“Bir daha uğrar mı fakirhaneme
Tadı damağımda kalan bayramlar
Ah çektikçe zehir dolar sineme
Kınası aklımda solan bayramlar.
Erkenden yatardık kınalarımız ellerimize iyice işlesin diye. Heyecandan gözümüze uyku girmezdi. Başucumuza konan bayramlıklarımıza ikide bir bakarken dalıp gittiğimizin farkına bile varmazdık. Büyüklerimiz daha sabah namazına gitmeden kaldırılırdık, bayram namazında onların yanında olmanın sevincini yaşardık böylelikle.
Eve dönüşte taze pişirilen çöreklerin-böreklerin kokuları genzimizi okşardı. Hemencecik hane halkı bayramlaşırdık. Birkaç lokma yendikten sonra, büyükler ikişer rekât namaz kılar ve sıra kurbanlığın çıkarılmasına gelirdi. Akşamdan süslenen kurban, babam ve annem tarafından sevilerek dışarı alınırdı. O manevi atmosfer hala gözlerimin önündedir. Annemin-babamın okuduğu dualar, söyledikleri ilahi ve övgü dolu sözler Allah’ın katına doğru yükselirken biz çocukların kulaklarında hala yankılanan unutulmaz bir name bırakmıştır. Hayvanın incinmemesine azami dikkat edilirken, kesim anında biz çocukların uzaklaşmasına özen gösterilirdi. Bir keresinde küçük kardeşim Gülseren, günlerce hasta yatmıştı bu yüzden. Çünkü kesilen hayvanı öyle sevmişti ki onun tabiriyle yok edilmesine tahammül gösterememişti.
Ev halkı eti yemeden, komşular ve özellikle fakirler gözetilirdi önce. Annemce saklanarak verilen paylar, kimseye görünmeden tembihlenen evlere tarafımızdan bırakılırdı, el öperken tebrikleşmeyi de ihmal etmezdik tabii ki. (Şimdi kutlama nerde, toplu taşıtlarda büyükleri, özürlüleri, hamileleri görmemek için başını çeviren bir nesil var karşımızda). Dağıtım görevi bitince de sıra aileyle birlikte kavurma yemeye gelirdi. Ardından komşu ve akraba ziyaretleri başlardı. Günümüzde fakiri fukarayı düşünen kim? Kasaplarda kıyma çektirme sırası, sucuk pastırma yapımı için alınan randevular, üzülmemek elde değil. “Kardeşim, borçlu isen kesmeyeceksin, dinimizde zorlama yoktur. İslam’ın şartı zenginlere beş, fakirlere üçtür. Hadi yiyecek ekmeğin olmasın hacca git, kurban kes; çoluk çocuk hakkı ne olacak o zaman, öyle yağma yok!”
Bir de son zamanlarda dikkat çeken bayramlık dilenciler (hızan/tacirler) ve dericiler var. Bu dilenciler her nerden geliyorlarsa sırtlarında kanlı torbalar aile boyu kapı kapı et topluyorlar. Meğerse boyun bükerek biriktirdikleri etleri sucukçulara satıyormuş melunlar. Bir zamanlar mantar gibi türeyen eli makbuzlu bilmem ne binası yaptırma ve yaşatma derneği adına para toplayan üçkâğıtçılarla, hibeciler görür olmuştuk kapılarımızda. Şimdi bu takkeli/terlikli şarlatanlar deri toplama derdindeler. Devletimiz kimlerin deri toplama yetkisine sahip olduğunu açıklıyor zaten. İsteğim hak sahiplerinin hayırlarını tam yerine ulaştırması hususundadır.
Göstermelik, yani “desinlere” yapılan hayırdan ancak şer gelir. Bir elin verdiğini diğeri görmemelidir.
Hani bir mesel vardır: “Yağmurlu bir günde yanındaki arkadaşını şemsiyesinin altına alan vatandaş, her karşılaştıklarında; “o gün ben olmasaydım nasıl ıslanacaktın!” deyip durdukça, bir gün parktan geçerlerken mağdur, kendini havuza atar, “bundan da çok ıslanmazdım ya” der.
Bayramın tüm insanlığa barış getirmesi, duaların kabulü, hasretlerin bitmesi en büyük dileğimdir.
BAYRAMLAR
Bayramlar manasız bayramlar yalın
Bayramım bayram der, ensesi kalın
Şimdiki bayramlar paranın malın
Bayramlar ya pasak ya kir bayramı
Gücü gitmiş kollar sallanır yanda
Bir umut beklenir çıkmadık canda
Lokumu ramazan, eti kurbanda
Kursağı görenin şükür bayramı
Dudağı kelepçe, kafayı pense
Sıkar da seslenmez kullar nedense
Eğrinin yüzüne “yamuksun” dense
Doğruda yaşanır fikir bayramı
Balıklar deryada suya susadı
Kıraç gönüllerin olmaz hasadı
Ön safta düşünen fitne fesadı
Vitrinde yapıyor zikir bayramı
Yalaklar beslenir dönerden şişten
Garibin çocuğu kovulur işten
Hırsıza gün doğar böyle gidişten
Fitneye fesada mekir bayramı
İki attan geçecekken diğeri
Son koşuda gevşetirler eğeri
Fareler Özcan’dan kapar ciğeri
Nasıl yapsın garip tekir bayramı
Yusuf ÖZCAN