Yanlış anlaşılmasın. Satılık hastane olduğundan veya nasıl olsa zarar etme riski olmadığına göre; bir hastane alayım bari diye tetikte bekleyen ensesi kalın birileri olduğundan falan bahsetmeyeceğim.
yüzde 70 doluluk garantisi verilerek yaptırılan yani kâr garantisi devletçe taahhüt edilerek yaptırtılan şehir hastanelerinden biri de Yozgatımızda
Yani hasta demek; bu ticari kuruluşların müşterisi demek! Lakin ha hasta var, ha da yok Olmasa da var, olsa da zaten var! Nihayetinde hizmet alınıp alınmadığının da önemi olmaksızın, sağlığı da, işi de tıkırındaki herhangi biri ile hastaneyi yol etmeye mecbur kalan hasta arasında bu kurumları BESLEMEK bakımından çok da fark yok.
Şehir hastaneleri, arazisi hazine arazilerinden BEDAVA verilerek yaptırtılan ve işletmesi müteahhit firma tarafından yapılmakta olup onlarca yıl devletten kira bedeli alacak olan birer ticarethanedirler!
49 yıla kadar sözleşme süresini uzatmak ve doluluk oranı % 70in altına düşmesi halinde kârdan zarar etme ihtimali devletle yapılan sözleşmeler gereği sıfırlanan ticarî kuruluşlar
Hem de hazine garantisiyle!
Hazinenin güvencesi de Milletin ta kendisidir!
Halkımız devleti, kendinin sahibi zanneder. Aslında devletin malının kendi varlığı olduğu gerçeğini, kendisi olmazsa devletin olamayacağını bir türlü anlatamadığımız milletimiz, devletin parasının kendi cebinden çıkan veya gelecekte de çıkacak olan varlığı olduğunu akıl edemeyip YEL BABADAN geldiğini zannetmeye devam etmektedir.
Yani mi?
Hah işte o yani aynen şudur!
Şehir hastanesinin kapısından ayağınızı attığınız andan itibaren, orada gördüğünüz her harcama, oraya yapılan her masraf sizin cebinizden çıkmaktadır. Hatta geleceği ipoteklenen nesillerin! Orada olmasanız ve hatta hiç uğramamış olsanız bile, yaptığınız her alışverişten aparılan bilmem ne vergileriyle sübvanse edilmektedir.
Bana oradaki dangalağın birisi; beş kuruş harcamadan her işimi görüp çıktım dediğinde, eskilerin tabiriyle Gayseri boyasıyınan boyayıp suratını guverttim.
Başka bir dangalak da diyecek ki; hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz Olmadığında; yokluğundan şikâyet ettiğiniz hizmet birimleri için vay niye yok derken, olduğunda da; binbir kusur aramaktasınız.
Cevaben; kendi kıt imkânlarıyla hastane işletmecisini besleyen vatandaşın, o işletmeden daha iyisini bekleme, isteme ve yapılması cihetindeki arzusunu dile getirmesinde sana batan nedir? Denilir ve derim!
Patates alırken bile seçerken, bedeli mukabili aldığınız sağlık hizmetinin de dört başı mamur olmasını isteme hakkınız olduğunu bilmelisiniz.
Derdimiz kusur aramak değil, üst düzey fayda sağlanmasını istemekten ibarettir.
Orada sizi karşılayan tüm görevlilerden, masada kaydınızı yaparken; önce kimliğinize, sonra bir de suratınıza bakarak aman bir yanlışlık olmasın endişesi simasının her zerresine kadar sinen görevlinin maaşına kadar!
Bazı günlerde poliklinik kapılarında yığılmalar olduğunu görüyoruz. Randevulu gittiğiniz halde gecikmeli olarak doktorun sizi çağırmasını bekliyorsunuz. Bu hastane hizmete girdiği ilk dönemde, her polikliniğin önünde bir görevli vardı ve sırası geleni çağırıyordu. Şimdi yan yana iki ve belki üç poliklinik arasında mekik dokuyan bir eleman hepsine birden yetişmeye çalışıyor.
