“Düşün de söyle sözü/okşasın sözün özü/hevaya atılan taş/döner çıkarır gözü…” (Deruni)
Âlimlerin hediyesi, ilimdir. Hüseyin Dede bu bağlamdan hareketle âlimlerin sohbetlerinde bulunmaya özen gösterir, onların engin fikirlerinden yaralanmak için kuşlar gibi telaş yaşardı. Akdağmadeni’nin zümrüt yeşili yüreğinden Türk Halk Müziği’nin Nida Tüfekçi gibi büyük hocalarının yanında, Deruni Baba (Hüseyin Avni Efendi) gibi âlim, İhsan Kurt,Osman Duran,Siyami Taştan,Siyami Yozgat,Ahmet Yetim,İlhan Altun,Seyit Ahmet Yozgat,Nazmi Şimşek,Emin Acer,Selma Bora ,Semiha Arasbora, Yahya Aksoy gibi yazar,şair ve sanatçılar da çıkmıştır.
Deruni Baba derin bir dini bilgiye sahip olduğu gibi, aynı zamanda usta bir şairdir de. Ney sesinin dinginliğinde şiirlerin okunduğu ve özellikle ilmi sohbetlerin eksik olmadığı odası, âdeta bir okuldu. Hüseyin Dede, “Hocam-Üstadım” dediği Deruni Baba’yı ayda bir ziyaret eder, güya üzerinden asırlar geçmişçesine hasret giderirlerdi. Her gelişinde gönül motifleriyle bezeli yünden dokunmuş heybesinde, mutlaka bir hediyesi olurdu. Heybeyi, odanın tahta bölmesinin altına usulca koyar, halı minderlerle, berdi yastıklarla döşenmiş yerini alırdı. Öteki konukların eşliğinde sohbet geç saatlere dek sürerdi. Gençlerin ve çocukların yeri, öksüzduvar ya da aralık diye tabir edilen süslerle ayrılan bölümdeydi. Sohbetlerde onların da bulunmasına iyi yetişsinler, örnek alsınlar anlamında izin verilirdi. Hüseyin Dede, her ayrılışında helalleşmeyi ihmal etmez, hayırdualarla vedalaşırdı. Dedemin (Deruni Baba) yanında sessizce oturuşumu çok sever, okuduğu duayı huşu içinde yüzüme üflerdi.
Çiçeklerin çağlaya dönüştüğü bir bahar, Hüseyin Dede ile gitmek istedim, beni kırmadı ve atının terkisine bir asker edasıyla yerleştim. Bağlar bahçeler arasında, kuş seslerine karışan serin suların şırıltısıyla akıyorduk sanki yollarda. Hüseyin Dede atını sulamak ve dinlendirmek amacıyla bir çeşmenin başında mola verdi. Elimizi yüzümüzü yıkadık, avuçlarımızı lüleye dayayarak buz gibi sulardan içip serinledik. Erguvanların kokusu insanın ruhunu dinlendiriyordu. Elma ağaçlarından sarkan bereket, her dalda çağla olmuş sallanıyordu. Gözlerimi ağaca diktiğimde dedem niyetimi anladı: “Yeme onlar daha ham, boğazına durur” dedi, aldırmadım. Boyum erişmediğinden ayağımın altına hayli büyük taş koymak gerekmişti, gücüm yetmiyordu çünkü. Hırsımdan ağlamak üzereydim. Gözlerimi ovuşturduğumu fark eden Hüseyin Dede sekilendiği binek taşından doğruldu, yanıma geldi, belimden kavrayarak yukarıya doğru kaldırdı. Onun sayesinde bir iki tane tüylü çağla koparmayı başarabilmiştim sonunda. Hüseyin Dede’nin deyişiyle ham meyveden ısırmaya koyuldum ama değil yutmak, ağızda çevirmek bile imkânsızdı.
İşte benim hayatım bu öyküden çıkardığım dersle, kısacası Hüseyin Dede’nin dudaklarından dökülen: “her şeyin hamı yeter, sadece insanın hamı yetmez oğul” sözleriyle örtüşüp sürüyor.
Mahkûmiyet
Bırakın dağlarda çağlayıp aksın
Tutarsa ırmağı göl mahkûm eder
Yakarsa Leyla’nın hasreti yaksın
Görürse Mecnun’u çöl mahkûm eder
Bakışlar dost arar, gözler aşina.
Dost hainse neler açar başına
Her doğru herkesin gitmez hoşuna
Sözüne sahip ol dil mahkûm eder
Sırrı hikmet candır, gizlenir dalda
Renklerin cümbüşü izlenir dalda
Açılır, serpilir, nazlanır dalda
Zavallı bülbülü gül mahkûm eder
Bazen bir gülüşten zelzele kopar
Ok hedef bulmazsa yüreğe sapar
Mahkeme sadece vazife yapar
Sanmayın kişiyi kul mahkûm eder
Asırlık sevdalar yüklenir yıla
Bir yanı gurbettir, bir yanı sıla
Gün gelir Özcan’ı satarlar pula
Uzanıp öptüğü el mahkûm eder
Yusuf ÖZCAN
25.08.2022
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Bekir BAZ
25.08.2022 09:12:03Yüreğine, kalemine sağlık değerli Sairim