Ben dünyaya daha ilk merhaba demek üzereyken sen kapı arkasında kalbinin sesiyle mücadele veriyordun. Ta ki benim o sesimi duyana kadar! O an dünyalar senin oldu kucağına konduğum anda.. Ben dünyaya "Merhaba" demiştim, sen de bana "Hoşgeldin güzel kızım" diye karşılamıştın. Nasıl da içine çekmiştin o an kokumu.. Sanki içinde bir sandık vardı ve ona biriktiriyordun aldığın her nefeste.. Çünkü evlat kokusunun ne başka bir yerde tarifi ne de bir benzeri vardı. Sen şaşkın şaşkın mucizevi bir güzelliği izlerken ben elini tutmuştum. Nasıl da sıkı tutuyor diye küçük bedenimin verdiği güce şaşırmıştın!
O gün başlamıştı, seninle aynı yolda yolcuğumuz. İşte o gün başlamıştı, seninle hikayemiz.
Her seferinde bir şey olacak korkusu içindeydi bana bakarken. İnsan bakarken bile korkar mı? Sen bakarken bile korktun. Bu kadar gözünden sakındığın canının parçasını; kırarlar, üzerler diye çok korktun. Yeri geldi yıllara meydan okudun. Zaman senden çok şey alıp götürsede, sen bir çınar ağacıydın. O kollarını açtığın anda ne iklimin kuraklığı ne bir fırtına ne de şimşek kalırdı, bu eli tuttuğun anda..
O günden bugüne iklim değişti, zaman değişti, insanlar değişti; bir tek senin o tuttuğun ilk günkü el değişmedi. Ne sevgin azaldı ne de kayboldu. Tuttuğun bu eli bir daha bırakmayacağının farkındaydın. Ben sana nasıl sarıldıysam, sende aynen öyle sarıldın. Çünkü daha bu yumuk gözler dünyayı anlamaya, tanımaya çalışırken; sen yeri geldi gözlerim, elim, ayağım ve yeri geldi dilim oldun.
Evlat kokusu yok mu diyorsun ya! Bir kere o kokuyu almaya görsün, işte o gün anlamıştın; özlemin ne olduğunu, o gün anlamıştın evlat kokusunun vazgeçilmez olduğunu... Belki de hayatı o gün anlamış ve dünyaya öyle bakmıştın.
Hani anlatırsın ya beraber çıkarız sohbetlerimizle o eski günlere.. Eskiye özlemini dillendirirken, bazen de babasız büyümenin hasretliği diline düşer. Önünde bir baba figürü yokken yürek sevgisiyle büyütmenin en güzel örneğiydin. Hani bazen dalıp gidersin ve hatırlamak istemediğin o günde bulursun kendini.. Gözlerin buğulanır, diline düşmesinden korktuğun o kelime yüzüne yansır. Belki de gözümüzde çizdiğin baba figürüne gölge düşeceğinden korkarsın, için ürperir. Halen dün gibi yüreğinde bu yara.. Ne silebildin ne de unutabildin. "O gün biraz daha geç kalsaydım!" sözündeki yetişememe korkusu sarmıştı bedenini. Yüreğindeki sevgi ve kaldığın çaresizlik arasındaki ince bir çizgiyi hissettirirsin o an bana.. Gözümde ne kadar yücelirsin bir bilsen; ama bende onun bir tarifi yoktur sözcüklerde.. Bize öğrettiğin gibi sadece sarılırım. O sarılma sana dünyanın kelimelerini sunar, sen de o duyguyla sarılır hissettirirsin bana..
Şimdi ömrün yarısına geldim. Bu yıllar geçip giderken o taşlı yollarda bisiklet sürmeye çalışan küçük kızın, o taşlara rağmen sürdü bisikletini.. Dizi her seferinde kanasada.. Yaralar kabuk bağlamasada.. Çünkü bilirim ki dinleneceğim, nefes alacağım bir çınar ağacının gölgesi her zaman kucak açmıştır bana.. Hani biliyor musun, yeri geldi bu kaldırımlar bile şaşırdı bize! Bu gücümüze.. Sen öğrettin şükretmeyi, sen öğrettin kalp gözümüzle bakabilmeyi.. Sen öğrettin hak yememeyi ve sen öğrettin bir kırıntıda gizli olan rızkı..
Şimdi sorarım sana, yüreği yanık elleri toprak kokan güzel insan, ömrümüz yeter mi senin hakkını ödemeye? Hani hakkın ödenir mi bana onu söyle?
Kalın sağlıcakla..