Nihayet çağrıldığınızda size hoş geldiniz diyen güler yüzlü bir tek doktor var odada! Evet yanlış okumadınız Sadece doktor var.
Doktor bir yandan, sizin bedensel veya psikolojik problemleriniz her neyse dinlemeye, sormaya, anlamaya gayret ediyor. Diğer yandan masasındaki bilgisayarla meşgul Tek başına!
Anlattıklarınıza göre tetkik, tahlil, röntgen, ekg vs vs Ne gerekiyorsa yönlendiriyor.
Nereye gitmeniz gerekiyorsa gidiyor ve doktorun yaptırmanızı istediği işlemleri yeni bir kayıt sonunda yerine getirip beklemeye geçiyorsunuz. Kaldınız öğleden sonraya!
Sonuçlara göre size tedavi yol ve yöntemlerini anlatacak olan doktorunuza tekrar gidiyorsunuz Tabii ki yine yeni bir kayıt yaptırarak!
Doktorun odasında değişen bir şey yok Yine tek başına!
Benim gibi, bir zamanlar babasına, anasına, çocuklarına ve nihayet şimdi de eşine ve kendisine şifa aramak adına sağlık kuruluşlarına çoklukla gidip gelen birinin dikkatinden kaçmayacak bir durum var!
Doktor tek başına
Hastayı dinliyor, anlatılan şikâyetler doğrultusunda ne yapması gerektiğine karar veriyor, tedavi için bilimsel bulguları temin edebilmek adına sizi yönlendiriyor Tek başına!
Gidiyor, yapıyor, yaptırıyor ve dönüyorsunuz ve teşhisini koyduktan sonra yine yazıp çiziyor!
Bu tek başınalık dikkatinizi çekip sorun da görün
Türkiyede poliklinik hizmeti veren doktorlara yardımcı olan ve sekreterya işi yapan elemanların olmadığını öğreniyoruz.
Doktorlara tek başına, her işi yaptırtan tek hastane Yozgat Şehir Hastanesi imiş ve orada despotizme varan bir yönetim anlayışı hakimmiş meğer!
Hastaya yoğunlaşmak mı, prosedür çamuru çiğnemek mi, zırt pırt çamura yatan bilgisayar ağı sisteminin düzeltilmesi için teknik elemanlarla kontak kurmak mı?
Doktorluk mu, tıbbî sekreterlik mi yapsınlar bu insanlar? Olmadı, kapıda eleman yoksa sıra bekleyen hastanın ismini kapıya kadar gelerek çağıran doktor var!
Kendi şahsi meselelerini mi düşünsün, evindeki kendi hastasıyla ilgilenebilmek için bir günlük izin için bile başhekimin huzurunda tekmil vererek kapris çekip, yönetimin egosunu mu tatmin mi etsin?
Hastaya baksın, dinlesin, anlamaya çalışsın, tedavi yolu belirlesin ama illa ki sekreterlik de yapsın Ne güzel dünya be!
Bir doktorun yetişmesi için kaç seneye ve nasıl bir beyin yapısına sahip olması gerektiğini bilmeyenimiz yok. O insanların devlete ve aslında MİLLETE MALİYETİ hepimize malum! Eline paspas verip koridor temizletseymişler bir de
Eskiden muayenehanelerde bile, en az bir yardımcı elemanla çalışırdı doktorlar
DEVLET Hastanelerimizde de, her poliklinikte doktorun sadece hastasıyla ilgilenmesini sağlayan ve doktor tarafından kendisine verilen bilgiler çerçevesinde hastayı ve hasta yakınlarını yönlendiren elemanlar şimdi yok.
