamızı kendimiz vereceğiz.
Biz, orta yerdeki onbinlerce can kaybına bile beraber ağlamayı beceremiyoruz.
Biz, felaketin, coğrafyamızın sadece bir yöresini etkileyeceğini ve bir müddet sonra bizi de hem ekonomik, hem sosyal anlamda nasıl sarsacağını hiç hesap edemiyoruz.
Varsa yoksa bizim siyasi yapımıza uygun olanların bu afetin sonuçlarından OLUMLU veya OLUMSUZ anlamda nasıl etkileveceğinin kaygusuna düştüğümüzü itiraf edemiyoruz.
Herkes, timsahlaştığının farkında olarak veya olmadan, bu büyük felaketi, seçim başarısında nasıl kullanacağının hesabını yapmakla meşgul... Her iki taraftakiler de depremin enkazında kendi yandaşlarının kalması korkusuyla panikteler!
Ya bunlar, yaraları sarmayı başarırlarsa? Eyvah eyvah...
Ya da bizimkiler, yaraları sarmayı başaramazlarsa? Ona da eyvah eyvah!
Bize gelince... Biz yine zemin etüdü, müteahhidin güvenilirliği, binanın durumu gibi teferruatla uğraşmayacak ve daha çok caka sattıracak cafcafı bol, reklamı afilli binalarda topluca ölmeye talip olacağız.
Bir kısmımız, yönetimdekilerin beceriksizlik ve zaafiyetlerini masumlaştıracak söylem üretimine devam edecek. Diğer bir kesimimiz ise muhatabının haklılığına, haksızlığına aldırış etmeden tüm eleştirileri alkışlamaya devam edeceğiz.
Biz haklı haksız benimki haklı, haklı haksız seninki haksız anlayışıyla daha çoook ağıtlar yakarız hafazanallah!
Sahi seçim tartışmalarının altından da kesssin bi şey çıkacak!
Onca imar affı yasalarının sorumluluğunu, siyasi yelpazenin sadece sağında solunda, altında üstünde, ardında önünde aramayınız. Vitrine konan ürünlerle, raflardaki arasında fark yoktur. Halk neyi alkışlıyorsa, siyasiler de oradan şirin gülücükler dağıtırlar.
Yelpazenin bizatihi kendisi sorumludur vesselam!