Hangi konumda bulunursa bulunsun bir insan, meşrebi gereği hareket eder, debbağ gönden konuşur ancak. Süslü giysilerle, şatafatlı koltuklara imrenenler, yallanmak adına salyalarını saçanlar, eğer bilselerdi karşılığında onur denen bir bedel var, ne yaparlardı acaba? Bahsettiğim ulvi değerlerden azıcık bulaşığı olanlar, zaten kenarında kıyısında dolaşmazlar o yolun.
“Baki kalan gök kubbede bir hoş seda imiş” diyen şair, kalıcı bir söz ya da eser bırakmak anlamına sözlerini sarf ederken, meleklerin bile secde ettiği insanın değerini bir kez daha ortaya koymuştur. Cinsiyeti ne olursa olsun kişilerin yetiştirilip eğitilmesinde aileden sonra en baştaki emektar, illaki öğretmendir. Dün “muallime varamadım naylon çorap giyemedim” diye türküler yakılan karatahtanın kahramanlarına, bugün başka gözle bakılmakta ne yazık ki! Eee dersten sonra, pazarda tezgâh başına geçirenler utansın. Onun bunun arzularına hizmet eden birisi, leş yiyen karga misali boyalı ağzını bükerek; “öğretmen mi, benim için tın, omzu kalabalık ya da etiketli olacak” diye geviş getirmiş.
”Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen Hz. Ali Efendimizle,”Muallimler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diye haykıran Başöğretmenimiz Atatürk’ten haberi yok herhalde gafilin. Vay biçare, vah zavallı, umduğunu fabrika mamulü belliyor sanırım. Sipariş üzerine üretim olsaydı, bedestenine katması için istediğin çap ya da markada imal edilirdi. Haysiyetli beşer, daima dik yaşar, boş teneke ise çok tıngırdar.
Öğretmen Okulluyum,üstelik leyli okudum, şahadetnamem övünç kaynağım .O mukaddes yerin havasını teneffüs etmenin, karavanasına banmanın, sevgisini üleşmenin bahtiyarlığı ve onurunu yaşamaktayım hala.
Ayrıca; Köy Enstitülerinin devamı olan Muallim mekteplerinden memleket ve millet aşığı öğretmenlerin yanında, nice şampiyonlar, ressamlar, bestekârlar, şairler, edipler, heykeltıraşlar ve daha yüzlercesini sıralayabileceğim üst düzey sanatçılar yetişmiştir, hatta Millet Meclisimizde vekil veya senatör olarak görev yapan (yapmakta olan) isimleri saymama gerek yoktur sanırım.
İdarecilerimiz ,öğretmenlerimiz ve yardımcı personel büyüklerimiz üstümüze siper, arkamızda kaleydi adeta.
Bir keresinde, Perşembe Öğretmen Okulu olarak Ordu'da katıldığımız güreş turnuvasında, pehlivanımızın minderde sağladığı üstünlük görmezlikten geliniyor, hak ettiği puanlar verilmiyor, faullü güreşen rakip alenen korunuyordu. Tribünlerden bir ses salonda yankılandı; "Hakemi de yık evlat, hakemi de yık"!
Sesin sahibi bir kartal gibi parmağını uzatan edebiyatçımız Hayri Kaya idi.
Sessizliğin çığlığı ile tirübünler ayakta, rakip yerde, hakem mecburen mindere vurup düdüğünü üfledi.
Kuruluşu 16 Mart olan okullarımızı yıkanlara inat O GÜN HAKSIZLIK, ADALETSİZLİK YIKILMIŞTI.
***
ŞAH MAT
Duydum ki sunalar inmiş deryaya
Göllerin göveli sen sefa geldin
Kurbanlar adadım Kadir Mevla’ya
Yâr seni seveli ön safa geldin
Yelpazeydi asumanda kanadın
Eğricenle kılavuzu sınadın
Pulattan da kavi idi inadın
Bağrımı döveli insafa geldin
Şahı yıkar piyonlarla veziri
Tarih düşer yaşanan bu özürü
Hassas terzi kısa tutmaz mezürü
Güldürme düveli son sofa geldin
Güneşten parlaksın kamerden ayman
Sıtkı sadıklardan sorulmaz peyman
Kuşdilini öğretmeden Süleyman
Sır ile nüveli asafa geldin
Sızlayan yarama em etmek için
Karanlık dünyama şem etmek için
Çektiğim hasreti cem etmek için
Defteri güveli evsafa geldin
Bezirgân pazarda matahın satar
Karınca kavlince kaderin tartar
Bir günün beyliği yeter de artar
Samuttan şiveli en safa geldin
Özcan’ın gönlüne gam eder akın
Adular ister ki öyle bırakın
Ant içtin el bastın unutma sakın
Yeminden evveli Mushafa geldin
Yusuf Özcan