Bu memlekette sağlık meslek yüksek okullarından ve liselerinden mezun olmuşlar veya lisans eğitimi almış kitleler halinde işsizimiz olduğu bir Türkiye gerçeği iken
Zarar etme riski hiç olmamasına rağmen
Doluluk oranının eksiğini ben tamamlarım diyen bir devlet sistemi olmasına rağmen
Hayırdır inşallah??? Her poliklinikte bir tıbbî sekreter maaşı cebinizi çok mu acıtır?
Koridorun tam ortasında boydan boya, bir uçtan diğerine yürüyen, cicili bicili paspasın kullanıcısı Sanki çocukların tek tekerlekli oyuncaklarını kullandığı gibi, maskesini suratına takmış ve paspası sadece bir noktadan itibaren sürerek yürüyor.
Merakımı yine yenemeyip soruyorum: Yeğenim! Toz kaldırdığının farkında değil misin, paspasını nemlendirmek için yanında niye su taşımıyorsun?
Üstelik polikliniklerin önünde sırasını bekleyen astım, bronşit, koah ve her türlü akciğer sorunlarıyla didişen, kalkan tozlardan dolayı alerjik reaksiyon göstermesi muhtemel hastaların arasından kuru paspaslarla toz kaldıra kaldıra gidiş gelişlerde bir anormallik yok muydu?
Yüzünün şeklini maskesi nedeniyle tam olarak belirleyemedim ama yarı homurtuyla verdiği cevap çok ilginçti: Bize ne derlerse onu yaparız dayı yaaaav!
Her ast, kendi üstünün dediklerini yapıyor ve hiyerarşik sistem böyle işliyorsa; bunca anormalliği bundan sonra doğrudan doğruya sağlık bakanına mı sormalıyız acep?
Esentepeye yapılıp, adı üstünde Yozgatın en yeleken yerinde rüzgârın keyfini çıkarmak için oldukça iyi bir konumdayız. Yaz aylarında es yiğidin bağrına deriz belki!
Ama bu mevsimden itibaren bölgede, açık havada yarım saatten fazla duranların hasta olma garantisini de ben veriyorum vesselam!
19.10.2018
yüzde 70 doluluk garantisi verilerek yaptırılan yani kâr garantisi devletçe taahhüt edilerek yaptırtılan şehir hastanelerinden biri de Yozgatımızda
Yani hasta demek; bu ticari kuruluşların müşterisi demek! Lakin ha hasta var, ha da yok Olmasa da var, olsa da zaten var! Nihayetinde hizmet alınıp alınmadığının da önemi olmaksızın, sağlığı da, işi de tıkırındaki herhangi biri ile hastaneyi yol etmeye mecbur kalan hasta arasında bu kurumları BESLEMEK bakımından çok da fark yok.
Şehir hastaneleri, arazisi hazine arazilerinden BEDAVA verilerek yaptırtılan ve işletmesi müteahhit firma tarafından yapılmakta olup onlarca yıl devletten kira bedeli alacak olan birer ticarethanedirler!
49 yıla kadar sözleşme süresini uzatmak ve doluluk oranı % 70in altına düşmesi halinde kârdan zarar etme ihtimali devletle yapılan sözleşmeler gereği sıfırlanan ticarî kuruluşlar
Hem de hazine garantisiyle!
Hazinenin güvencesi de Milletin ta kendisidir!
Halkımız devleti, kendinin sahibi zanneder. Aslında devletin malının kendi varlığı olduğu gerçeğini, kendisi olmazsa devletin olamayacağını bir türlü anlatamadığımız milletimiz, devletin parasının kendi cebinden çıkan veya gelecekte de çıkacak olan varlığı olduğunu akıl edemeyip YEL BABADAN geldiğini zannetmeye devam etmektedir.
Yani mi?
Hah işte o yani aynen şudur!
Şehir hastanesinin kapısından ayağınızı attığınız andan itibaren, orada gördüğünüz her harcama, oraya yapılan her masraf sizin cebinizden çıkmaktadır. Hatta geleceği ipoteklenen nesillerin! Orada olmasanız ve hatta hiç uğramamış olsanız bile, yaptığınız her alışverişten aparılan bilmem ne vergileriyle sübvanse edilmektedir.
