Sonbahar. Yaza veda. Coğrafi bölge sarı kahve.
Güz günü. Balkonumun manzarası renk cümbüşü adeta. Aşağıya bakıyorum. Bahçedeki ağaç, rüzgarın fısıltısıyla dans eden bir rakkase sanki!
Yeşil, sarı, turuncu ve kırmızıdan siyaha geçişle bezenmiş bu semazen. Salındıkça tennuresinden parçalar düşüyor toprağa.
Veysel'in "Sadık Yâri" sessiz sedasız kabul ediyor ona verilenleri.Doğanın adaleti. Baharla fazlasıyla iadelenecek nasılsa. Ümit.
Adil olan da bu zaten.
Sandalyemi çekip doğanın tadını çıkarmak istiyorum.Yaratılıştaki ilahi adalet şeritleniyor gözlerimde.Tabiatın sahnesinde iklimleşme terazisi. Dumanı tüten mis gibi kahve, içimi ısıtıyor, fincanın şeklini parmaklarımda hissediyorum. Dokusu incecik kağıttan porselen. Tablo öyle güzel ki tadı damağımda, kokusunu alıyor ve hatta sesini duyuyorum.
Kışa merhaba demeden, güneşli günlerden zaman çalmak isteyen birkaç afacan, ağaçlarına veda eden gazellerle oynuyorlar. Kucaklarına topladıkları yaprakları boşluğa savuruyorlar.Suçları sevgiyi paylaşmak,hükümleri sevilip korunmak diye ilamlaşıyor kalbimin köşesinde.Gönül mahkememde onları farketmeyenleri yargılarken, belleğimin karanlığından çocukluğum gelip katılıyor aralarına. Yere düşüşlerinde küçüklüğüm işte.
Ağaç dallarını sallıyor, dilinde çocukça bir şarkı "annem bana bir bebek aldı, yanakları al aldı..." Terennümümdeki bebek çilli gamzeleriyle gülümserken, saçları sarmaşıklarla yarışıyor. Bakışlarımda kaç mevsim eskiyor bilmiyorum. Kahve fincanını yavaşça balkondaki üzeri tozlanmış masama bırakıyorum. Omzuma annemin ördüğü yıllardır giyilmekten eskimiş ama asla vazgeçilmeyen toprak rengi hırkamı alıyorum. Şaşırıyorum, anlamlandıramıyorum halimi. Oysa şimdi yetişkin bir kadınım. Küçüklüğümün ardı sıra hayallerimle bahçede yaprakların arasında buluyorum kendimi.. Köklü ağacın dibine oturuyorum. Ağaçları sallayan, yaprakları havaya atıp çığlık çığlığa dans eden çocuklar yanımda oynamaya devamda hala. Küçüklüğümde aralarında hınzırca göz kırpıyor bana "iyi yaptın" der gibi o beton duvarların arasından çıkmama mutlu oluyor. Bir ses duyuyorum:"miyav"!
Acaba ne anlatmak istiyor?
İnsancayı çözemedim ki kedice bileyim! Sitemizin siyah-beyaz tembel- kolaycı- hazırcı kedisi miyavlarken bile yıkıldı yıkılacak arası. Bedbin. Minik minik yavaşça sokuluyor yanıma, zıplıyor kucağıma anında kıvrılıp mırlıyor, sanki yıllardır dinlendiği huzur bulduğu tanıdık bir kucak gibi...
Aslında miskinliği hep kızdırır beni. Kedi dediğin enerjik olur, kuşları kovalar kelebeklerle oyun oynar. Bu tombul kedi taklidi yapan yaşlı bir nine görünümünde. Konuşurken yürürken yavaş yavaş hareket eden bir nine edasıyla kurum kurum kuruluyor. İçimden geçenleri hissetmiş olmalı ki tedirginlerdi birden: "kızma kedi ninem" deyip sırtını okşuyorum. Sakinleşiyor. Yapraklarla oynayan çocuklar hep bir ağızdan "kedi ninem" diye bağrışıp gülüşüyorlar. Onlara eşlik ediyorum. Hepimizin gözlerinden yaş geliyor. Bu gözler de ne ilginç, gülerken ağlanır mı hiç? Durmuyorlar, salıveriyorlar yerli-yersiz- zamanlı- zamansız. Bak yine kenardan göz kırpıyor küçüklüğüm "ne zamandır böyle güldüğünü görmedim" der gibi. Yaprakların dansı. Ruhumun özgürlük günü, ikisi de olur. Sonbahara ikisi de yakışır. Kucağımda gerinerek uyanıyor "kedi ninem" bu defa sessizce gidiyor. Kucağımdaki sıcaklık soğumadan benim de çocukluğum vedalaşıyor geçmişe...Kapanıyor bu celse.
Hava iyice soğudu. Içeri geçiyorum. Üşüdüm. Balkon sahipsiz boynu bükük kaldı. Tüm şehir kabuğuna çekildi. Evlerde sözümona mutluluk şarkısı...
Aslıhan ÖZCAN