“Dinle sana bir nasihat edeyim/hatırdan gönülden geçici olma/Yiğidin başına bir hal gelen de/ onu yad illere açıcı olma/sen iyilik et de o zayî olmaz/hatıra dokunup yıkıcı olma” deyişleriyle Karacaoğlan’ın ve aynı temayı işleyen “Boğazdan aşmadan acı lokmayı, öğrenip de gelmiş başa kakmayı” diye yankılanan türkülerimizden yüzlerce örnek sıralamak mümkündür.
Yüce dinimizin temel kurallarından birisi de sır saklama, faş etmeyip örtücü olma, dedikodu ve fitneden uzak durmaktır. Büyüklerimiz çocukluğumuzdan itibaren bizlere “kişilerin aleyhine konuşulan herhangi bir lafa itibar etmeyiniz, eğer söylemlerde ısrar varsa derhal oradan uzaklaşınız, olumsuzluğa bakmaya devam etmeyiniz, ola ki ansızın gözünüz ilişti görmezlikten gelip dudaklarınıza kilit vurunuz” öğüdünde bulunmuşlardır. Sevgili peygamberimiz onlarca hadisinde “ayıpları örtücü olunuz” demiyor mu?
“Sırrın ver de gör veledi zinayı/Başına dar eder geniş dünyayı” Yozgatlı Hüznî Baba.
Bugün herhangi birinin yanında boş bulunup veya güven duygusuna itimat ederek hata yapın da bir bakın. Daha ayrılmadan âlemin duymasına şaşırmayacaksınız ya da o kişiye devamlı boynunuz bükük olarak yaşayacaksınız demektir. Bu tipler düşünmezler mi ki insanlar hatalar için vardır, çünkü gün olur kendi başlarına da gelebilir. Bunu düşünerek, dost dediği veya merhabalaştığı şahıslara hayır yolu göstererek hatada devamdan vazgeçmesini sağlamak ne kadar güzel bir davranıştır.
Sevgi, Allah’ın insan kalbine koyduğu en büyük hazinedir. Kin ve nefret ise şeytani duygulardan oluşup, daima iblisin oyuncağı olmaya hazırdır. Bu iki haslet bir arada barınamaz, yolları daima ayrıdır. İş nahoş olandan sıyrılıp, hoş olana yönelmektir. İşte kişinin erdemi burada kendisini gösterir. Hatada ısrar muhatabına felaket getirir. Dileğim sevgimizin köklenerek büyümesi ve sevgisiz gönüllerde Rabb’imin bu filizlerden yeşertmesidir. Sevginin, merhametin ve sadakatin önemini anlatan bir olay Japonya’da yaşanmıştır. Konu tam bir ibrettir, tabi anlayana. Depremde yıkılan evini tamire çalışan adam, hasarlı bölümün tahtalarının arasındaki çiviye ayağından sıkışmış bir kertenkele görür. İnşaat tarihi tam on yıl öncedir. Kertenkele mıhlandığı yerde yıllarca nasıl yaşamıştır, beklerler ve görürler. Eşi günde üç kez ağzındaki yiyeceklerle gelmekte onu besleyip gitmektedir. Yaratan bir hayvanın yüreğine kendinden eser olan sevgi sıfatını yerleştirirken, meleklerin secde ettiği insanları geri tutmamıştır ama biz sevgisizlikte devamı görev telakki ederiz.
“Sunduğumuz ikramın karşılığı olmalı” illetinden vazgeçtiğimiz gün, adam olduğumuzun farkına varacağız, merhabadan nema umma hastalığımız bittiği günse dostluklarımız daim olacaktır.
Sözün özü, verilen selamın kokusu er/geç, iyi ya da kötü sahibine yansır.
Ziyafet
Şükürsüzler sıralanmış masaya
Sözüm ona aç doyurur abimiz
Armağanlar damladıkça kasaya
Hazırcıdan kaç doyurur abimiz
Yarış eder göbek ile pazular
Dile düşer ucuz olan arzular
Meme diye meleşirken kuzular
İğdiş olmuş koç doyurur abimiz
Tepede yaşayıp tabana gülen
Sürdüğü devranı kendinin bilen
Ekmeğin ucuyla ağzını silen
Besmelesiz piç doyurur abimiz
Yapmacık tavırla sallanan başlar
Hak hukuk adına nutuğa başlar
Reklâm için kalem çeker yandaşlar
Sivriltilmiş uç doyurur abimiz
Gözlere ziyafet mideden önce
Teşhirde sınır yok yaşlıya gence
Sofrayı süzdükçe inceden ince
İki değil üç doyurur abimiz
Yalandıkça yoksul düşer yadına
El açılır garibanın adına
Bacım diye seslendiği kadına
Baka baka iç doyurur abimiz
Hoşa gitmez Özcan’ımın doğrusu
Aşk-u sevda onun gönül ağrısı
Sanmayın ki boz toprağın çağrısı
Gözünüzü geç doyurur abimiz