Bana oradaki dangalağın birisi; beş kuruş harcamadan her işimi görüp çıktım dediğinde, eskilerin tabiriyle Gayseri boyasıyınan boyayıp suratını guverttim.
Başka bir dangalak da diyecek ki; hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz Olmadığında; yokluğundan şikâyet ettiğiniz hizmet birimleri için vay niye yok derken, olduğunda da; binbir kusur aramaktasınız.
Cevaben; kendi kıt imkânlarıyla hastane işletmecisini besleyen vatandaşın, o işletmeden daha iyisini bekleme, isteme ve yapılması cihetindeki arzusunu dile getirmesinde sana batan nedir? Denilir ve derim!
Patates alırken bile seçerken, bedeli mukabili aldığınız sağlık hizmetinin de dört başı mamur olmasını isteme hakkınız olduğunu bilmelisiniz.
Derdimiz kusur aramak değil, üst düzey fayda sağlanmasını istemekten ibarettir.
Orada sizi karşılayan tüm görevlilerden, masada kaydınızı yaparken; önce kimliğinize, sonra bir de suratınıza bakarak aman bir yanlışlık olmasın endişesi simasının her zerresine kadar sinen görevlinin maaşına kadar!
Bazı günlerde poliklinik kapılarında yığılmalar olduğunu görüyoruz. Randevulu gittiğiniz halde gecikmeli olarak doktorun sizi çağırmasını bekliyorsunuz. Bu hastane hizmete girdiği ilk dönemde, her polikliniğin önünde bir görevli vardı ve sırası geleni çağırıyordu. Şimdi yan yana iki ve belki üç poliklinik arasında mekik dokuyan bir eleman hepsine birden yetişmeye çalışıyor.
Nihayet çağrıldığınızda size hoş geldiniz diyen güler yüzlü bir tek doktor var odada! Evet yanlış okumadınız Sadece doktor var.
Doktor bir yandan, sizin bedensel veya psikolojik problemleriniz her neyse dinlemeye, sormaya, anlamaya gayret ediyor. Diğer yandan masasındaki bilgisayarla meşgul Tek başına!
Anlattıklarınıza göre tetkik, tahlil, röntgen, ekg vs vs Ne gerekiyorsa yönlendiriyor.
Nereye gitmeniz gerekiyorsa gidiyor ve doktorun yaptırmanızı istediği işlemleri yeni bir kayıt sonunda yerine getirip beklemeye geçiyorsunuz. Kaldınız öğleden sonraya!
Sonuçlara göre size tedavi yol ve yöntemlerini anlatacak olan doktorunuza tekrar gidiyorsunuz Tabii ki yine yeni bir kayıt yaptırarak!
Doktorun odasında değişen bir şey yok Yine tek başına!
Benim gibi, bir zamanlar babasına, anasına, çocuklarına ve nihayet şimdi de eşine ve kendisine şifa aramak adına sağlık kuruluşlarına çoklukla gidip gelen birinin dikkatinden kaçmayacak bir durum var!
Doktor tek başına
Hastayı dinliyor, anlatılan şikâyetler doğrultusunda ne yapması gerektiğine karar veriyor, tedavi için bilimsel bulguları temin edebilmek adına sizi yönlendiriyor Tek başına!
Gidiyor, yapıyor, yaptırıyor ve dönüyorsunuz ve teşhisini koyduktan sonra yine yazıp çiziyor!
Bu tek başınalık dikkatinizi çekip sorun da görün
Türkiyede poliklinik hizmeti veren doktorlara yardımcı olan ve sekreterya işi yapan elemanların olmadığını öğreniyoruz.
Doktorlara tek başına, her işi yaptırtan tek hastane Yozgat Şehir Hastanesi imiş ve orada despotizme varan bir yönetim anlayışı hakimmiş meğer!
Hastaya yoğunlaşmak mı, prosedür çamuru çiğnemek mi, zırt pırt çamura yatan bilgisayar ağı sisteminin düzeltilmesi için teknik elemanlarla kontak kurmak mı?
Doktorluk mu, tıbbî sekreterlik mi yapsınlar bu insanlar? Olmadı, kapıda eleman yoksa sıra bekleyen hastanın ismini kapıya kadar gelerek çağıran doktor var!
Kendi şahsi meselelerini mi düşünsün, evindeki kendi hastasıyla ilgilenebilmek için bir günlük izin için bile başhekimin huzurunda tekmil vererek kapris çekip, yönetimin egosunu mu tatmin mi etsin?
Hastaya baksın, dinlesin, anlamaya çalışsın, tedavi yolu belirlesin ama illa ki sekreterlik de yapsın Ne güzel dünya be!
Bir doktorun yetişmesi için kaç seneye ve nasıl bir beyin yapısına sahip olması gerektiğini bilmeyenimiz yok. O insanların devlete ve aslında MİLLETE MALİYETİ hepimize malum! Eline paspas verip koridor temizletseymişler bir de
Eskiden muayenehanelerde bile, en az bir yardımcı elemanla çalışırdı doktorlar
DEVLET Hastanelerimizde de, her poliklinikte doktorun sadece hastasıyla ilgilenmesini sağlayan ve doktor tarafından kendisine verilen bilgiler çerçevesinde hastayı ve hasta yakınlarını yönlendiren elemanlar şimdi yok.
Bu memlekette sağlık meslek yüksek okullarından ve liselerinden mezun olmuşlar veya lisans eğitimi almış kitleler halinde işsizimiz olduğu bir Türkiye gerçeği iken
Zarar etme riski hiç olmamasına rağmen
Doluluk oranının eksiğini ben tamamlarım diyen bir devlet sistemi olmasına rağmen
Hayırdır inşallah??? Her poliklinikte bir tıbbî sekreter maaşı cebinizi çok mu acıtır?
Koridorun tam ortasında boydan boya, bir uçtan diğerine yürüyen, cicili bicili paspasın kullanıcısı Sanki çocukların tek tekerlekli oyuncaklarını kullandığı gibi, maskesini suratına takmış ve paspası sadece bir noktadan itibaren sürerek yürüyor.
Merakımı yine yenemeyip soruyorum: Yeğenim! Toz kaldırdığının farkında değil misin, paspasını nemlendirmek için yanında niye su taşımıyorsun?
Üstelik polikliniklerin önünde sırasını bekleyen astım, bronşit, koah ve her türlü akciğer sorunlarıyla didişen, kalkan tozlardan dolayı alerjik reaksiyon göstermesi muhtemel hastaların arasından kuru paspaslarla toz kaldıra kaldıra gidiş gelişlerde bir anormallik yok muydu?
Yüzünün şeklini maskesi nedeniyle tam olarak belirleyemedim ama yarı homurtuyla verdiği cevap çok ilginçti: Bize ne derlerse onu yaparız dayı yaaaav!
Her ast, kendi üstünün dediklerini yapıyor ve hiyerarşik sistem böyle işliyorsa; bunca anormalliği bundan sonra doğrudan doğruya sağlık bakanına mı sormalıyız acep?
Esentepeye yapılıp, adı üstünde Yozgatın en yeleken yerinde rüzgârın keyfini çıkarmak için oldukça iyi bir konumdayız. Yaz aylarında es yiğidin bağrına deriz belki!
Ama bu mevsimden itibaren bölgede, açık havada yarım saatten fazla duranların hasta olma garantisini de ben veriyorum vesselam!
19.10.2018
19.10.2018
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Tuncay
25.12.2020 18:57:01Çok güzel yazmissiniz. Yozgat halkı olarak ihale ve şartlarından haberiniz varmı? YOK, bana da 10 milyoncuk verse ,market açsam Müşteri Garantii satacsklarimi satsam satamadiklarimida devlete versem BIR de bu olmadı deyip KDV iadesi verseler 18 katrilyon çok, gönlünden ne koparsa nasil
Yasin Ali ER
21.10.2018 13:07:00"müşteri" garantili hastane başlıklı yazımın, gerek sosyal medyada, gerekse gazetemizin web sayfasında gördüğü ilginin; halkımızın bizatihi kendi nefsinde yaşanmışlıklarından kaynaklandığını anlaşılmakta.
Buradaki yorumlarıyla, yazının içeriğine katkı sağlayan okurlarımıza ve dostlarıma teşekkür ederim.
Eleştirel yaklaşımları, ya da değişik konulardaki görüşlerini de bilmeyi isterim.
Hepinize şükranlarımla...
Sağolunuz. Var olunuz.
Yılmaz Ocak
19.10.2018 23:13:00Değerli ağabeyim, hastanelerle haşır neşir bir kardeşin olarak emin ol bu bahsettiklerinin çoğunu ben de bizzat gözlemledim. Ve dahi birkaç doktorun ağzından bu bahsettiğin durumları dinledim. "Bu kadar hastayı nasıl muayene edebiliyorsunuz?" sorusuna "Yukarısı öyle istiyor, ne yapalım." cevabını aldım. Sistem tamamen kapitalist bir zihniyetle işletilmek suretiyle amacından uzaklaştırılmıştır. Zaten tedavi deyince de sadece bolca ilaç yazımı akla geliyor ki ben bunun gerçek anlamda tedavi edici bir metod olduğuna inanmıyorum. Sağlık sektörü tamamen ticari kaygılar üzerine hareket edemez... Bunlara göre ne kadar çok insan girip çıkarsa o kadar iyi... Anlattıkların çok doğru. Bir de etkileyici lisanınla dile getirilince... Selamlar ağabeyim.⚘
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
19.10.2018 22:30:00Kanuni Sultan Süleyman' ın zigetvar kalesi kuşatmasında hasta yatağında söylediği dize.
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Sanırım kendi için söylemiş. Halk da kendine anlamış. Sizin devlet hastanesinde muayene olan yetmez ama evetçi vatandaşlargibi.
Muhsin Köktürk
19.10.2018 13:21:00Sayın Yasin Ali Er,
Yazılarınızı büyük bir beğeni ile okuyorum. Özellikle akıcı, yeri geldiğinde iğneleyici anlatımınıza ve gerçekleri duyarlı bir biçimde yazmanıza hayranım.
Şehir hastaneleri, gerçekten üzerinde çok düşünülmesi gereken ve zamanla bizi bayağı yorup yıpratacak bir konu. Kâr amacı taşıyan her işletmede olduğu gibi buralarda da en az personel ile en çok hizmet sunma savaşı var. Vatandaş ve çalışanlar kimsenin umrunda değil. Hemen hemen tüm devlet hastanelerinde olduğu gibi şehir hastanelerinde de doktor başına düşen hasta sayısı inanılmaz boyutta. Çok yakından biliyorum. Örneğin bir göz doktoru günde 120-130 hastaya bakıyor.
Hastanın bu denli yoğun olması, devletin doktora bakış açısı, ülkemizdeki sağlık hizmetlerinin yetersiz olması ister istemez hasta-doktor ilişkilerine yansıyor, sonuçta hiç hoş olmayan bazı olaylara tanık oluyoruz.
Şehir hastaneleri efsanesinin (!) büyüsüne kapılan, sorunun özünü bilmeyen saf insanımız, kendine yanlış hedefler seçiyor. Bunların başında da doktorlar geliyor. Gerçekleri dile getiren bizler de onların gözünde hiçbir şeyi beğenmeyen eleştiri hastaları olarak görünüyoruz.
Zaman her şeyin ilacı. Görelim, bakalım neler olacak...